Orman yangınları, insanlık tarihinin başlangıcına kadar uzanırdı. Kadim metinlerde, çeşitli sebeplerden çık(arıl)an küçük/büyük yangılardan bahsedil(ir)di. Söndüren de insanoğlu değil, mevsim yağmurlarıydı. Yanan bölgeler, aşırı/yoğun yağıştan sonra sel alanı haline gel(ebil)irdi.
Ormanlarda ve şehirlerde çıkan yangınlarla ilk düzenli mücadele eden Romalılardı. Roma lejyonları, ateşi etkisiz hale getirmede eğitimliydi/talimliydi.
İstanbul’un fethinden sonra, şehir merkezinde ve çevresini saran ormanlarda çıkan irili ufaklı yangınlara askerler, özellikle de Yeniçeriler müdahale etti.
Fethedilen topraklarda ormanların bakımı yakınında oturanlara aitti. Köylü, çiftlik çalışanı kışlık yakacağını temin eder, ağaçlık bölgeyi gözü gibi korurdu.
Osmanlı’nın herhangi bir şehrinde veya yerleşim merkezinde ev(ini) yakan, yanmasına sebep olan ibret teşkil etmesi için idam edilirdi. Uygulama Kanuni Sultan Süleyman döneminde kaldırıldı.
18. asrın başlarında tulumbanın keşfedilmesi, ateşi bastırmayı kolaylaştırdı. Söndürme süresini kısalttı. 1720’de, İstanbul’da ‘Tulumbacı Ocağı’ kuruldu. Bir süre sonra da, ‘İtfaiye Alayları’ devreye girdi. 1869’de belediye örgütlenmesi ihdas edilince, organizasyon genişledi. Mahallelere kadar teşkilatlandı.
- İlk İtfaiye Teşkilatları Avrupa’da Kuruldu… -
Osmanlı’da ilk itfaiyecilere ‘tulumbacı’ denirdi. Şehrin yüksek bölgelerine kurulu kulelerden yangın(lar)ın yer(ler)i öğrenilirdi.
İlk ve öncü itfaiye ekiplerine Orta Avrupa’da rastlandı. Tarihi kayıtlara göre, Fransa ve Macaristan en başta örgütlenen 2 ülkeydi. Belediyeye bağlı tam donanımlı ilk itfaiye birliği de, 20 Haziran 1726’da İngiltere’nin Beverly kentinde kuruldu.
Tulumbanın icadı, yangın söndürmeyi hızlı ve örgütlü hale getirdi. Avrupa’nın bazı ülkelerinde, Amerika’da, atlı arabaların üzerine yerleştirilmiş tazyikli su fışkırtan pompalar kullanıldı. İtfaiyeciler için de yer ayrıldı. Bir kısmı, sürücünün arkasında sıralanan banklarda otur(ur)du. Diğerleri de - olay yerine kadar! - ayakta dur(ur)du. Atlı itfaiyenin çanı sürekli çalınır, yolun açılması ve insanların olaya odaklanması sağlanırdı.
Yangınlar artıp genişledikçe yeni araçlar ve etkin metotlar geliştirildi.
Osmanlı’da, şehri ve ahaliyi rahatsız eden yangınlara karşın etkin önlemler al(dır)an ilk padişah 3. Murat’tı. İstanbul Kadısı’na ferman gönderdi: Her evde olması gereken gereçleri sıraladı. ‘Her hanede, çatıya yetişecek uzunlukta merdiven, su depolanacak büyükçe fıçı bulundurulacaktı! Yangın mahallinde oturan halk kaçmayacak, söndürme çalışmalarına gönüllü katılacaktı! Görevliler de, insanları kontrol edecek ve yönlendirecekti!’
- Tulumbacılar, ‘Yeniçeri Ocağı’na Bağlıydı… -
Yapımı hızlı ve kolay ahşap evler İstanbul’un her tarafını sarmıştı. Çıra gibi tutuşuyor ve yalazı etrafa da sıçratıyorlardı. Yangın, şehir ve ahalisi için en önemli felaketlerdendi. Çok geçmeden alev söndürme örgütü ve elemanları ortaya çıktı. ‘Tulumbacı’ diye tanınacak gönüllüler, ‘Yaman geliriz, yaman gideriz!’ naralarıyla tanındı. Cesaretle yangın alan(lar)ına girip/dalıp, insan ve eşya(ları) kurtardılar.
‘Tulumbacı’ taifesi, 1714’de resmen faaliyete geçti. 1720’de, Yeniçeri Ocağı’na bağlandı. 'Dergâh-ı Âli Tulumbacı Ocağı' adıyla anılır oldu. Birliğin kuruluşu, Lale Devri’ne denk geldi. Banisi de: 3. Ahmet’in sevgili damadı, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’ydı. 1826’ya kadar faaliyetlerini sürdürdü. Yeniçeri Ocağı lağvedilince, o da kapandı. Yerine 1827’de, - askeri sayılabilecek! - ‘İtfaiye İdaresi’ oluşturuldu. 25 Eylül 1923’de de, belediyeye devredilip modernize edildi.
Osmanlı’da, yangınlar ve itfaiye çalışmalarına ilişkin en geniş kayıtlar İstanbul için tutuldu. Şehir, tarihi boyunca irili ufaklı çok sayıda yangın geçirdi. Alevler, kenti veba salgını gibi etkiledi. Çok derin izler bıraktı. Yalaz, şehrin kalbine/tarihine ateş düşürdü. Kimliğini, kadim dokusunu yok etti. Çok sayıda tarihi eser sonsuzluğa göçtü.
- Tulumba, Fransız Asıllı Müslüman Mühendis Tarafından Bulundu… -
Semt yangınları, yöre halkı ve karakollarda görevli Yeniçerilerin üstün gayreti ve desteğiyle söndürülürdü. 18. asrın başına kadar taşıma su kullanılırdı. Bazen şehirdeki su sarnıçları da yetersiz kalırdı. Tulumba bilinmediğinden yangını bastırma süresi uzardı.
İstanbul’u yangın belasından kurtarmaya gayret edenler arasında David adlı, Fransız asıllı mühendisin çalışmaları tarihe geçti. Mühendis David, İslam dinini seçmişti. Kalabalık - tam 10 kişilik! - ailesini de yanına alıp, Dersaadet’e geldi. Galata semtine yerleşti. Adını da ‘Davut Gerçek’ olarak değiştirdi. Hatta Osmanlı Ordusu’na yazıldı. Venedik Seferi’ne de gönüllü iştirak etti. Bir gün, Tersane önüne demirlemiş geminin yanışına şahit oldu. Çevresinden yangınların şehre verdiği ağır hasarların hikâyelerini dinledi ve üzüldü. ‘Dünyanın en kıymetli incisi’ İstanbul, kaderine rıza gösteremezdi!
Mühendis Davut Efendi, 1715’de, yangın söndürmede kullanılabilecek ilk tulumba örneğini oluşturdu. Birkaç denemeden sonra keşfinin hızını ve yararını anladı. İcadı, Tophane ve Tüfekhane’de çıkan yangınlarda kullanıldı. faydası hemen görüldü. Davut Ağa, bazı olaylarda tulumbacı gibi çalıştı. Samimi gayret sergiledi. Sadrazam Damat İbrahim Paşa, afet mahallindeydi. Mühendisin keşfinden de haberdardı. Kendisini tanıyıp can siperhane çalışmasını görünce, ödüllendirdi: ‘Tulumbacı Ağası’ yaptı. Yeniçeri Ocağı’na bağlı ‘Tulumbacı Teşkilatı’nın kurulmasını da emretti. Yeni örgüte, Şehzadebaşı’ndaki Kapamacılar Çarşısı’nda yer gösterildi.
- Tulumbacılar, Yeniçeri Ocağı’nın Acemi Oğlanları Arasından Seçilirdi… -
Davut Gerçek’in icat ettiği tulumba zaman içinde değişime uğradı. Osmanlı’nın son dönemine kadar mahalle aralarında kullanılan biçimine dönüştü. ‘Ama ağalığına getirildiği örgüt daha kısa ömürlüydü!’ 110 yıl kadar yaşayabildi. 1826’da Yeniçeri Ocağı feshedildiğinden tarihe karıştı. ‘Tulumbacılar Ocağı da mazinin tozlu lâbirentlerinde kayboldu!’
Tulumbacılar, Yeniçeri adayı ‘acemi oğlan’lar arasından seçilirdi. Yeniçeri Ocağı’nın her kolunda, bir yangın tulumbası vardı. Bir yangın söndürücünün çevresinde de 10 - 12 acemi nefer vazifeliydi.
Patrona Halil İsyanı’ndan sonra Topkapı Sarayı’nda da bir tulumbacı birliği oluşturuldu. Birinci Mahmut, yeni bölüğü bostancı başının emrine verdi. Kendilerine Yalı Köşkü’nün yanında mekân tahsis ettirdi. Her ocak; Topçu Ocağı, Cebeci Ocakları, Tersane vb. kurumlar kendi tulumbacı kısımlarını oluşturdu.
- İstanbul, 2 Yıl İtfaiyesiz Kaldı… -
1826’da, Vaka-i Hayriye’den, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının ardından İstanbul’da itfaiye yokluğu ortaya çıktı. Olaydan 50 gün sonra ‘Hocapaşa Yangını’ yaşandı. Şehrin neredeyse yarısı yandı, küle döndü. Kumkapı’ya kadar çok geniş bölgede yaşam durdu. İtfaiye Teşkilatı’nın acilen yeniden kurulması gerekliydi. Hükümet çalışma yaptı. Fakat 2 yıl sonra, 1828’de, devreye sokulabildi.
Yeniçeri Ocağı lağvedilince, yerine Avrupa orduları standardında yapılanmaya gidildi. ‘Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu’ kuruldu. İtfaiyeciler de, ‘Tulumbacı Taburu’nu oluşturdu. Adına da ‘Yangıncı Taburu’ denildi. Örgüt daha sonra ‘Askeri İtfaiye’ adını alacaktı.
Osmanlı, 1840’da, Orman Genel Müdürlüğü’nü de kurdu. Böylece ormanlarda ve yeşil alanlarda çıkan yangınlar için yasal düzenlemeye kavuşuldu. ‘Orman Layihası’ adlı 22 maddelik yönetmelikle yapılacak işlerin çerçevesi çizildi. Avrupa’dan bilirkişiler davet edildi. 2 uzmandan, Louis Tassi ve Aleksandre Etsem’den görüş(ler) alındı. Danışmanlıklarından yararlanıldı. Yepyeni organizasyona gidildi.
Orman Genel Müdürlüğü’ne bağlı Orman Şube Müdürlükleri de oluşturuldu. Devletin görüşü, masrafların orman köylüsünden toplanması yönündeydi. Giderler artıp vergi miktarları çoğalınca tahsilât sorunları yaşandı. Köylü(ler), sırt(lar)ında her gün ezen yükten şikâyetçiydi. Memnuniyetsizlikler, şube müdürlüklerinin kaldırılmasına sebep oldu.
Osmanlı, şehir içinde ve kırsal alanda - özellikle de ormanlık bölgelerde! - yangın çıkaran(lar)ı ‘kundakçı’yı çok ağır cezalandırırdı. Suçu sabit görünen(ler), ömür boyu kürek cezasına mahkûm edilirdi. Yelkenli gemilerde ölüne kadar kürek çekerlerdi. Asla affa mazhar olmazlardı.
- Tulumbacı Taifesi Vergiden Muaftı… -
Devlet, Tanzimat Fermanı ile Batı tarzı yapılanmaya gitti. Sultan Abdülaziz döneminde, 1868’de, ‘İstanbul Şehremaneti’ - İstanbul Belediye Başkanlığı! - ve belediye daireleri kuruldu. İtfaiye teşkilatı, belediyeye bağlandı. Yangın söndürme işleri yerel yönetimlere devredilmiş oldu. Her belediye kendi tulumbacı takımlarını oluşturdu. Yeterince eleman ve araç gereç sağlandı. Her semtte ‘tulumbacı ocağı’ açıldı. Mahallenin bekâr gençleri arasında seçme yapıldı. Güçlü, uzun boylu, hırslı, çalışkan, yılmaz delikanlılar kaydedildi. At arabası, fayton süren, hamallık yapan, inşaatlarda amele duranlar özellikle intihap edildi. Kendilerine vergi muafiyeti sağlandı. Mütevazı maaş(lar) bağlandı. Günlük bir somun ekmek verildi. Her yılın belli günü bir takım esvap - don, gömlek, keçe külah ve yemeni! - bahşedildi. Geceleri barınacakları koğuş da tahsis edildi.
Tulumbacı seçilenler, günlük işlerini yapardı. Yangın çıkınca veya ihbar alınınca hemen koğuşlara dönülür, tulumbalar alınır ve felaket bölgesine koşulurdu. Yangıncılara, semtlerine göre ‘daireli’ ismi de verilirdi: ‘Beyoğlu Daireliler’, ‘Üsküdar Daireliler’ gibi adlarla anılırlardı. ‘Reis’ veya ‘İkinci Reis’in kumandasındaydılar.
- İstanbul’un En Tanınan Tulumbacısı ‘Çiroz Ali’ydi… -
İstanbul ahalisi, semtlerinde gönüllü tulumbacı birlikleri de ihdas etti. Mahallenin bıçkın, seçkin, çapkın, uçarı gençleri itfaiyeci takımlarına katıldı. Hatta topluluklar arasında aşırı rekabet, yarış(ma)lar oluştu. Sert davranışlara, grup kavgalarına şahit olundu. Çekişmeler, taraftar sayısını ve ilgisini çoğalttı. Macera, heyecan, şöhret, aşk arayan çok sayıda genç, ‘tulumbacı ocakları’nda yuvalandı. Esnaf çocukları, mirasyediler, paşazadeler, edebiyat heveslileri gönüllüler arasındaydı. İdadililer, darülfünun talebeleri de sayıca az değildi. ‘Bazı tulumbacı gençler öylesine yakışıklı ve ehli dildi ki, kısa sürede şehrin en güzel kızlarıyla anıldılar!’ Yaşadıkları aşk hadiseleri dillerde dolaştı. Hikâyelere, romanlara konu edildi. Tulumbacı sevdaları şiirlere dahi döküldü. Bazı literatür tarihçilerine göre zengin sayılabilecek ‘tulumbacı edebiyatı’ oluştu. ‘Tulumbacı argosu’ denilen ilginç lügat ortaya çıktı. Hatta bazı namlı tulumbacılar, İstanbul’un tamamında tanındı. ‘Çiroz Ali’ en bilinenlerdendi. Şehrin zengin, aşka susamış, maceraperest hanımları arasında çok ünlüydü. ‘Kıyakçıgüzeli’ lakabıyla da tanınırdı.
1960’da çekilen, Necip Fazıl Kısakürek’in senaryosunu yazdığı, Lütfi Ömer Akad’ın yönettiği, ‘Yangın Var/Eski İstanbul Kabadayıları’ filminde tulumbacılar ve aralarındaki amansız rekabet işlendi. Prodüksiyonun başrollerinde Ayhan Işık, Leyla Sayar, Turgut Özatay, Efkan Efekan, Hulusi Kentmen ve Osman Alyanak oynadı.
- Macaristan’dan Asker Yangın Uzmanı Davet Edildi… -
Yeni organizasyonun da yetersiz kaldığı çok geçmeden ortaya çıktı. 11 Haziran 1870’de, ‘Büyük Beyoğlu Yangını’ konunun önemini yeniden hatırlattı. Tarihi semt kısa sürede kül haline geldi, tanınamaz duruma düştü. 3 binden fazla ev ve dükkân yandı. ‘Pera ahalisi, malının mülkünün çoğunu yitirdi!’ ‘Yangın söndürme örgütü ve araç gereçleri yetersizdi!’
Zararı ödemek zorunda kalan sigortacıların şikâyetleri ayyuka çıktı.
1873’de, Macaristan’dan davet edilen askeri uzman - Macar Ulusal İtfaiye Birliği Başkanı! - Kont Szeçsenyi Öden’den görüş istendi. Kendisine ‘Paşa’ rütbesi verildi. Osmanlı Ordusu’na katıldı. 2. Abdülhamit’in tam desteğini aldı. Öden Paşa’nın önerisi üzerine, Yıldız Sarayı’nda iki taburlu İstihkâm Alayı görevli kılındı. Birlik, ihtiyaç duyulan her türlü yangın söndürme araçlarıyla teçhiz edildi.
‘93 Harbi’ diye tarihimize geçen ‘1877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşı’ndan sonra İstihkâm Alayı’na bir tabur daha eklendi. Anadolu Yakası’nda yoğunlaşan mahalle ve orman yangınlarını engellemek için 1893’de, 4 bölüklük yeni birlik oluşturuldu. 2 yıl sonra, 1895’de, ‘Bahriye İtfaiye Taburu’ da organize edildi. Yeni örgütlenme başarıyla çalıştı.
- Cumhuriyet Döneminde İtfaiye Teşkilatları Belediyelere Bağlandı… -
1923’de, Millî Müdafaa (Savunma) Bakanlığı, İstanbul Belediyesi’ne resmi bir yazı gönderip, asker görevlileri itfaiye bölüğünden çektiğini bildirdi. İtfaiye İdaresi’nde sivil yurttaşlar çalışacaktı. Dönemin İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Ali Haydar Yuluğ Bey, Cumhuriyet’in ilk modern itfaiye örgütünü kurdu. Bir ay sonra da Üsküdar, Beyoğlu, Kadıköy ve diğer bölgelerde yeni oluşumlara gidildi.
Muhittin Üstündağ’ın belediye başkanlığı döneminde de, Bakırköy, Heybeli, Halıcıoğlu, Yeşilköy, Erenköy, İstinye vb. bölgelerde yeni birimler oluşturuldu.
16 Şubat 1924’de yayınlanan kanunla ‘Ankara Belediye İtfaiyesi’ kuruldu. Sivil itfaiyeciler, askeri personelden araç ve donanımları devralıp görevlerine başladı.
Ali Hikmet İnce