Osmanlı tarihçisi Joseph von Hammer, ‘Osmanlı Tarihi’ adlı ünlü eserinde Sultan Birinci Ahmet ile Sadrazam Kuyucu Murat Paşa’nın yakın ilişkisini de yazdı. ‘Sultan 20, Vezir-i Azam 90 yaşındaydı. Murat Paşa, ne zaman huzura girse, I. Ahmet saygı ile ayağa kalkardı. Elini öpmeyi dener, ‘Hoş geldin, Vezir Baba!’ derdi. ‘Anadolu’daki ‘filizkıran fırtınası’nı yöneten tecrübeli askerin arkasında durduğunu, sınırsız destek verdiğini hissettirirdi!’
Osmanlı’nın 54. sadrazamı Kuyucu Murat Paşa hakkında, bir başka tarihçi İsmail Hami Danişmend’in değerlendirmesi kin ve nefret doluydu: ‘Anadolu Türk’ünün sonsuza kadar lanetle anacağı ‘Kuyucu Murat’, yaşlılığından ötürü ‘Koca’ lakabıyla da tanınan 90’lık zalimdi. Kuyucu, yalnız asilerle taraftarlarını değil, her nasılsa ekmek ve su vermiş zavallılardan başka, civarlarındaki komşularını bile kılıçtan geçirtecek derecede kana ve bilhassa Türk kanına susamış canavardı!’
Prof. Çetin Yetkin’in anlatımı ‘ürpertici’ydi: ‘Hırvat kökenli Sadrazam Kuyucu Murat Paşa döneminde, 155 bin insan doğranmış ya da diri diri kuyulara doldurulmuştur. Aman dileyen insanlara yanıtı: ‘Vurun şu pis Türk’ün başını!’ olmuştur. Cellâtların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından indirerek öldüren Kuyucu Murat Osmanlı’nın yetkilisi, katledilen yavrucak da Anadolu’nun evladı Türk’tür!’
- Kuyucu Murat Paşa, Haftada Bir Hatim İndirirdi… -
Tarihçi William J. Griswold, ‘Anadolu’da Büyük İsyan 1591 - 1611’ adı ile dilimize de kazandırılan eserinde, ‘Bosna doğumlu Hırvat asıllı Kuyucu Murat Paşa, ‘Mezarcı!’, ‘Kuyu Kazıcı Murat Paşa’ gibi sıfatlarla da tanınan Sadrazam’ı değerlendirdi: ‘Devşirme sınıfı askerlerinde, İslâm dini ve Padişah için bağlılıklarını son sınırına kadar göster(ebil)me azmine sahipliği temsil ederdi!’
Ragıp Şevki Yeşim, ‘Kuyucu Murat Paşa’ adlı yazısında manevi dünyası hakkında önemli ipuçları verdi: ‘Paşa’nın yüzü, çocuk siması kadar masum yapıdaydı. İnce, uzun boyu, geniş göğsü, beyaz sakalı ile tam bir İstanbul paşasıydı. Kılıçtan çok tespih tutmaktan hoşlanan softa görünümündeydi. Aslında Nakşibendî Tarikatı’na mensuptu. Dervişlerle haftanın birkaç gününü toplantı halinde geçirirdi. Haftada bir hatim indirir, namazını niyazını derin vecd içinde yerine getirirdi!’
Osmanlı yönetimine karşı çıkan Anadolu insan(lar)ı, ‘Celali’ diye anıldı. İlk isyan, I. Selim döneminde, Bozoklu Derviş Celâl ve adamlarınca başlatıldı. - ‘Bozok’, Yozgat’ın eski ismiydi! - Şeyh Celâl, 1519’da ortaya çıktı. ‘Mehdilik’ (!) iddiasında bulundu! ‘Mülk Allah’ındır!’ düsturunu savundu. Köylünün hakkını vermeyen, ağır vergilerle inim inim inleten, konaklarında/köşklerinde âlem yapan beylere/paşalara yanlışlarını haykırdı. Merkezi hükümete karşı durdu, otoritesini tanımadı. Osmanlı yönetimine - özellikle de ‘bürokrasideki devşirme ağırlığı’na! - duyulan yaygın memnuniyetsizlik, eşitsizlik ve Alevi Türkmenler’in sürekli kıyıma uğraması, isyanı tetikledi. Aynı bölgede daha önce, 1511’de ‘Şahkulu’ ve 1512’de de ‘Nurali’ kalkışmaları yaşandı. İstanbul idaresi, kılıç kullanarak, kan dökerek, liderlerini ipe çekerek başkaldırıları durdurabildi. ‘Saray tarihçilerine göre bölgedeki toplumsal hareketliliğin sebeplerinden birisi de: Safevî Devleti’nin tahrikleriydi!’
- İsyancıların Düzenli Orduları Mevcuttu… -
Birinci büyük başkaldırının lideri, devam eden benzeri eylemlere adını verdi! En etkin ve sürekli ayaklanmalar, 1604 ile 1609 arasında görüldü. Devlet yönetimi askeri gücünün çoğunu Avrupa’ya aktarmıştı. Osmanlı ile Avusturya arasındaki savaş uzamış ve 12 yıl sürmüştü. Anadolu coğrafyası neredeyse kaderine terk edilmişti. Müverrih(lerin) kayıtlarına göre, sayıları 40’ı bulan/aşan - kendilerine ‘Sarıca’ ya da ‘Sekban’ da denilen! - Celalî toplulukları diledikleri gibi davranırdı. Muhaliflerin bazıları sayıca az, bazıları ise ordu kurabilecek kadar kalabalıktı. Kalenderoğlu ve Canbolatoğlu adlı ‘asi’lerin emrinde on binlerce silahlı kişinin varlığı söz konusuydu. Komuta edilen kuvvetlerin düzenli ordu birliklerinden farkı yoktu. Hepsi eğitimliydi. Piyade ve süvari kıtaları dönemin askeri standartlarına uygundu. Tamamı özel kıyafetliydi, yevmiye/ulufe alırdı. İsyancı grupların içinde çok sayıda cepheden, hapishaneden kaçan, verilen emre uymadığı için birliğini terk eden ‘savaş deneyimli’ firari asker(ler) vardı.
16. asrın sonuna doğru Osmanlı Devleti sorunlar yumağı ile uğraşırdı. Ekonomi batık, toplum gayrimemnun, asker bitmeyen savaşlardan şikâyetçiydi. Ağır vergiler, toprak sisteminde çiftçilerin aleyhine yapılan düzenlemeler, Yeniçeri ve asker kaçaklarının kanlı zulümleri, eşkıyalığa özenmeleri, halkı bizar etti. Merkezi yönetim meseleleri çözeceğine derinleştirdi, sonra da ‘kılıç kullanarak’ halledebileceğini sandı. Sonuç çok geç alındı. Kanlı ve pahalıya mal oldu. ‘Kimi tarihçilere göre Haçlılar’dan daha fazla zaman harcandı; meşakkat ve çile çekildi. Ülkeyi baştanbaşa mamur ede(bile)cek servet(ler) harcandı!’
Anadolu’da Celali İsyanları yoğunlaştığında, Osmanlı Devleti’nin başında Sultan Birinci Ahmet - Ahmed-i Evvel! - vardı. Hükümdar, sorunu kökünden çözecek, gözü kara, acımasız, taviz vermez, yöntemi etkili idareci peşindeydi. İnatçılığı, devlete bağlılığı, yılmayan karakteri, despotluğu ve kan dökmesiyle tanınan Sadrazam (Kuyucu) Murat Paşa, aranılan özelliklere/kumaşa sahipti. Görevi kabul etti. Klasik strateji uygulanacaktı: ‘Kan dökülecek, avamın gözü korkutulacak, ses yükseltmesine, organize hareketine izin verilmeyecekti!’ ‘Önceki dönemlerden daha etkin, daha acımasız, daha kanlı ve daha kalıcı olunacaktı!’
- Kuyucu Murat Paşa, Hırvat Asıllı ‘Devşirme’ydi… -
Tarihimize ‘Kuyucu’ lakabıyla giren, Sadaret makamına kadar yükselen Murat Paşa’nın doğum tarihi net değildi. Bazı vakanüvisler, 1520’li yılların sonunda dünyaya geldiğini rivayet ederdi. ‘Devşirme’ydi! ‘Koca’ namı ile de anılan Paşa, Hırvat veya Arnavut asıllıydı. Bosna doğumluydu. Kaydında, ailesinin Katolik olduğu yazılıydı! Saraya alındı ve Enderun’da eğitildi. Yemen Beylerbeyi Mahmut Paşa’nın hizmetine girdi. Kethüdalığını yaptı. Mısır Valiliği’ne atandığında yanındaydı. Güvenini kazanınca, kızı ile hayatını birleştirdi. Devlet yönetiminde yükselmesinin yolu/önü açıldı. 1575’de, Yemen Beylerbeyliği’ne getirildi. Görevi 4 yıla yakın sürdü. Biyografisini yazanlara bakılırsa, ‘önemli sayılacak imar faaliyetlerinde bulundu. Çok sayıda hayır eseri inşa ettirdi!’ Hakkında çıkarılan dedikoduların da kurbanı oldu. ‘Çok zenginleştiği, iddiasıyla görevinden azledildi!’ 1580’de, İstanbul’a dönmesi emredildi. Servetine el konuldu, ardından hapse atıldı. Affedilmesi uzun sürmedi. 1585’de, Özdemiroğlu Serdar Osman Paşa’nın komutasında, Tebriz Seferi’ne iştirak etti. O sırada, Karaman Beylerbeyi’ydi. Safevî kuvvetleriyle girişilen mücadele uzun sürdü. Gece yarısı emrindeki birliklerle geri çekilirken, şansı yaver gitmedi: Su kuyusuna yuvarlandı. Hayatı kurtuldu fakat esir düştü. Alamut Kalesi’ne hapsedildiği rivayet edilecekti. 5 yıla yakın süre tutsak kaldı. 1590’da, taraflarca imzalanan anlaşma gereği serbest bırakıldı. İstanbul’a döndü.
Aynı yıl, 1590’da, Kıbrıs Beylerbeyliği’ne getirildi. 1594’de, Şam Beylerbeyi; bir sene sonra da Diyarbakır Beylerbeyi oldu. Avusturya ile Osmanlı arasında süren savaşlara da katıldı. Haçova Meydan Savaşı’nda yararlılık gösterdiği yazılacaktı. Ardından Macaristan Başkomutanlığı’na tayin edildi. ‘Belgrad ve Budin’in korunmasıyla görevlendirildi!’
1605’te, İstanbul’a çağrıldı, 4. vezirliğe atandı. Yeni tayin, ‘vezir-i azâmlık kapısının aralanması,’ diye yorumlandı. ‘Zira Osmanlı’da yeni Sadrazam, sayıları bazen 7’i bulan saygın/deneyimli - paşa rütbeli! - ‘vüzera’ arasından belirlenirdi!’
- Sultan, Sadrazam’ın Başını Hançeriyle Kopardı… -
Anadolu’yu il il atan/basan asiler, Dersaadet’in hemen yanı başındaki Bursa’ya kadar ulaştı. Ordu Komutanı/Serdar-ı Ekrem Ferhat Paşa, Konya ve Kayseri’de beklenen başarıyı sağlayamadı. Vezîr-i âzam Derviş Paşa sorumlu tutuldu. Şeyhülislâm Sunullah Efendi’nin fetvasıyla idamı uygun bulundu. Birinci Ahmet, Sadrazam Derviş Paşa’nın çadır ipi ile boğulmasını izlendi. Rağıp Şevki Yeşim’in ifadesine göre, ‘cesedinin kımıldadığını görünce kendi hançeri ile başını koparttı!’ Makama Murat Paşa’nın getirilmesi kararı alındı. Paşa, Sadaret mührünü Belgrad’da aldı. Müverrih kayıtlarında Murat Paşa, 11 Aralık 1606’da, Sadrazam yapıldı. - Paşa, uzun boyluydu! Yüzüne çocuk masumiyeti hâkimdi. Beyaz sakalı göbeğine kadar inerdi. Nezaket maskesinin ardında pek gaddar ruh taşırdı! - Hemen İstanbul’a doğru yola çıktı.
Kendisinden Anadolu’daki Celalî isyanlarını bitirecek tedbirleri alması, devlet otoritesini yeniden/kalıcı şekilde tesis etmesi beklenirdi. Avusturya ile savaşın uzun - tam 12 yıl! - sürmesi, Anadolu, Suriye ve Irak bölgelerinin kontrolünü zorlaştırmıştı. Osmanlı’nın yerine ‘yerel asi liderler’in sözü dinlenir olmuştu. İç ayaklanmaların maliyeti de fevkalade ağırdı. Ticaret durmuş, halk fakirleşmiş, güvenlik kalmamıştı! İnsanın değeri yoktu. Köyler, kasabalar, hatta şehirler günün her saatinde basılır, ahali soyulur, cinayetler/katliamlar ‘vaka-i adiye’den sayılırdı.
- Açlık ve Yokluktan Binlerce İnsan Telef Oldu… -
‘Celalî’ kalkışmalarının etkileri 1603’den sonra etkin şekilde hissedildi. Özellikle Orta Anadolu ve Güneydoğu’da çok büyük felaketler yaşandı. Osmanlı’nın denetimini yitirmesi, Safevî Devleti’nin bölgede nüfusunu artırması ve muhaliflere destek vermesi, lokal savaş alanları yarattı. Konya, Kayseri, Ankara, Kütahya, Afyon, Amasya, Tokat, Yozgat, Malatya, Harput, Maraş, Kastamonu gibi şehirler ile daha küçük yerleşim merkezlerinde hayat cehenneme döndü. Vilayetler, kasırgadan çıkmış felaket bölgelerine benzedi. Evler ve dükkânlar soyuldu. Medreseler, atölyeler, değirmenler, tarlalar ateşe verildi. Hasadı gelen ürünler ya yakıldı, ya tarla(lar)da kalıp çürüdü. Can ve namus derdine düşen halk, köyünden, kasabasından kaçtı. Emin gördüğü yerlere sığınmaya çalıştı. Üretim yapılamayınca, tarihte eşine ender rastlanan kıtlık(lar) yaşandı. Bir dilim ekmek, bir bardak süt bulunamadı. Nice bebek yeterli beslenemediğinden canını yitirdi. Her yaştan insan açlıktan/yoksulluktan hastalandı, çaresiz kaldı.
Halep Beylerbeyi Ali Canbolat - ya da Canbolatoğlu! - kendi ordusunu kuran en tanınmış asi reisi idi. Tepeden tırnağa silahlı 16 bin - başka bir kayda göreyse 30 bin! - adamının varlığını iddia ederdi. Mayıs 1606’da, Dersaadet’e mektup gönderdi, taleplerini iletti. Halep Eyaleti’nin idaresi kendisine verilmeliydi. Tarsus, Sivas, Bozok, Kars, Maraş, Malatya, Çemişkezek, Samsad, Maarra, Üzeyr, Hama ve Raka gibi vilayetlerin şahsına terk edilmesini istirham etti. Akrabası ve güvendiği 14 kişinin yönetime getirilmesini beklediğini de belirtti. Planına göre hem zatını, hem de hac güzergâhını güvene alacaktı. Beklentileri yerine getirilirse, bütün kuvvetlerini Osmanlı’nın emrine verecekti. İran cephesinden arzulanan zaferin kazanılmasına yardımcı olacaktı.
- Canbolatoğlu, Kendisine Yabancı Müttefik de Buldu… -
Canbolatoğlu’nun hırsının sınırı yoktu. Devrin müverrihlerine göre, Toskana Dükü ile yazışmalar yaptı ve ittifak kurdu. Hatta cüretkârlığını göstermekten de çekinmedi. Hükümdarlığını ilan etti. Adına hutbe okuttu. Altın/gümüş sikke kestirdi.Sadrazam Murat Paşa, Anadolu’da saltanatlarını ilan eden derebeyilerle 4 yıl uğraştı. İran Şahı - Safevî Hükümdarı! - Birinci Abbâs da, süreci kendi lehine çevirme gayretindeydi. Hem Celalîlere yardım etti, hem sınırlarını genişletti. Gence, Şemahi ve Şirvan kalelerini zapt etti. Ama elinde tutamadı. 1610’daki İran Seferi’nde hepsi geri alınacaktı.
Paşa, İstanbul’dan Anadolu’ya geçtiğinde yaşı 85’e yaklaşıyordu. Yaşlılığına karşın mücadeleden kaçmazdı. İnatla yürüyüşünü sürdürür, yere düşmemek için kendini atının semerine bağlatırdı. Önüne çıkan herkesin başını vurdururdu. İfadesini almaya, mahkemeye çıkarmaya tenezzül etmezdi. En büyük suç: Huzuruna çıkmak/getirilmekti! Çocuk, yetişkin, genç kız, anne, yaşlı, hasta, sakat dinlemezdi. Cesetleri de kuyulara doldurturdu. Geçtiği yollar kanla sulandı. ‘Devlete bayrak açan Celalî’nin yanında görülmek, bir bardak su vermek, atına arpa veya saman yedirmek, büyük suçtu!’ Cezası: ‘Kılıçla başının uçurulması’ydı! Hele Safevî Hükümdarı’nın taraftarlarının ya da yerel şeyhlerin ve müritlerinin yaşama/soluk alma hakları yoktu! Devletin önünde hiç kimse, hiçbir zümre duramazdı! Hakkını savunmak için dahi yönetimin karşısına geçemezdi! ‘Ölen de, öldüren de Müslüman’dı! Olay: Aynı dinin 2 farklı mezhebine mensup hanedanların etki/yetki alanlarını koruma/genişletme mücadelesiydi! Arada kalıp kanı dökülenler: ‘Sünni’ veya ‘Alevi’ diye kategorize edilen ‘bîgünah’/masum Türkmenler’di! Sayıları da on binlerle ifade edil(ir)di!
Ali Hikmet İnce