Zeki Müren, Bursa’daki bahçeli evlerinde, günün meşhur solistlerinin taş plaklarını dinleyip, sanatçıları taklit ederdi. Çoğu zaman da, döneminin ünlü türkücüsü Zehra Bilir’i rol model edinir ve beyaz mendil sallardı. Aslında beyaz mendili zamanın bütün hanım sanatçıları kullanırdı.
Annesi tarafından dedesi ve ninesinin de sesleri güzeldi. Kulağındaki ilk tınılar onlarınkiydi. Evin havuz başında, sardunya saksıları arasında, günün en seviler şarkılarını/türkülerini terennüm ederdi. Saatler boyu, bıkmadan usanmadan, bazen tekrarın tekrarını yapardı. Kendisini sabırla dinleyen büyüklerinin alkışları ve takdir bildiren sözlerine yerlere kadar reverans yaparak karşılık verirdi. Bu temrinler, anımsamalar ilkokulun ilk yıllarına aitti. Müren çocukluğunu anlatırken, ‘hayal meyal’ dediği hatıralarını göz yaşları arasında yad edecekti.
- Musiki Bilgisini Kendi Kendine Geliştirdi… -
Ortaokulda sınıf müsamerelerinde, yaş günlerinde, millî bayramlarda değişmeyen solistti. Musiki bilgisini kendi kendine geliştirmeye çalıştı; bine yakın şarkı ve türkü repertuarına girmişti. Nota bilmiyordu; ders almış mugannilerden çok daha iyi terennüm ediyordu. Son derslerde Zeki Müren’i dinlemek adet olmuştu. Zeki; günün en meşhur şarkılarından küçük bir konser sunardı. Ortaokul son sınıfta, tamburi İzzet Gerçeker'den solfej ve usul dersleri almaya başladı.
Zeki Müren; 1948’in sonbaharında İstanbul’a geldi. Boğaz’ın Rumeli yakasındaki ünlü Boğaziçi Lisesi’ne leyli - yatılı! - kaydoldu. Lisenin ilk iki sınıfında derslerine ağırlık verdi; sınıfının ve devresinin birincisi oldu. Takdir eşliğindeki yüksek notlarla dolu karneler, ailesini gururlandırırdı. Müren’in tek isteği musiki bilgisini/görgüsünü alabildiğince artırmaktı. Bu yüzden de, özel dersler almalı, musiki cemiyetlerine devam etmeliydi. İlk anda, hususi ders almasına izin çıktı. Haftanın iki günü Agapos Efendi (sinema yönetmeni ve senaryo yazan Dr. Arşavir Alyanak'ın babası!), udî Kirkor ve Şerif İçli’de karar kılındı. Zeki Müren, çarşamba ve pazar öğleden sonraları hocalarının kapısını çalıyor, bilgi dağarcığını genişletiyordu. Yatakhanede ise hem derslerine, hem de yaşına uygun edebi eserlere sarılıyordu. Özellikle günün önemli şairlerini izlemeye, şiirlerini ezberlemeye çalışıyordu.
- İstanbul Radyosu Stajyer Ses Sanatçısı… -
1950’nin sonbaharında İstanbul Radyosu stajyer ses sanatçısı alacaktı; adaylar için sınav/yarışma açtı. Boğaziçi Lisesi’nin son sınıfının başarılı öğrencisi de sanatçı adayları arasındaydı. Yarışmanın seçici kurulu, Refik Fersan, Fahire Fersan, Baki Süha Edipoğlu, Afife Edipoğlu, Cevdet Çağla, Yorgo Bacanos ve Orhan Veli Kanık’tan teşekkül ediyordu. Günlerce ince eleyip sık dokuyan jüri, nihayet kararını açıkladı. İki kişi radyoda emisyon yapabilecekti. Bu şanslı yarışmacılardan ilki Zeki Müren, diğeri de Nadir Hilkat Çulha idi. Ama kendilerini yorucu bir staj dönemi bekliyordu. Zeki Müren; 1950’nin Haziran ayında, yeterlilik sınavlarını başarı ile geçip, liseden onur derecesiyle mezun oldu. Üniversite eğitimi için, Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yüksek Süsleme Bölümü’ne yazıldı. Bu arada da radyodaki stajı sürüyordu. 1 Ocak 1951’de, yani yeni yılın ilk akşamında ilk radyo programına çıkacağı duyuruldu. Stajını mükemmelen tamamlamıştı; hem solist adayıydı, hem de repertuarında 2 binden fazla eser mevcuttu. Programlar canlıydı; saat tam 20.30’da şarkı söylemeye başladı. Seslendirdiği ilk eser, Giriftzen Âsım Bey'in hicaz şarkısı, ‘Her Zahm-ı Ciğer-Sûze Devâ-Kâr Aranılmaz’ idi. O gece, birbirinden güzel 6 şarkıya can verdi. İstanbul Radyosu’na gelen yüzlerce telefon, solist hakkında bilgi edinmek istiyor ve tekrar tekrar dinleme dileklerini iletiyordu. Müren, mesleğindeki ilk gününü anlatırken, ‘Başarmıştım; dünyalar benim olmuştu artık,’ diyecekti. Bir ay içinde tam 7 gazino sahibi, Müren’i okulunda ziyaret edip, kontrat teklif edecekti. Yevmiye bölümü boş bırakılmıştı, istediği rakamı yazabilecekti. Başka birisi olsa, teklifleri mutlaka değerlendirir, testisini doldururdu. Ama kararlıydı; okulu bitirip, diplomasını duvara asana kadar gazino sahnelerine çıkmayacaktı.
- Hayır Kurumları Yararına Konserler… -
Zeki Müren; sözünü tuttu; okulunu bitirinceye kadar sahnelerde gözükmedi. Bir istisna yaptı: Akademi son sınıftayken, İTÜ öğrencilerine ücretsiz konser verdi. Yine aynı yıl, Ankara Büyük Sinema’da Çocuk Esirgeme Kurumu yararına program yaptı. Halk yığınlarına sesini duyurmanın yolunu bulmuştu: Plaklara ağırlık vermişti. Okuduğu plaklar çok büyük ilgi görüyordu. Bir gün, babasının yakın arkadaşı İhsan Doruk, cazip teklifle geldi: Şirketi adına yapacağı filmde oynamasını istiyordu. Hem de başrolde… Diğer başrol oyuncusu ise, devrinin büyük ismi, Yeşilçam’ın ilk gerçek kadın starı Cahide Sonku’ydu. Önüne konan senaryonun kapağında ‘Beklenen Şarkı’ başlığı vardı. Müren, filmden 10 bin lira ücret aldı; ‘Beklenen Şarkı’ beklenmedik ilgi gördü ve sinema kapıları kırıldı; açık ve kapalı sinemaların biletleri günlerce yok sattı. Okul bittiğinde, Zeki Müren ülkenin her yanında tanınıyordu.
- İlk Altın Plak Sahibi… -
Fevkalade derece ile alınan diploma evin duvarına asıldı. Zeki Müren, halkın karşısına doğrudan çıkabilir, musikimizin en güzel parçalarını dinletebilirdi. Küçük Çiftlik Gazinosu ile anlaştı; 24 Mayıs 1955’de bildiği duaları okuyup ilk sahnesine çıktı. Arkasında, siyah smokinler giymiş, 28 kişiden oluşan kalabalık orkestra çalıyordu. Müren, programını üç bölüme ayırmıştı. İlk bölümde beyaz, ikincisinde bordo, üçüncüsünde ise mavi frakla sahne aldı. Ve tam 30 parça seslendirdi. Suare ve matine programları dolup dolup taşıyordu. Zeki Müren ilk gününde fenomen olmuştu. Gazetelerde, dergilerde yükselen yıldızdı. Plak piyasasına da yeni heyecan getirmişti: Kürdîlihicazkâr makamındaki kendi bestesi ‘Manolyam’ ile Türkiye’de verilen ilk altın plağı kazandı. Dillerde dolaşan şarkı, satış rakamı 100 bini geçmişti.
- Sahneye Hep Yenilik Getirdi… -
Müren; diğer meslektaşlarının aksine, sahneye hep yenilik getirdi ve yaptıkları biraz da kıskançlıkla izlendi, hattâ kopya edildi. 1956’da sahne çalışmaları sırasında, papyonunun üzerine bir inci tanesi koydurmuştu. Kıyamet koptu, millet birbirine girdi; Müren’in incisi gazetelerin/dergilerin sayfalarını doldurdu. Halk, Müren’i bağrına bastı; el üstünde tuttu; program yaptığı gazinoları hınca hınç doldurdu; plaklarını satın aldı. Müren, sahnede devrim yaptı; o güne kadar görülmemiş hareketli dekorları getirdi. Konserlerinde sık sık elbise değiştiriyordu. Giysilerinin modellerini kendi çiziyor, dikilmelerine nezaret ediyordu. Sahnede sihirli bir ortam oluşabilmesi için, konser öncesinde salona parfüm sıktırıyordu. Sahneleri T şeklinde kurdurarak, halkla daha yakın ilişkiler tesis etmeye çalıştı. Sanatçıların kullandığı kulisi genişletip çeşitli mobilyalar koydurdu.
Türk musikisinin en önemli seslerinden Zeki Müren, yılda bir kez sinema filmi yapmaya karar verdi; çoğu zaman da kuralına uydu, uymaya çalıştı. Şiirlerini ‘Bıldırcın Yağmuru’ adlı kitapta topladı; desenlerinden oluşan sergiler açtı; şarkı sözleri yazdı ve 200’e yakın beste yaptı.
Kısacası, Zeki Müren; Türk Sanat Müziği’nde geleneksel yapıyı/anlayışı değiştirdi; pek çok yeniliğe imzasını attı.
Ali Hikmet İnce yazdı.
Ali Hikmet İnce