Sinirli seyirciler, Erol Taş’ı dövmek ya da tepki koymak için bazen kahvesine, bazen de evine kadar giderdi. Aradıkları yer(ler)de bulamayınca, yavrularına bile yönelenler olurdu. Erol Taş, bir röportajında çocuklarının yaşadığı vahşeti anlatacaktı: ‘Aslan Bey adlı filmde, Türk düşmanı, Rus generali canlandırdım. General, gördüğü her Türk’ü ya işkence ettirirdi ya da öldürtürdü. Film, Fındıkzade’de - Taş’ın da oturduğu semt! - bir sinemada gösterime girdi. Seyirciler, her matine bitiminde, sinir küpü haline gel(ir)di. Bazılarının ağzından galiz küfürler işitil(ir)di! Bir gün, bir grup öfkeli seyirci, evimi basıp beni dövmeye cüret etti. Konutuma gidildi fakat bulunamadım! Bir ‘sivri akıllı’ kalabalığı yönlendirdi: ‘Babayı bulamadık, çocuklarını arayalım!’ Evlatlarımı sınıflarından çıkarıp evire çevire dövdüler! Akşam eve geldiğim de gördüm ki, sabilerin her tarafı morarmıştı! Burunları kırıktı! Konutumun önünde nümayiş yapmayı da unutmamışlardı! Pencerelerin camlarını kırıp, ‘Rusya’ya gidin! Burada işiniz yok!’ Diye bağırmışlardı!’
- Bir Köylü Az Daha Erol Taş’ı Öldürecekti… -
Erol Taş’ın yaşadığı kan donduran başka bir olayın şahidi de Cüneyt Arkın’dı! Akın’ın anlattığına göre, 1968’de, Erzurum’un bir köyünde, ‘Hacı Murat Geliyor’un çekimleri sürüyordu. Erol Taş da filmde Rus General Yorgi’yi canlandırıyordu. Köy halkından Rıza isimli şahıs, elindeki tabanca ile seti bastı. ‘Rus general nerede,’ diye sordu. ‘Türk’ün öcünü Moskof’tan alacağım!’ Zorla ikna edilip uzaklaştırıldı.
Taş, Mersin’in Silifke ilçesindeki film çalışmasında da saldırıya uğradı. Ekibi taşıyacak minibüse bineceği sırada, ellerinde sopa(lar) ve baston(lar) taşıyan 10 kişinin tecavüzüne maruz kaldı. Saldırganlar, ‘Kalleş herif!’ diye bağırıp, Taş’ın vücuduna gelişigüzel vurmaya başladı. Set arkadaşları imdadına yetişti. Araya girip arbedeyi önlemeye çalıştılar. ‘Ne yapıyorsunuz? Çıldırdınız mı,’ diye bağırdılar. Taş’ın rolü gereği, ‘kalleş’ olduğunu anlatmaya çalıştılar. Ama ünlü aktör kan revan içinde kaldı! Tedavisi kasabada yap(tır)ılabildi!
Erol Taş, ‘Gecelerin Ötesi’ndeki ‘Ekrem’ ve ‘Yılanların Öcü’ndeki ‘Haceli’ karakterlerini beğendiğini tekrarlardı. Her iki filmin de yönetmeni Metin Erksan’dı. Erksan’a her zaman minnet duyar, kendisini ‘Hocam!’ diye anardı. ‘Beni yetiştiren Metin Erksan’dır,’ derdi. ‘Bildiğim her şeyi ona borçluyum! Erksan, sinema dilini ustalıkla kullanırdı. Oyunculara da en iyi çalışma ortamını/imkânını sağlardı.’
- Günlük Düzenli Gelir İçin Kahvecilik Yapmayı Sürdürdü… -
Erol Taş, Yeşilçam’ın istikrarsız malî sistemini erken çözen ve geçimini/gelirini tamamen sinemaya bağlamayı göze al(a)mayan kişiydi. Az da olsa düzenli gelirin önemini kavrayandı. İstikbalini garantilemeyi planladı. Bu düşüncesinden yola çıktı. Tarihi Cankurtaran semtinde adı ile tanınacak ünlü kahvehanesini büyüttü. Mekânı ölümüne kadar açık tutmayı da başardı. Demlediği çay(lar)ın servisini kendisi yaptı. Müşterileri ile sohbet etti, gönüllerini kazanmaya çalıştı! İsteyenlerle hatıra fotoğraf(lar)ı çektirdi. Her an tertemiz, bembeyaz olan önlüğünü giymeyi ihmal etmedi. Müthiş ününe rağmen tevazuyu /‘alçak gönüllülüğü’ elden bırakmadı! Kapıdan her girene, ‘Hoş geldiniz!’ dedi ve selam verdi! Müşteri, şöhretli muhatabını görünce şaşırır, ne yapacağını, ne diyeceğini, bilemezdi!
Çevresindeki fakir fukarayı kollardı. Tanışmaya gelenlere daima güler yüz gösterir, hal hatır sorardı. Asker(ler)den çay veya meşrubat parası almazdı! Çalışanlarını da aynı yönde tembihlerdi!
Bir röportajında, kahvecilik yapmasının sebeplerini açıklayacaktı: ‘Sinema sektörü ve aktörlük güvenilir değil! Şöhret de gelip geçici! Meslekten elinizi çektiğinizde, çevrenizdeki pek çok kişi de kayıplara karışıyor! İstikbali kısmen de olsa garantiye almak lazım! Bu yüzden, çekimlerden arta kalan zamanımda kahvemde çalışıyorum.’
Aile fertlerinin üzerine titrerdi. Mutlaka zaman ayırırdı. İlk eşi, Hafize Hanım genç yaşta vefat edince, 3 çocuğuna hem annelik, hem babalık yaptı. Hiçbir isteklerini geri çevirmemeye çalıştı.
- Erol Taş Milliyetçi Fikirleri Benimserdi, Politik Şiddetin Her Türünü Reddederdi… -
Erol Taş, milliyetçi fikirleri benimse(r)di. 70’li yılların kutuplaşan Türkiye’sinde ‘Ülkücü’ görüşleri savundu. Çevresinde aynı idealleri benimseyen insanlar/gençler de bulun(ur)du. Özellikle İstanbul’da Ülkücü Camia’nın bazı tanınan isimleri ziyaretine gelir, sohbet eder ve çayını içerdi. Basında çıkan haberlere/bazı rivayetlere göre, Erol Taş Kıraathanesi’nin devamlı müdavimleri arasında Abdullah Çatlı, Oral Çelik ve Ömer Ay gibi - daha sonra ünlenecek ve haklarında çeşitli iddialar ileri sürülecek! - kişiler de vardı. Ama Taş, siyasetin fikir alış verişi/tartışma boyutunda kalmasını savunurdu. Politik şiddet eylem(ler)ini desteklemez aksine her zaman karşısında dururdu! İnanışına göre, ‘Hiçbir ideoloji insandan ve yaşama hakkından daha önemli değildi!’
- Ailesinin Üzerine Titrer, Mutlu Olmalarını İsterdi… -
Kalenderdi. Çevresinin anlattığına göre, tatlı dilli, toleranslı ve affediciydi. Hayatında önem verdiği üç unsur: Sinema, ailesi ve kahvesiydi. Eşine ve çocuklarına özen gösterirdi. Rahat, memnuniyet içinde yaşamaları için çabalayıp dururdu.
İstanbul dışındaki çalışma önerilerini geri çevirme(z)di. Hayatı boyunca yaşadığı/karşılaştığı sürprizleri de unutma(z)dı! Aydın’da Beşparmak dağlarında ‘Dokuz Dağın Efesi’ filminin çekimi sırasında aldığı habere sevindi. Akşamüzeri idi. Bütün ekip çay içip yorgunluk atıyordu. Telefonla arandı. ‘Nur topu gibi erkek çocuğunun doğduğu,’ müjdesi iletildi. Sevindi, gitmek için izin aldı. Sabah kalkan ilk uçakla İstanbul’a döndü. Heyecan içinde kapı ziline bastı. Ama kendisini düğün hanesinde değil de cenaze evinde buldu! Eşi ağır hastaydı, yataktan kalkamıyordu. Yerinden doğrulmaya çalıştı. Düşüp bayıldı. ‘Bebeğinin gösterilen bütün ihtimama rağmen yaşatılamadığını,’ öğrendi! ‘Hayatımın en üzüntülü/acı(lı) günüydü,’ diye anlatacaktı. ‘Karımı teselli etmeye çalıştım. ‘Üzülme!’ dedim. Tanrı, oğlumuzu bizden çok sevdi. Başka çocuklarımız da olacak!’ Bir yıl sonra temennisi gerçekleşti: Güler ve Gönül adlarını verdiği ikiz kızları dünyaya geldi! Hafize Hanım’dan, Metin Tanju ismini koyduğu erkek evladı da oldu.
- ‘Doktor Jivago’da Oynaması Teklifini Kabul Etmedi… -
Erol Taş, 18 Ağustos 1965 tarihini hiç unutmayacaktı! ‘Kara Çarşamba!’ diye yaftalayacaktı! Çok sevdiği eşi, çocuklarının annesi Hafize Hanım’ı amansız hastalığın - kanserin! - pençesinden kurtaramayacak, ebediyen kaybedecekti!
Eşinin tedavi süreci ile meşgulken, Elia Kazan’ın kendisine ilettiği çok önemli teklifi düşün(e)meden/üzerinde dur(a)madan reddedecekti. Kazan, Taş’ın yeteneğinin farkındaydı. Hollywood’a gelmesini ve mesleğini sürmesini iste(r)di. ‘Doktor Jivago’da başrolde oynayabilme ihtimalinden söz etti. Ama Erol Taş, ‘yüz yılda bile gel(e)meyecek cazip fırsatı geri çevirdi!’
Lübnan asıllı Mısır vatandaşı Ömer Şerif, öneriyi kabul edip, sinema âleminin en önemli ve en pahalı filmlerinden ‘Doktor Jivago’da oynadı. Dünyanın çok popüler/kazanan yıldızları arasına girmeyi başardı!
Hanife Hanım’ın kaybından sonra Erol Taş, çocuklarının hem annesi, hem babası olmaya çalıştı. Evlatlarına annelerinin vefat ettiğini bildir(e)medi. ‘Hastanede kalıyor, tedavisi sürüyor,’ diye geçiştirmeye çalıştı. İkiz kızları Güler ve Gönül 6, oğlu Metin ise 3 yaşındaydı! Çamaşırlarını yıkadı, karınlarını doyurdu. Günün belli saatlerinde mahalle parkına götürüp hava almalarını sağladı. Salıncakta salladı, kaydırakta kaydırdı ve eğlenmelerini temin etti.
Taş’ın çocuklarıyla kurduğu olumlu ilişki, dönemin gazete ve dergilerine de konu edildi. Şöhretli aktörün örnek babalığı, katlandığı fedakârlıklar haberleştirildi. İşi ve ailesi arasındaki koşuşturması övgüye değer görüldü.
- Konya’ya Film Çekimine Gittiğinde Teyzesinin Kızı İle Tanıştı… -
Erol Taş, eşinin ölümünden bir yıl sonra hayatî karar almak zorunda kaldı. Özel hayatını yeniden düzenlemeli, çocuklarına özenle bakacak/annelerini aratmayacak hanımı bulmalı, rutin iş(ler)ine daha çok zaman ayırmalıydı! Yeniden evlenmeliydi! Film çekim(ler)i için Konya’ya geleceği duyuldu. Taş’ın annesi ile bu şehirde ikamet eden teyzesi arasındaki ilişki/irtibat zayıftı. Aileler, birbirlerinin varlığını bilmelerine rağmen haberleş(e)miyordu. Enişte, Süleyman Erşan - yün tüccarıydı! - evine yemeğe davet etti. Hem tanışacak, hem sohbet edecekti. Şehir, lezzetli yemekleriyle ünlüydü! Erşan Ailesi’nin hanımları da marifetliydi. Ünlü misafir adına uygun şekilde ağırlanmalıydı! Krallara yaraşır mükellef sofra(lar) kuruldu. Ailenin güzel kızı da bütün maharetini gösterdi. Konuğun etrafında pervane gibi döndü! Taş, akrabalarıyla karşılaşmaktan, şahsına gösterilen ilgiden son derece memnun kaldı.
Aile üyelerinin önerisi ve teşviki ile teyzesinin kızı - 20 yaşındaki! - Elmas Erşan ile tanıştı/görüştü. Çok beğendi. Samimi davranışları hoşuna gitti. Ama bazı engellerle karşılaştı. Gelin adayı, damat namzedinden 17 yaş küçüktü! Erol Taş’ın bakıma ve ilgiye muhtaç 3 çocuğu vardı! Elmas Hanım’ın işi hiç kolay değildi! Süleyman Erşan Bey, beraberliğe karşı çıktı. Çifti birbirine uygun görmedi. Uzun süre direndi. Araya giren hatırlı kişiler etkili oldu. 1966’da, Konya’da nikâhları kıyıldı. Katılım muhteşemdi. Taş çiftinin şahitliklerini Mevlana araştırmacısı Fevzi Halıcı ve gazeteci Rıdvan Bülbül yaptı.
Elmas Hanım, 2 yıl sonra 1968’de anne oldu. Müjgan adını verdiği kız çocuğunu dünyaya getirdi.
- Arkadaşı İle Dertleşirken Müjdeli Haberi Aldı… -
Erol Taş, Yeşilçam’da erişilmesi zor rekorun sahibiydi: 700’e yakın - ya da aşkın! - filmde oynadı! Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, 1965’de ‘Duvarların Ötesi’, 1968’de ‘İnce Cumali’ ve 1995’de de ‘Diyet’ ile ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı. Susuz Yaz ile de çeşitli uluslar arası yarışmalarda mükâfatlar aldı.
Taş’ın hayatı sürprizlerle doluydu. ‘Belki de Tanrı’nın sevgili kuluydu!’ Üzüldüğü zaman moralini yükseltecek iyi haber(ler) alır, kendini teskin etmeye çalışırdı. Yine benzer olay yaşadı. İkiz kızlarından Güler, ‘kalp kifayetsizliğinden şikâyetçiydi!’ Bir dostuna uğrayıp dertleşmek istedi. Sohbet ederken, telefon çaldı. Arkadaşı ahizeyi kaldırdı. Birkaç kelime konuştu. Sonra Erol Taş’a dönüp müjdeyi verdi: ‘İnce Cumali’deki rolünle ‘En İyi Karakter Oyuncusu’ seçilmişsin!’ O anda yaşadığı karmaşayı ifade etmekte zorlanacaktı: ‘Hem sevindim, hem üzüldüm,’ diye(bile)cekti.
Hayatı, sinema ve ailesinden ibaretti. Ödüllerini de evlatlarının yerine koyardı! ‘Benim 11 çocuğum var,’ derdi.
Film yarışmalarını yararlı ve gerekli bulurdu. 1968’de düzenlenen, 5. Antalya Altın Portakal Film Yarışması’na ‘Devlerin İntikamı’ ve ‘İnce Cumali’ gibi önemli yapıtlarla katıldı. Her iki eserin üzerinde de titizlikle çalışılmıştı! En üstten en alt seviyeye kadar emeği geçen herkes ‘yarışma heyecanı’/‘kazanma azmi’ ile doluydu! ‘Ödül almak sektörde reklam ve yeni iş teklif(ler)i,’ demekti! Taş, sonuçlar açıklanmadan önce verdiği röportajda, ‘Festival(ler) faydalı oluyor. Sinemadaki her çalışana rekabet hırsı veriyor,’ şeklinde konuşacaktı. ‘Belki benim için, ‘Çok haris!’ diyeceksiniz ama ‘çocuklarımın’ sayısını durmadan artırmak istiyorum. İşimi seviyorum. Bu yıl da iddialıyım!’
- Türkü Plakları Çıkaracaktı Ama Proje Yarım Kaldı… -
Erol Taş, sesini beğenirdi. Türkü söylemeye uygun olduğuna inanırdı. Gazinocuların ısrarla tekrarladıkları sahneye çıkma tekliflerini hep geri çevirirdi. Yakın arkadaşı Ali Avaz’ın ricasına karşı koyamadı. 1967’de, Topkapı Plak Şirketi ile anlaşma imzaladı. 2 adet 45’lik dolduracaktı! İşletmenin Doğubank’taki yazıhanesinde düzenlenen provalara katıldı. Taş’ın yeni uğraşına ilişkin haberler gazetelerde ve dergilerde yayınlandı. Ancak gerçekleşmedi, düşünce/proje aşamasında kaldı!
Sesini filmlerinde kullanmadı. Dublajlarının büyük çoğunluğunu Saadettin Erbil - Mehmet Ali Erbil’in babası! - yaptı. Taş’ın adı kadar ünlü kahkahasının asıl sahibi/mucidi de Erbil’di! Bazı filmlerinde kendisini Agâh Hun ve Kemal Ergüvenç de seslendirdi.
1990’lı yıllarda önemli sağlık sorunları yaşadı. Ama sinemayı bırakmadı. Çalışmayı sürdürdü. 1998’de, son filmi ‘Yaşama Hakkı’nda göründü. Eser, kürtaj karşıtıydı. ‘Her yıl anneleri ve babaları tarafından yaşama hakları ellerinden alınan milyonlarca çocuğa adandı,’ açıklamasıyla tanıtıldı. Konya’da faaliyet gösteren Kombassan Holding bünyesindeki Esra Film İletişim A.Ş. tarafından çekildi. Yalçın Dümer, Filiz Taçbaş, Erol Taş ve Fikret Hakan başrollerdeydi. Yönetmen: Nurettin Özel’di. Filmde, 3'üncü çocuğuna hamile kalınca, arkeolog kocasına haber vermeden kürtaj yaptıran annenin yaşadığı olaylar anlatıldı.
- Kesilen Bacağı Çalınınca, TV haberlerine çıktı… -
Çok sigara içerdi. Şeker hastasıydı. Sağlık sorunları arttı. Her geçen gün güçten kesildi. Çalışmakta zorlandı. Birkaç defa kalp krizi geçirdi. Sol ayağında kangren görüldü. Önce ayak parmakları alındı. 1996’nın Aralık ayında bacağının dizden aşağısı kesildi. Protez kullanmaya başladı.
Hastaneden çıktıktan sonra mülakat verdi. Gazetecinin, ‘Bir daha dünyaya gelseniz, ne olmak isterdiniz,’ sorusuna, ‘Kırkayak!’ diye cevapladı.
Ailesi, Erol Taş’ın sol ayağını yitirmesine üzülürken, yazılı ve görsel basında yer alan haberden ötürü bir kez daha yıkıldı! ‘Ünlü yıldızın kesilen bacağı gömüldüğü mezardan çalındı!’ ‘Nebbaş’ın/‘mezar hırsızı’nın kimliği belirlenemedi. Eylemi neden yaptığı da öğrenilemedi. Taş, ayağının kesilmesine mi, yoksa çalınmasına mı üzülsün, bilemedi! Gözyaşlarını tutamadı. Ağlayarak çağrıda bulundu: ‘Bacağımı getirin!’
- Üçüncü Kalp Krizinin Ardından Ruhunu Teslim Etti… -
Ömrünün sonuna doğru bir ayağı hep hastane(ler)deydi! Damar tıkanıklığından ötürü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldı. Sağ bacağındaki şiddetli ağrılardan da şikâyetçiydi. Kapanan damarları anjioplasti yöntemiyle açıldı. Taş’ın tedavisiyle Prof. Göksal Kalaycı ilgilendi. Olumlu sonuç alındı.
8 Kasım 1998 Pazar günü, Tozkoparan’daki evinde 3. defa kalp krizi geçirdi. SSK Samatya Hastanesi’ne kaldırıldı ama kurtarılamadı.
Sanatçı dostları, cenaze töreninde Erol Taş’ı yalnız bırakmadı. İlk tören Cankurtaran’daki kahvesinin önünde yapıldı. İkinci merasim, Yeşilçam’da SESAM’daydı. Cenaze namazı Teşvikiye Camii’nde kılındı. Mabedin geniş avlusu çiçek bahçesine döndü. Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı forslu çelengi dikkat çekti. Hülya Koçyiğit, Cüneyt Arkın, Perihan Savaş, İzzet Günay, Kemal Sunal, Göksel Arsoy, Hakkı Bulut, Nuri Sesigüzel, Nuri Alço ve Yusuf Sezgin gibi ünlü sanatçılar törene katıldı. Tabutu, alkışlar eşliğinde, eller üzerinde İstiklal Caddesi boyunca taşındı. Kortejin önünde, gülümseyen fotoğrafının yanında ‘İyi Adam Erol Taş’ yazılı pankart vardı. Cenaze, Topkapı Kozlu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Oğlu Metin Tanju Taş, ailesinin Erol Taş’ın vasiyetine uymadığını iddia etti. Oğul Taş’ın öne sürdüğüne göre ünlü sanatçı, cenazesinin Sultanahmet Camii’nden kaldırılmasını vasiyet etmişti! ‘Biz, 48 yıl Cankurtaran’da yaşadık. Babamın kahvesi de buradaydı. Semtteki eş, dost ve komşulardan helallik almak istiyordu,’ şeklinde konuşacaktı.
Cihangir ile Çukurcuma arasındaki bir çıkmaz sokağa ‘Erol Taş’ adı verildi. Ünlü sanatçının unutulmaması sağlanmaya çalışıldı.
Ünü bulunduğu semti aşan ‘Erol Taş Kıraathanesi/Kültür Merkezi’ kendi haline/kaderine terk edildi. Medyadaki haberlere bakılırsa, yarım asırlık hatıralarla dolu mekân ilgisizlikten harabeye döndü!
Ali Hikmet İnce