Eyüp Sultan Kabristanı’ndaki mezar taşında, ‘Az yaşa, çok yaşa; akıbet er geç gelir başa,’ yazılıydı. Uzun hayat sürmek isteyenlere, ‘Bol yoğurt yemelerini,’ önerirdi. Günlük yaşamında en çok bulgur pilavı, yoğurt ve salata tüketirdi. Ömrünün çoğunu geçirdiği İstanbul’da, Tophane’de mütevazı ahşap aile evinde kalırdı. Zaro Ağa, akşam yemeğine erken saatte otururdu. Tepside çoğunlukla kuru ekmek, yoğurt, bazen de ayran bulunurdu. Atasından edindiği alışkanlığı yaşamı boyunca sürdürdü.Uzun ömründe eşlerinin ve biri dışında bütün çocuklarının ölümüne şahitlik etti. 35 evladını toprağa verdiği yazıldı.
Zaro Ağa, 1,5 asrı aşan yaşamının son yıllarında ün ile tanıştı. 130 yaşında şöhretin(in) zirvesine çıktı. Önce Türk, hemen ardından dünya basınının manşetlerini süsledi. İstanbul’da yayınlanan gazete ve dergiler, Zaro Ağa’nın öyküsünü okuyucularına iletti. Ağa, Anadolu’nun her köşesinde bilinir oldu. ‘Bazı turizm/seyahat acenteleri, evinin bulunduğu bölgeye özel tur(lar) düzenledi. Bazen kendisi, bazen de aile fertleri misafirlerle ilgilendi!’
- Yaşamı Boyunca 10 Osmanlı Padişahı Gördü… -
Zaro Ağa, bazı kayıtlarda 1774, kimi kaynaklarda ise 1777’de, Bitlis’in Mutki ilçesinin Meydan Köyü’nde doğdu. Babasının adı Şemsi’ydi. Yörede, Şerif Mirza Aşireti’ne mensup aileler otururdu. Ağa, askerlik çağına - 18’ine! - kadar, ailesinin/akrabalarının yanında kaldı. Sonra İstanbul’a gelip yerleşti. Osmanlı tahtında 4. Mustafa vardı. Tophane’de kalacak yer edindi. Ömrünün sonuna kadar aynı çevrede yaşadı.
Bitlisli Zaro Ağa, yaşamı boyunca 10 Osmanlı padişahı - I. Abdülhamit, III. Selim, IV. Mustafa, II. Mahmut, Abdülmecit, Abdülaziz, V. Murat, II. Abdülhamit, V. Mehmet Reşat, Vahdettin! -, 28 sadrazam, 1 cumhurbaşkanı ve 5 başbakan gördü. Osmanlı’nın son asrında yaptığı 6 büyük savaşa katıldı veya şahitlik etti: ‘Kafkas Savaşı’ - ‘Rus Çerkez Savaşı’! - (1817 - 1864), ‘Kırım Harbi’ (1853 - 1856), ‘Rus Harbi’ - ‘93 Harbi’! - (1877 - 1878), ‘Balkan Harbi’ (1912 - 1913), ‘İstiklal Harbi’ (1919 -1922)…
Önemli toplumsal olaylara da tanıklık etti: ‘Kabakçı Mustafa İsyanı’ (Mayıs 1807), ‘Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılması’ - ‘Vaka-i Hayriye’ (16 Haziran 1826)! -, ‘Tanzimat Fermanı’ (1839), ‘Birinci Meşrutiyet’ (23 Aralık 1876), ‘İkinci Meşrutiyet’ (23 Temmuz 1908), ‘Cumhuriyet’in İlanı’ (29 Ekim 1923), vb. gibi…
- ‘Yeniçeri Ocağı’nda Ölümden Döndü… -
Zaro Bey, ilk defa, 1799’da, - kendi beyanına göre! - Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu’nda askerdi. Akka Kuşatması’nda Napolyon’a karşı savaştı.
Ağa, 1826’ya kadar Yeniçeri Ocağı’na kayıtlıydı. Sultan 2. Mahmut, 18 Haziran 1826’da, İstanbul halkına çağrı yaptı. Kutsal Emanetler arasında muhafaza edilen Sancak-ı Şerif’i - Hazret-i Muhammed'in Sancağı’nı! - çıkarttı. Emirlerine uyulmasını ve birlik içinde hareket edilmesini buyurdu. Padişah ve ulema, Yeniçeri Ocağı’ndan hoşnut değildi. ‘Ocak, muhalefetin merkezi, baş kaldırıcıların/isyan(lar)ın odağı,’ diye yorumlanırdı. ‘Mensupları askerlik dışında her işle uğraşırdı. Padişah indirir, vezir öldürür, buyruklara uymaz ve bildiğini yapmaktan geri durmazdı!’ Mahmud-u Sâni’nin hükümdarlığına da karşı çıkıldı, engellemeye çalışıldı.
2. Mahmut, şehirdeki askeri kuvvetler, bilhassa da topçu birlikleri ile beraber, Sultan Ahmet Meydanı civarındaki Yeniçeri Kışlaları’nı sardırdı ve muharebeye girdi. Aynı anda şehrin bütün giriş çıkış kapıları tutuldu, kapatıldı. Yoğun topçu ateşi başlayınca, erat kışladan çıkıp saldırmaya kalkıştı fakat başaramadı. Geri çekilip kışlaların kapılarını kapattılar. Tophane’den getirilen güçlü topların da devreye girmesi ile ‘kanlı imha harekâtı’ hız kazandı. Rivayetlere göre 20 ile 40 bin arasında Yeniçeri öldürüldü. Sağ kalıp kendini sokağa atanların işini de öfkeli halk ya da asker bitirdi.
- Cami İnşaatlarında Amelelik Yaptı… -
Genç Zaro şanslıydı. Kışladan çıkmayı, kıyafet değiştirmeyi başardı. Anlatısına göre, tanınmamak ve canını yitirmemek için günlerce saklandı. Ayasofya civarındaki tünelleri barınak belledi. Ortalık sakinleşince de, normal hayata döndü.
Zaro Ağa, çeşitli inşaatlarda çalıştı. 1826 - 1829 yılları arasında yeniden inşa edilen Selimiye Kışlası’nda - mimarı Kirkor Balyan! - çalıştı. 1823 - 1826’da, Nusretiye Camii’nin - mimarı Kirkor Balyan! -, inşasında amelelik yaptı. Beyanına göre Dolmabahçe Sarayı - 1843 ile 1856 arasında hayata geçirildi! Mimarları: Mihran Mesrobian ve Nikoğos Balyan! -, Büyük Mecidiye Camii’nin - 1853’de başlanıp 1856’da bitirildi. Mimarı Nikoğos Balyan! - yapımında işçi olarak ter döktü.İnşaat faaliyetleri yavaşlayınca, kazancını hamallıktan temin etmeye çalıştı.
Tarihimize ‘93 Harbi’ diye geçen, 1877 - 1878 Osmanlı Rus Savaşı’na Şerif Mirza’nın komuta ettiği birliğe katıldı. Çeşitli yararlılıklar gösterdi ve bacağından yaralandı.İstanbul’a dönüp iyileşince hamallığa devam etti. Şehirdeki taşıyıcılar arasında haklı üne ve saygıya sahipti. 1840’dan itibaren, gayrı resmi ‘İstanbul Hamal Topluluğu’nda sözü geçer oldu, başkanlığında da bulundu. Uzun yıllar fahri ‘kâhya’ vazifesini üstlendi. İskelelerde ve gümrük kapılarında fiyat belirlenmesinde etkindi. Kâhyalık görevini 30 yıla yakın sürdürdü, gelirden mütevazı pay alarak hayatını idame ettirdi. Müslüman hamalları örgütlemesi, gayrimüslim taşıyıcılar arasında memnuniyetsizlik ve hasımlık yarattı. Menfaat mücadeleleri, grup kavgaları, yaralamalara sebebiyet verdi. Ama 2 rakip güç zaman zaman işbirliğine de gitti. 1908’de, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i işgal etmesi ve ardından ilhakı üzerine beklenmedik reaksiyon gösterildi. İstanbul hamalları, Avusturya ürünü malların gemilerden ve trenlerden indirilmesini boykot etti. ‘Avusturya’nın çürük mallarına ihtiyacımız yok!’ sloganı haykırıldı. Türk, Rum ve Ermeni hamallardan ‘boykot komitesi’ oluşturuldu. Topluluk daha sonra ‘İktisadi Harp Cemiyeti’ adını aldı. 20. asrın başında sadece İstanbul’da 40 bine yakın - belki daha da fazla! - taşıyıcı vardı. Bir seyyahın kayıtlarına göre, her sokakta, her meydanda, her pazar yerinde birkaçına rastlanırdı.
- Hamallardan Her Zaman Saygı ve Sevgi Gördü… -
Bazı tarihçilerin kayıtlarına göre, İttihat ve Terakki Partisi, imparatorluğun her sosyal kesiminde/sınıfında örgütlenmeye özel önem ver(ir)di. Hatta İstanbul’u atar damarlar gibi saran taşıyıcıları, ‘Hamallar Cemiyeti’nin çatısı altında toplamaya girişti. Adı geçen meslek grubunun yöneticilerinden çok önemli teşkilatçılar çıktı. Mesela, Hamallar Kâhyası Salih Reis, ‘Mim Mim Grubu’nun kurucusuydu. Türkiye Sosyalist Fırkası’nın - İştirakçi Hilmi tarafından kurulan! - ilk üyelerindendi.Zaro Ağa, yaşlanmasına ve meslekten el çekmesine rağmen, küfecilerden her daim sevgi, saygı ve yardım gördü. Her zaman baş üstünde tutuldu, tecrübesinden ve fikirlerinden yararlanıldı.
1914’de, Mihri Müşfik Hanım’ın sahibi ve kurucusu olduğu, sadece genç kız öğrencilerin devam edebildiği ‘İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nde - ‘Kızlar İçin Güzel Sanatlar Akademisi’! - kısa süreli ‘çıplak mankenlik’ denemesinde bulunduğu yazıldı. Resim atölyesindeki çalışmalar için ‘erkek manken’ getirilmesi yasaktı. Okulun kurucusu Müşfik Hanım yenilik yanlısıydı, girişkendi ve dediğini yaptırırdı. Bürokrasiyi aşırı ısrarıyla ikna etti. Yasak kararını kendi lehine yumuşattırmayı başardı: ‘Erkek modelde çok yaşlılık ve evlilik şartları aranacaktı! Genç kızları etkileyecek - âşık edecek! - kadar yakışıklı ve gösterişli olmayacaktı!’ Zaro Ağa, neredeyse 140 yaşındaydı, ağzında kalan dişleri de sayılabilirdi.
- Güzel Sanatlar Akademisi’nde Çıplak Mankenlik Yaptı… -
Zaro Ağa’dan önce, bıyık tak(ıl)mış kızlar mankenlik yapmaya çalışmıştı. Daha sonra da ‘muhafazakâr’ alçı heykeller kullanılmıştı. Şehirde, ‘Akademideki kızlar üryan herif heykellerine bakıyor, dokunuyor!’ şayiası almış yürümüştü. Dedikodu durdurulmalıydı. Çare de belliydi: ‘Yaşlı, çirkin ve özürlü erkek adaylar denenebilirdi!’
Zaro Ağa, okulda kısa süre çalışabildi. 3-4 gün sonra yeni işini bıraktı. Okul yönetimi telaşlandı, evine elçi gönderildi. Bir röportajında işini terk ediş nedenini açıklayacaktı: ‘Öğrenci kızlar huriler kadar güzeldi. Sürekli göz kırparlardı. Başını, yanaklarını okşarlardı. Sık sık makas alırlardı. Kalabalık ve yoğun ilgiden rahatsızdı. Bir iki kişiye dayanabilirdi. Fakat çok sayıdaki genç hanıma tahammül gösteremezdi.’ ‘Vallahi de gelmem, billahi de gelmem,’ demişti.
6 Ekim 1923’de, Şükrü Nail Paşa komutasındaki Türk askerleri İstanbul’a girdi. 3. Kolordu’ya bağlı birlikler, Üsküdar ve Haydarpaşa semtini ele geçirdi. Haydarpaşa Garı teslim alındı. İlk kurbanı kesen: 146 yaşındaki Zaro Ağa idi. Ordumuzun başarısını ve ‘kutsal savaş’ sonunda kazanılan zaferi kutluyordu. Yaşlı hamalın övgüye değer hareketi hemen dikkat çekti. Ankara’da yayınlanan Yeni Gün gazetesi, ihtiyar adamla ilgilendi ve mülakat yaptı. Uzun, ilginç, romanlara konu edilecek öyküsünü kamuoyuna aktardı.
- Mevkutenin sahibi, Yunus Nadi Bey’di. Yeni Gün, ilk yayınına - 16 Mart 1920 Salı günü! - İstanbul’da başladı. Anadolu Hareketi’ni destekleyince, Osmanlı’nın son yönetimince kapatıldı. Yunus Nadi Bey, Ankara’ya geçti. Gazetesini, ‘Anadolu’da Yeni Gün’ adı ile 10 Ağustos 1920’den itibaren tekrar neşretmeye girişti! -
Ali Hikmet İnce