Osmanlı bürokrasisi - zaman zaman - Batı’yı takdir etse de Batılılaşmaya hep mesafeli durdu. Avrupa’dan yenilikleri getirmeye yeltenen hükümdar(lar) ya cezalandırıldı ya da hayatını yitirdi. Ulema ve ordu da diğer önemli muhaliflerdi. Genç Cumhuriyet de kurulurken - aynı zamanda! - hem işgal güçleriyle ve hem de yeni yönetime karşı duranlarla kapışacaktı.
1693’de yöreyi ele geçiren Avusturyalılar, türbeyi temellerine kadar yıktılar. Tepeye de Turpek adını verdiler. Türbenin yerine, Szüz Maria Kilisesi'ni inşa ettiler.
Sabah Gazetesi’nin popüler-polemikci yazarı Engin Ardıç ile televizyon dünyasının en ünlü yıldızlarından Perran Kutman iki yıla yakın süre nişanlı kaldı, ama sonra ayrıldı.
Tarihimize ‘Kazıklı Voyvoda’ diye kaydı düşülen Prens Vlad, döneminin en kanlı, en gaddar, en cüretkâr, en korkusuz askeri yöneticilerindendi. Azılı Türk düşmanıydı. Ana dili gibi Türkçe konuşurdu. Arapçası mükemmele yakındı. Enderun’da - sonradan ‘Sultan 2. Mehmet’ diye anılacak! - Şehzade Fatih’in sınıf arkadaşıydı.
Öğretmen Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay, kararlı, inatçı, korkusuz, tehditten yılmayan, inancını - gerektiğinde! - hayatı pahasına koruyan yapıdaydı. Cumhuriyet ilkelerinin yılmaz savunucusuydu. Milliyetçiydi ve Türk Ocağı mensubuydu. Atatürk’ün açtığı yeni yolun inanmış fedaisiydi.
Osmanlı’nın 11. padişahı 2. Selim, devletin yönetimini - damadı! - Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’ya bıraktı. 8 yıllık saltanatını eğlence âleminde sürdürdü. Bazı tarihçilere göre şarap ve işret meclisleri için dünya geldi. Yazılanlara bakılırsa Kıbrıs, ‘emsalsiz lezzetli ve hoş kokulu şarapları için’ fethedildi. ‘50 bin babayiğit askerin şahadetine mal oldu.’
Sultan Abdülmecit, Osmanlı’nın son 4 padişahının da babasıydı. Uyguladığı programlar ve fikirleriyle sonraki nesillere ilham verdi. Batılılaşma ve çağdaşlaşma düşüncesinin/hareketinin savunucusuydu. Fransız ve İngiliz hanedan üyelerinin rüyaları süsleyen hayat tarzını örnek aldı/yaşadı. Dinî vecibelerini yerine getirdi fakat içkisini ve hızlı yaşantısını ihmal etmedi.
Ülkenin kurucu lideri/’banisi’ Mustafa Kemal Paşa, ölüm döşeğinde bile memleket meselelerine bigâne kalmadı. Tek hedefi: Türkiye’nin gelişmesi, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması ve uygar dünyada hak ettiği yeri almasıydı. Atatürk, ‘rehber edinilecek büyük Türk milliyetçisi ve vatan sevdalısı’ydı…
Ermeni terör örgütü ASALA’ya karşı etkin ve sonuç alacak operasyonun planlaması 1982’nin yaz aylarında Çankaya Köşkü’nde Devlet Başkanı Kenan Evren’in talimatıyla başlatıldı. Karargâhın başında da Evren’in kızı Şenay Gürvit Hanım görev yaptı.
Cinci Hüseyin Hoca Efendi’nin nefesi kuvvetliydi. Sultan İbrahim’i okuyup üfledi; rahatlamasını, - kısmen! - hayata dönmesini sağladı. Emeli şöhrete kavuşmak, zenginleşmek, mal mülk sahibi olmaktı. Rüşvet almaktan çekinmedi; kesesini/testisini doldurdu. Devlet kadrolarını para karşılığı gayri ehil kişilere tahsis etti ve köşeyi döndü.
Bakü’ye giren Kafkas İslam Orduları Komutanı ‘Fahri Ferik’ Nuri Bey’in anavatanındaki ‘sembolik sayılabilecek’ mezarı 67 yıl boyunca bulunamadı. Araştırmacı Atilla Oral Bey olmasa belki de kıyamete kadar kayıp kalacaktı.
Leyla Sayar, Yeşilçam’dan elini ayağını çektikten sonra, kendisini evliya diye tanıtmaya başlamış ve ellerindeki mucizevî güçle (!) hastalara şifa dağıttığını öne sürmüştü.
Afyonlu Ahmet (Ünlü) Çavuş, savaşın gidişatını değiştirdi. 2 arkadaşıyla Yunan Ordusu’nun Başkomutanı Trikopis’i ve kurmaylarını esir alarak, imkânsızı mümkün kıldı. Ordumuza yüksek moral aşıladı.
Hezarpâre - bin parça! - Ahmet Paşa, 2 yaşındaki - dul! - Beyhan Sultan ile evlendirildi. Sadrazamlığı 11 ay sürdü. Boğularak öldürüldü, cesedi parçalara ayrıldı. Her dilimi ‘mafsal ağrılarını iyileştiren ilaç’ (!) diye halka satıldı!
Ahmet Esat Tomruk Bey - nam-ı diğer ‘İngiliz Kemal’ -, ‘destan kahramanı’ydı. Korku kelimesini hiç tanımadı. Üstün yetenekliydi. Son derece soğukkanlı ve atılgandı. Ülkesi için çok büyük işler başardı. Şımarmadı, övgü istemedi. Makam mevki derdine düşmedi. Bildikleriyle/sırlarıyla kimseyi rahatsız etmedi. Müktesebatını mezara götürdü.
Sırp Prensesi Olivera Despina, güzelliği ve işvesiyle Yıldırım Beyazıt’ın nefesini kesti, avucunun içine aldı. Gaza meydanlarının durdurulamayan kılıcı, mavi gözler karşısında çaresiz kaldı, boyun eğdi, adeta büyülendi.