CIA’nin Hedefindeki ‘Düşünce Silahşoru’

Osman Nuri Koçtürk, tek başına ABD’ye kafa tuttu/savaş açtı. Süt tozu, hibrit tohum, yumurta/et tavuğu, soya yağı, yabancı menşeli gübre gibi hayati ürünlere karşı çıktı. Süper/’emperyalist’ devletlerin, ‘zayıf müttefiklerinin topraklarını ve insanlarını deneylerinin malzemesi olarak kullandığını’ ortaya koydu/ispat etti. ‘Yeniçağın yeni silahlarını teşhir etti!’

CIA’nin Hedefindeki ‘Düşünce Silahşoru’

Türkiye’de beslenme meselelerine/alışkanlıklarına ilk değinen, tahıl ağırlıklı yemek düzeninin insan zekâsını etkilediğini/gerilettiğini ileri süren ‘Osman Nuri Koçtürk’ idi. Koçtürk’e göre kitlelerin/toplumların yeme içme biçim(ler)i, şahsi tercihlerinden ziyade, yönetici sınıf(lar)ca verilen siyasi kararların ve tercihlerin sonucuydu. 

Koçtürk, insanın insanı biyolojik açıdan sömürmesini, tarımda oynanan muhtelif oyunların/politikaların sonucunda ortaya çıkan bağımlılık/kölelik düzenini en başta gören ve ifşa edendi.

Koçtürk, ülkemizin yetiştirdiği dürüst, cesur, satın alınamayan, boyun eğmeyen, toprağının sorunlarını siyaset üstü tutan ‘yerli’/‘milli’ aydındı. Kolonyalist/güçlü devletlerin, gelişmemiş/fakir ülkeleri açlık ve yetersiz beslenme ile ezdiğini, çeşitli kumpaslarla tarım politikalarını etkilediğini açıkladı. Hayatının son anına kadar, ‘yerli tohum’ kullanımını savundu. Türk toplumundaki yeme içme yanlışlıklarını sıraladı: ‘Kötü besleniyorduk!’ Çocuk ölümleri olağanüstü fazlaydı. Bebeklerimiz, anne sütünden kesildikten sonra bol tahıl ürünleri, az et ve süt ile karın doyuruyordu. Oysa cüzî unlu ürünler, gani et, yumurta ve süt tüketilmeliydi! 

- Türk İnsanı Et Yerine Ekmek Yemeğe Özendirildi… -

Okyanus ötesinden/ABD’den ‘tercih’ (!) diye dayatılan tarımsal üretim/tüketim şekillerini açıkladı. Kendince bazı çevrelerin oyunlarını bozdu: ‘Aynı mahfiller, Türk insanının zekâsını, fizyonomisini, genetik yapısını olumsuz etkileyebilecek besin politikasını benimsetmeye çalıştı. Çeşitli dalavereler devreye alındı!’ 

Her konuşmasında/yazısında et tüketiminin artırılması görüşünü tekrarladı. Örneği aynı ama akılda kalıcıydı: ‘Orman(lar)ın kralı aslan da, ‘kurnaz hayvan’ diye bilinen tilki de et yiyendir!’ Sık sık ülkemizle ilgili istatistikleri açıklar, vahim durumun anlaşılmasını sağlardı. 1938’de, kişi başına 22 kilo et ve 151 litre süt düşerdi. 1962’de ise rakamlar geri gitmişti: Sene içindeki et ürünleri yoğaltımı 12 kiloya, süt ise 103 litreye düşmüştü. Tahıl tüketimi grafiği hayret vericiydi: 1938’de 150 ile 180 kilo arasındayken, 1962’de 248 kiloya yükselmişti.

- Süt Tozu Kutuları Kalite Kontrolu Yapılmadan Ülkeye Sokuldu… -

Koçtürk, tek başına ABD’yi ve ‘kurulu düzen’i rahatsız etti. Demeçleri ve yazıları ile tuzaklarını bozdu. İlk etkin çıkışı, ilkokul öğrencilerinin yeterli/dengeli beslenmesine yardım amacıyla gönderildiği savlanan ‘ABD’de üretim fazlası süt tozları’naydı. ‘İane’ etiketiyle duyurulan ürünler bedava değildi aksine ücrete tabiydi. Bedel, ABD doları ile değil Türk Lirası ile ödenecekti. Türk menşeli bankalara yatırılacaktı. ‘Para da Türkiye’de kalacaktı! Ülke dışına çık(arıl)mayacaktı!’ Amerikalılar, kendilerine minnet ve sempati duyulmasını beklerdi. 

‘Ürünlerin ‘kalite kontrolü’ yapılmadı. Daha doğrusu böyle bir endişe duyulmamıştı!’ 

Gümrük kapıları sonuna kadar açıldı. ‘Öğrencilerin sağlığına katkı amacıyla gönderilen’ süt tozları, piyasaya düştü. Kilo(lar) halinde halka ve süt ürünü imalatçılarına pazarlandı. Özellikle de yoğurt üretiminde kullanıldı. Türk köylüsü, beklemediği ciddi tehlike ile karşı karşıya kaldı. Ülkenin süt yaratımı, yoğurt ve diğer ürünlerin imalatı için gerekli kotayı karşılardı. Süt tozu ithalatı dengeyi değiştiriverdi. Yerli sütün fiyatı, alıcı kapasitesi düştü. Bazı çiftçiler, masraflarını karşılayamadığından hayvanlarını elden çıkardı ve kasaplara yolladı. ‘Türk üreticisinin işleri baltalandı!’

Osman Nuri Koçtürk, çiftçimizin karşı karşıya kaldığı/kalacağı ekonomik yıkımı ve sonuçları duyurmayı da kendisine vazife edindi. Süt tozu numunelerini laboratuar(lar)da inceletti. Ortaya çıkan manzara korkunçtu: Örneklerde kansere yol açan ‘alfatoksin’ mantarına rastlanmıştı! ‘Yani ABD yardımı süt tozları ‘kansorojen’di!’

- ‘Marshall Yardımı’ ABD’nin Yeni Etki Alanları Yaratma Projesiydi… -

Koçtürk’ün açıklamalarına göre ABD, ‘Marshall Yardımı’ çerçevesinde, üretim fazlasını, kalitesiz gıda maddelerini ülkemize göndermişti!

ABD’nin Türkiye pazarına ilgisi süt tozu ile sınırlı değildi. Benzer uygulama, soya yağı satışı ve reklam(lar)ı ile sürdü. Dünya fiyatlarının altında soya yağı ve nebati margarin satımına girişti. Amacı: Piyasa payını artırmak, tekel haline gel(ebil)mekti. Toplumun beslenme alışkanlığı değiştirilmeye çalışılıyordu: ‘Yerli zeytinyağı ve tereyağı üretimi olumsuz etkilenecekti!’ 

Soya; çok yönlü, pek besleyici, üreticinin ‘süper’ diye nitelediği üründü. Bitkisel proteindi. Yağ verirdi, yaprakları hayvan yemi şeklinde değerlendirilirdi. Ekildiği toprağın yapısını zenginleştirirdi. ABD, dünyanın en büyük soya yağı imalatçısıydı. Türkiye’de - katı halde! - ‘margarin’ de satacaktı. ‘Fiyat ucuz tutulacak, - iddialarına göre! - fakir Türk halkının bütçesine ‘mütevazı’ katkıda/‘yardım’da bulunulacaktı!’ Beklenilen hedefe kısa sürede ulaşıldı. Bazı yerli sanayiciler, soya yağındaki yüksek kârı/kazancı gördü. ABD menşeli soya ve paketlenmiş nebati margarin imalatına giriştiler. - Soya yağı, bir dizi kimyasal işlem sonucunda katı, kolay ambalajlanabilen, uzun ömürlü duruma sokuluyordu! - Oysa katı yağların insan vücudunda bazı ağır kalıcı yan etkililere yol açtığı bilinmiyordu. Kalp hastalıkları, yüksek kolesterol, damar sertleşmesi vb. gibi komplikasyonlar toplumda görülecekti/yayınlaşacaktı! ‘Yerli üretim ve beslenme şekli terk edilince, ortaya yeni ve fakat korkutan sürpriz illetler/marazlar çıkacaktı!’

- Soya Yağı Piyasaya Girince Yerli Üretici Zarara Girdi… -

ABD mamullerinin Türkiye pazarına girmesi, yerli tereyağı ve zeytinyağına darbe indirdi. Fiyatları yüksek bulundu, tüketimi hızla azaldı ve imalatçılar zarar etti, çoğu da ‘kepenk indirdi’!

Zeytinyağı kullanımının azalması, toplumda yeni/daha önce rastlanmamış ağır rahatsızlıkların görülmeye başlanması, Osman Nuri Koçtürk’ü harekete geçirdi. Koçtürk, ülke yönetimini/insanlarını uyarmayı vazife bildi. Toplumu geleneksel beslenme biçimine dönmeye davet etti. Zeytinyağının önemini vurguladı. Soya yağına ve türevi katı nebati margarine savaş açtı. Sebep olduğu sağlık sorunlarını her fırsatta sıraladı. Tek başına kampanyalar düzenledi. Aydınlatıcı demeçler verdi, yazılar kaleme aldı. ‘Tek kişilik ordu’, muhalefete geçti: ‘Zeytincimiz ve süt üreticimiz zor durumdaydı!’

Osman Nuri Koçtürk, Türk tarımını, Türk çiftçisini savuna geldi. Ziraatçılığı, hayvancılığı desteklemenin, millî politikalar haline getirmenin gerekliliğini/önemini sürekli vurguladı. 

1962’de, ‘Amerikan Soya Birliği’, çeşitli ülkelerden konunun uzmanlarını davet etti. Ürünün faydalarının işlendiği, tanıtımının yapılacağı konferans düzenlenecekti. Koçtürk de, çağrılanlar arasındaydı. Toplantıya katıldı. Muhalif fikirlerini beyan etmekten geri durmadı. Bazı ‘cazip/‘ikna edici’ teklifler’ aldığı ileri sürüldü. ‘Önerileri geri çevirince, psikolojik baskılar ve tehditlere maruz kalacaktı!’ İddialar arasında, ‘Yıldırma, gözünü korkutma, hatta ölüm mesajları ulaştırıldığı’ gibi bilgiler mevcuttu. Kendisinin ve yakın çevresinin beyanına göre ‘uyarılar’ vefatına kadar sürdü. İşinden atılacağı, kendisinin ve ailesinin mağdur edileceği, gibi asap bozucu haberlere muhatap oldu. Konya’ya yaptığı gezi sırasında ‘ölümden döndü’! ‘Çevresi, bir suikasta uğradığını öne sürecekti!’

- Adı, CIA’nın ‘Etkisizleştirilecekler Listesi’ndeydi… -

1966’da, Millî Birlik Kurulu eski Üyesi, Tabii Senatör Haydar Tunçkanat, ABD arşivlerinden bulup çıkardığı CIA’ya ait belge açıkladı. Vesikada, her ülkede, ABD menfaatlerine aykırı davranan/‘muhalefet eden’ kişilerin isim listeleri yer alıyordu. Türkiye’de, muhalif sayılanların başında da, Osman Nuri Koçtürk vardı. - Adlarının karşısında, ‘nötralize edileceği’/‘etkisiz hale getirilecekleri’ notu vardı. ABD çıkarlarına karşı duranlar, ‘istenmeyen adam’/‘diploması dili ile ‘Persona Non Grata’’ ilan edilecekti! - 

Koçtürk, çalışma hayatı boyunca endişe içinde yaşadı. ‘Olağanüstü akademik başarısına/birikimine karşın profesör yapılmadı. Hatta kurumunda derslere girmesine dahi izin verilmediği bile öne sürüldü. Doçent unvanı ile yetinmek zorunda bırakıldı!’

Koçtürk, ABD’nin ‘Yeşil Devrim’ diye lanse ettiği projeye de karşı çıktı. 1960’lı yılların ortasında, tarımda ‘Sonora’ - Meksika’da bir bölgenin adı! - buğdayının ekimi gündeme getirildi. İddiaya göre, tohumları daha verimliydi ve çeşitli hastalıklara karşı da dayanıklıydı. Üreticiye modern tarım teknikleri seminer(ler)i verilecek, tohumun yanında kullanılacak yeni nesil gübreler de uygun fiyatla tedarik edilecekti. ‘Az gelişmiş’, ‘gelişmekte olan’ ülkeler için ‘sihirli süper proje’ hazırdı. Ziraatta devrim yaşanacak, ışınlanmış/genetiği ile oynanmış ‘hibrit’/’melez’ tohumlarla mucize gerçekleştirilecekti. ‘Ata mirası’ veya geleneksel ‘tane’ler terk edilecekti. Projenin ilk uygulaması Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde gerçekleştirilecekti. - ‘Gelişmiş ülkelerde, ‘ışınlanmış tohum’ların alımı/satımı/ekimi yasaktı. Bizim ise, konudan haberimiz bile yoktu!’ - 

ABD’nin ‘Yeşil Devrim’ uydurmacasına ilk karşı çıkan yine Osman Nuri Koçtürk’tü. ‘Meksika’da geliştirilen ‘Sonora’ cinsi buğday, tohumda dış(arıy)a bağımlılığı getirecekti. Tanelerin alımı için merkezi bütçeden yüksek ücretler ödenecekti. Önerilen gübrelerin ve ilaçların kullanımı, fazladan masraf(lar) getirecekti. Zirai ilaçlar - bilhassa DDT! -, kitlesel zehirlenmelere yol açabilirdi. ‘İstihsal artışı, bağımlılığı ve fazladan para harcamaya da sebep olacaktı!’’ 

İthal tavukta da benzer tehlike(ler) söz konusuydu!

- Koçtürk’e Göre Tarhana, Muhteşem Yiyecekti… -

Koçtürk, yazılarının, konferanslarının yanında radyo konuşmalarıyla da Türk halkını bilinçlendirmeye çalıştı. Halka, Anadolu’da yüzlerce çeşidi bilinen/bulunan tarhana(lar) yapmalarını ve tüketmelerini önerdi. Ata mirası çorbanın faydalarını sıraladı. 1960’da, İstanbul, Ankara ve İzmir radyolarında neşredilen sohbetleriyle geniş halk topluluklarına ulaşmayı başardı. Önerileri benimsenirken, ünü de yayıldı. Kendisine, ‘Tarhana Osman’ denilmeye başlandı. O yıllarda, Türkiye’de, yaptıkları işlerden ötürü 3 Osman çok ünlüydü. İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar ‘Asfalt Osman’; siyasetçi, TRT muhalifi Osman Bölükbaşı ‘Tırt Osman’; beslenme uzmanı Osman Nuri Koçtürk de ‘Tarhana Osman’ diye anılırdı/tanınırdı! 

Osman Nuri Koçtürk, kendisine uygun görülen lakaba ne tepki, ne sempati gösterdi. Tek amacı: Et yiyemeyen fakir halkının, yeterli, dengeli ve sağlıklı beslenebilmesiydi. Ona göre tarhana, insanın karnını doyuran, vücut direncini artıran, yeterli besin(ler)i sağlayan, ‘muhteşem’/‘muazzam’ ata yadigârıydı!

‘Tarhana Osman’, 25 Haziran 1918’de, İzmir’in Karşıyaka ilçesinde dünyaya geldi. Annesi Naime Hanım, babası Sadi Bey’di. Ailenin 3 çocuğunun en büyüğüydü. Babası zirai işlerle uğraşırdı. Zeytin bahçeleri ve bostanı vardı. ‘Koçtürk’ soyadını alacak aile orta halli sayılırdı. 

- Okullarını Hep Birincilikle Bitirdi… -

Osman Nuri, 1933’de, Karşıyaka Ortaokulu’nu bitirdi. 1937’de, İzmir Erkek Lisesi’nden birincilikle mezun oldu. 1943’de de, Ankara Üniversitesi Veteriner Hekimliği Fakültesi’ni aynı başarı derecesi ile tamamladı. - Yüksek öğrenimi sırasında, ‘Askeri Öğrenci Kabul Sınavları’na girip kazanmıştı! - Aynı yıl, ‘Veteriner Teğmen’ rütbesi ile TSK’ya katıldı. İlk görevi: ‘Mardin Midyat Hudut Alayı Veterinerliği’ydi. 1943 ile 1946 yılları arasında, ‘Güneydoğu Hizmeti’ni tamamladı. 1947’de, Ankara’ya taşınan Askerî Veteriner (Tatbikat Okulu) Akademisi’ne asistan girdi. Doktora çalışmasını, Ankara Üniversitesi’nde Biyokimya Dalı’nda ikmal etti. TSK tarafından ABD’ye gönderildi. ‘Ordu Beslenmesinde En Son Gelişmeler ve ABD Ordusu’nda Beslenme Çalışmaları’ konusunda inceleme/araştırma yapacaktı. Missouri Üniversitesi’nin Beslenme Kürsüsü’nde görev aldı. Vitaminler, mineraller ve aminoasitler üzerinde çalıştı. Bulgularını bilimsel dergilerde neşretti. 

Koçtürk, Missouri Üniversitesi’nin Ziraat Kimyası Bölümü’ne de devam etti. 6 aylık kısa staj sonrasında, ‘misafir profesör’ kadrosuna alındı. Bazı ünlü ilim adamlarının nezaretinde araştırmalarını yoğunlaştırdı. Mısır ve soya fasulyesi üzerinde odaklandı. 2 bitkinin özelliklerini ayrıntılı şekilde araştırdı. Ulaştığı sonuçları, üniversite dergilerinde, Journal of Nutrition gibi akademik yayınlarda neşretti. Gayret(ler)i, ‘başarı belgesi’ ile onurlandırıldı.

Koçtürk, ABD’de yaptığı araştırmalarda, zengin ‘sömürgeci’ ülkelerin, fakir müttefikleri üzerinden gerçekleştirdiği çeşitli tarımsal deneylerin ve sonuçlarının farkına vardı. Geliştirilen yeni tarım teknikleri ve yan ürünlerinin yoksul insanlardaki etkilerini/sonuçlarını ürpererek gördü. ‘Gıda Emperyalizmi’nin gerçek yüzünü fark etti. ‘Türkiye tarımı ve hayvancılığı büyük tehlike/tehdit altındaydı! Türk halkı uyarılmalı, ‘süper şeytan’a karşı gözünü açmalıydı!’

ABD’nin Türkiye’yi de dâhil ettiği ‘Marshall Projesi’nin her safhasını dikkatle sorguladı. Soya yağı, margarin, ışınlanmış buğday, zirai ilaçlar, doğum kontrolü gibi araçları dikkatle ‘mercek altına aldı’ ve eleştirilerini sıraladı. Perde arkasındaki amaçlarını anlatmaya girişti.

- Olağanüstü Müktesebatına Karşın Profesör Yapılmadı… -

Osman Nuri Koçtürk, 1953’de, Türkiye’ye döndü. Ankara’da Askeri Biyoloji Enstitüsü’nde ‘kimyager’ kadrosuna atandı. Daha sonra, Ankara Tıp Fakültesi Biyokimya Kürsüsü’nde ‘gıda kontrolü ve hijyen doçentliği’ne getirildi. ‘Kariyerinde derinleşmesi, bazı görünmeyen eller tarafından engellenmeye çalışıldı. Mükemmel eğitimine, olağanüstü müktesebatına karşın akademik yükselmesi zorlaştırıldı/imkânsızlaştırıldı! Kurum değiştirdikten sonra ‘doçent’ unvanını alabildi. Ama asla profesör yapılmadı!’ 

1956’da, Et ve Balık Kurumu’nda görevlendirildi. 5 yıl süre ile Merkez Laboratuvarı Müdürlüğü ile Teknoloji Müdürlüğü yaptı.

Aynı süreçte, bazı STK’larda, işçi sendikalarında, kooperatiflerde fahri danışmanlık hizmeti de verdi. 

1961’de, Millî Eğitim Bakanlığı’nda görevlendirildi. UNICEF ile CARE International’ın ilkokullar için ortaklaşa düzenledikleri beslenme programında ‘teknik müşavir’lik yapacaktı. Koçtürk, sessiz kal(a)madı. Uygulamayı eleştiren makaleler yazınca, bazı çevreleri ‘rahatsız etti’! Projeden uzaklaştırıldı. Tarım Bakanlığı emrine verildi. Ankara’da mesaisine de rıza gösterilmedi. Bazı muhaliflerinin de işgüzarlığı/gayreti sonucunda, ‘Adana İl Veterinerlik Müdürlüğü Danışmanlığı’na atandı. Yine bildiği gibi davrandı, görevinden istifa etti. - Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki eski kadrosuna geri döndü! - ‘Koçtürk, bürokratik cezalandırmalara alışkındı, yolundan dön(dürüle)meyeceğini defalarca göstermişti!’ Başlıca misyonu: ‘Türk halkını uyandırmak, tarımsal mirasına ve geleneksel beslenme düzenine sahip çıkmasını yardımcı olmaya çalışmaktı!’ 

‘Açık, cesur ve etkin muhalefetinden başta dönemin hükümetleri ve tarım lobileri rahatsızdı!’ 

- Giyimine Çok Dikkat Ederdi… -

Koçtürk, 1971’de, kamudan ayrılıp emekliliğini istedi. Mücadelesini daha rahat, daha demokratik ortam(lar)da sürdürecekti. İşçi sendikaları, kooperatifler ve muhtelif STK’lar yeni faaliyet alanlarıydı.

Osman Nuri Koçtürk, İzmir’in yerlisiydi, bir ‘Ege Efesi’ydi! 2 metreye ulaşan uzun boylu, iri gövdeli ve hayli kiloluydu. Meydan hatibini andırır derecede tok - davudi! - sesliydi. Konuşması etkileyici, silkeleyici ve düşündürücüydü. Giyimine pek dikkatliydi. Açık renk takım elbiseleri tercih ederdi. Her zaman kravat takardı. Her sabah, düzenli sakal tıraşı olurdu. Doğru bildiğini söylemekten/yazmaktan/tartışmaktan çekinmezdi. Muhatabını her zaman saygı ve sabırla dinlerdi. Cevaplarında - daima! - bilimsel verileri kullanırdı. 

Koçtürk, alın teri ile rızkını çıkaran emekçi kitlelere ulaşmayı ve aydınlatmayı da öncelikli/birincil görevleri arasında saydı. TÖS ve DİSK gibi STK’lar aracılığıyla kalabalık yığınlara ulaşmayı başardı. DİSK Bilim Kurulu’nda çalıştı. Genel-İş Sendikası’nın katkılarıyla gerçekleştirdiği ‘Et Araştırması’ ile bir kere daha dikkatleri üzerine çekti. ‘Türk halkının/işçisinin pek az et tüketip, daha çok tahılla beslediğini/beslenmek zorunda kaldığını/bırakıldığını açıklayan ilk bilim insanıydı!’ ‘Türk çocukları daha bol ekmek değil, daha çok süt, daha ziyade yumurta, daha fazla porsiyon et ve et ürünleri tüketmeliydi! Zekâ gelişimi, dengeli beslenmeyle doğru orantılıydı!’

- Önemli Değil Güvenilir Adam Olmayı Seçti… -

Genel-İş Sendikası’nın EMEK Dergisi’nde, işçi sağlığı, işçi eğitimi, iş güvenliği, koruyucu hekimlik, ‘SSK’nin mülkiyetinde ilaç fabrikası kurulması’ gibi konuları ele alan özgün makaleler yayınladı. İşçi ailesinin yeterli beslenmesini sağlayacak,  insanca barınmasına/yaşamasına yetecek tutarda asgari ücreti savundu. ‘Zirai ilaçların, çeşitli temizlik maddelerinin, plastik atıkların en önemli çevre kirleticiler olduğuna dikkat çekti!’ 

Bir yakın arkadaşının anlatımıyla Koçtürk, ‘önemli değil, fikirleri mühimsenen, şahsiyeti örnek alınan ve güvenilen ‘insan’/’adam’ olmayı,’ amaçlamıştı!

Osman Nuri Koçtürk, makam mevki peşinde koşmadı. Torpil aramadı. Kimsenin önünde eğilmedi, menfaat uğruna ceket düğmesini iliklemedi. ‘5 Haziran 1977’de yapılan ‘TBMM Genel Seçimleri’ için, CHP’den Ankara Milletvekilliği’ne adaylığını koydu. Listeye dahi giremedi/ya da yazılmadı!’ 

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin ardından gözaltına alındı. ‘Genel-İş Sendikası’na danışmanlık hizmeti vermesi suç sayıldı!’ Cezaevine girdiğinde 62 yaşındaydı. DİSK Davası’nda yargılandı. - ‘İddianamenin hazırlayıcısı Askeri Savcı Albay Süleyman Takkeci’ydi! - Sert, kaldıramayacağı kadar ağır hakaretlere maruz kaldı. Kötü muamele(ler) karşısında suskun kalmayı tercih etti. Arkadaşına anlattığı anekdot yürek burkucuydu: ‘Koğuşuna giderken, bir er arkasından gelmiş, elindeki kasaturayı kaba etine dürtmüş, ‘Yürüsene moruk!’ diye bağırmıştı. Kilotu kan içinde kalmıştı!’

Serbest bırakıldığında sinmişti, bitkin haldeydi. İçine kapanmıştı. Çevresine ilgisizdi. Topluma küskündü. Evinden çıkmadı, adeta hayata kapandı. 4 Nisan 1994’de, Ankara’daki evinde son nefesini verdi. Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.

- İki Evlilik Yaptı, 3 Çocuk Sahibi Oldu… -

Koçtürk, 2 evlilik yaptı. İlk eşi, - 1943’de, hayatını birleştirdiği! - Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu mezunu, ‘Ev İdaresi ve Yemek Muallimesi’ Sabriye Yaylalı Hanım’dı. Sabriye Hanım’dan, Tahire - 1945 doğumlu! - adlı kızı, Cafer - 1954’de doğumlu! - isimli oğlu dünyaya geldi. 2. evliliğini Nükhet Akça Hanım ile gerçekleştirdi. Bu beraberliğinden, 1959’da, kızı Ata doğdu.

Koçtürk, 1953 - 1978 arasında 65 kitap neşretti. Gazete ve dergilere binlerce makale yazdı. Ailesinin verdiği bilgiye göre, yayınlanmamış 20 yapıtı da mevcuttu. En bilinen, en çok okunan, defalarca yayınlanan 3 eseri: ‘Sessiz Savaş’, ‘Gıda Emperyalizmi’ ve ‘Açlık Korkusu’ydu!

Görev aldığı, danışmanlığını yaptığı STK’lar için, kolay okunan broşürler de kaleme aldı. Genel-İş ve Ges-İş tarafından, 1967’de basılan, ‘İşçiler, Sendikacılar ve Beslenme’ ilk el kitabıydı. 1969’da, TÖS - Türkiye Öğretmenler Sendikası! - tarafından, 2. ince betiği ‘Türk Halkının Beslenme Sorunu’ neşrettirildi. Koçtürk, her 2 çalışmasıyla Türk Gençliği’nin dikkatini bir noktaya çekmeye çalışmıştı: ‘Sağ’da ve Sol’da vuruşanlar, çatışmayı bırakmalıydı! Türkiye’nin meseleleriyle, Türk Halkı’nın sağlık, beslenme ve tarım sorunlarıyla ilgilenmeliydiler. Milletinin problemlerini çözmek, istikbali/atiyi garantiye almaktı!’ 

- 20 Yıl Sonra Büstü Dikildi… -

Kuşkucu kişiliğe sahipti. Çoğu olayın arkasında ‘yabancı/‘dış güç’ parmağı’ arardı. Sadece ABD’ye değil, Avrupa ülkelerine, Sovyetler Birliği’ne ve Çin’e de aynı derecede karşıttı/muhalifti. ‘Güçlü devletlerin, aynı yöntemleri uyguladıklarını, benzer amaçlara ve hedeflere hizmet ettiklerini,’ vurgulardı. ‘Koçtürk; kalbi Türkiye, Türk halkı sevgisiyle çarpan yerli/milli örnek aydındı!’

İzmirli hemşerileri, ‘Tarhana Osman’a vefa borçlarını ödemeye çalıştı. Vefatından 22 yıl sonra, 14 Ekim 2016 Cuma günü, Karşıyaka Belediyesi’nin gayretiyle büstü dikildi. Heykeltıraş Ahmet Uzun’un imzasını taşıyan eser, Yalı Mahallesi’ndeki ‘Kent Koop Gıda Market’in bahçesine yerleştirildi. ‘Market, 25 kooperatifin üyelerinin istihsali geleneksel ürünleri halka ulaştırıyordu!’

1 March 2024 12:59
362 kez okundu

Ali Hikmet İnce



Benzer Yazılar

Küçük Cezve

Onu ‘Ah Güzel İstanbul’ filminde, ‘Ayşe’ kimliği ile tanıdık. İzmir’den kaçıp İstanbul’a gelen, ‘artist’ olmayı düşleyen toy kızdı. Adeta çaresizliğini haykırdığı, ‘Ben bir küçük cezveyim / Elden ele gezmeyim!’ şarkısıyla da akıllarımızda kalacaktı.

Bayan Yunus Emre

Ayla Algan, Türk tasavvufuna ve mutasavvıflara özel ilgi gösterdi. Felsefesini yürekten benimsediği Yunus Emre’yi tanıtmayı vazife bildi. Pek çok ülkede Yunus şiirlerinden oluşan besteleri okudu. Biricik kızının adını da - ulu ozandan ilhamla! - ‘Sevi’ koydu!

Osmanlı’nın Rum ‘Valide Sultanları’

Orhan Gâzi’nin birinci eşi ‘Holofira’ ya da ‘Nilüfer Hatun’, Osmanlı Hanedanı’na giren ilk ‘yabancı kökenli gelin’ti. Kroniklere/tarihçilere bakılırsa, oğullarının padişahlığını gören ‘ecnebi’ hanım sultanların sayısı 23 idi! Bazılarına göre, adet daha da fazlaydı!

‘Kıbrıs’ı Veren’ 2. Abdülhamit

2. Abdülhamit’in saltanatının 2. yılında Osmanlı yok oluşun eşiğinden döndü. Tarih, ’93 Harbi’ gibi örneğine çok az rastlanır drama şahitlik etti. Ruslar, İstanbul’un tarihi surlarına kadar ulaştı. Her an şehri alabilir, her şeyi talan edebilir, binlerce insanı öldürebilirlerdi. Sultan şoka girdi, ne yapacağını bilemedi. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard’ın önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Kıbrıs’ı vermesi karşılığında şahsının ve imparatorluğun hayatiyetini garantiye alabilecekti! ‘Denize düşen yılana sarılırdı!’

Osmanlı’nın Rum ‘Valide Sultanları’

Orhan Gâzi’nin birinci eşi ‘Holofira’ ya da ‘Nilüfer Hatun’, Osmanlı Hanedanı’na giren ilk ‘yabancı kökenli gelin’ti. Kroniklere/tarihçilere bakılırsa, oğullarının padişahlığını gören ‘ecnebi’ hanım sultanların sayısı 23 idi! Bazılarına göre, adet daha da fazlaydı!

‘Kıbrıs’ı Veren’ 2. Abdülhamit

2. Abdülhamit’in saltanatının 2. yılında Osmanlı yok oluşun eşiğinden döndü. Tarih, ’93 Harbi’ gibi örneğine çok az rastlanır drama şahitlik etti. Ruslar, İstanbul’un tarihi surlarına kadar ulaştı. Her an şehri alabilir, her şeyi talan edebilir, binlerce insanı öldürebilirlerdi. Sultan şoka girdi, ne yapacağını bilemedi. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard’ın önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Kıbrıs’ı vermesi karşılığında şahsının ve imparatorluğun hayatiyetini garantiye alabilecekti! ‘Denize düşen yılana sarılırdı!’

Menekşe Gözlü Kadın

Fatma Girik ile Memduh Ün’ün ilişkisi salt aşk öyküsü değildi. Aynı zamanda mesleki dayanışma, hayata birlikte tutunma, bilgi/tecrübe aktarımıydı. Yarım asırdan fazla birbirlerini etkilediler. Girik’in ifadesine göre Memduh Ün, onun hayata bakışını değiştirdi/geliştirdi. Sinemayı, yaşamı, edebiyatı, müziği, kısaca kültürün pek çok boyutunu öğretmeye/aktarmaya çalıştı. Adeta üniversitesi oldu.

50 Yıl Hapis Yatan Padişah

25. Osmanlı hükümdarı Sultan Osmân-ı Salis - 3. Osman! -, neredeyse ömrünün tamamına yakınında hapisteydi. Rutubetli, karanlık, az sayıda insanın gir(ebil)diği ‘kafes’de yarım asırdan fazla tutuklu kaldı. Güneşe, suya, doğaya hasretti. Memleket ve dünya siyasetinden uzaktı. İstanbul’un günlük hayatından bîhaberdi. ‘Ama kaderinde cihan devletinin tahtına oturmak da vardı!’

Kızıl Saçlı Afet

Anna (Kushchyenko) Chapman, 21. yüzyılın birinci çeyreğinde dünyaca ünlenen ilk kadın casustu. New York’ta faaliyet gösterdi. Eşsiz fiziği, kızıl saçları, yeşil gözleri, Hollywood yıldızlarını kıskandıran çok zengin gardırobu, lüks ötesi hayatıyla hedef seçtiği erkekleri parmağında oynattı. Mata Hari’nin türevi gibiydi.

CIA’dan Kongo’ya Jazz Festivali

ABD, 1940-1960 arasındaki süreçte Kongo’ya özel ilgi gösterdi. CIA’nin ağabeyi, Stratejik Hizmetler Ofisi, zengin uranyum yataklarını belirledi. Çok gizli operasyon(lar)la Japonya’ya atılan atom bombalarının yapımı için gereken ham maddeyi elde etti ve ülkesine taşıdı.

33’lük Tespih Gibi Tabanca Çeken Fedai

Yakup Cemil Bey, ‘korku’ kelimesini tanıma(z)dı. Düz mantık yürütürdü. Siyasetin ince oyunlarını, gülümserken ayak kaydıran tuzaklarını bilmezdi. Ölümü göze alır, istenileni/emredileni yapardı. Kontrolü müşküldü. Haksızlık(lar) karşısında susmaz, ya sesini yükseltir ya da - daha çok! - piştovunu konuştururdu.

Ezilen Bütün Kadınlar Birleşin!

BM - Birleşmiş Milletler! - istatistiklerine göre, kadınlar tarih boyunca sömürüldü, tecavüze uğradı, şiddet gördü ve zorlu/sert yaşam koşullarına mahkûm edildi. Günümüzde de durum pek değişmedi: Emeğe dayalı işlerin yüzde 66’sı kadınlar tarafından yapıldı. Kazancın yüzde 10’u hanelerine yazılabildi.

Kilisede Çocuk Tacizi

Başta Fransa olmak üzere ABD ve Almanya, geçmişindeki/günümüzdeki çocuk tacizleriyle hesaplaşıyor. Fransa’da hazırlanan resmi doküman, küçük yaştaki yavrucaklara reva görülen cinsel istismarın ürkütücü boyutlarını ortaya koydu. Almanya’nın raporuna göre ise rahibeler, ‘kendilerine emanet edilen kimsesiz sabileri zengin iş adamlarına para karşılığı taciz için kiralamış’tı!

CIA’dan Kongo’ya Jazz Festivali

ABD, 1940-1960 arasındaki süreçte Kongo’ya özel ilgi gösterdi. CIA’nin ağabeyi, Stratejik Hizmetler Ofisi, zengin uranyum yataklarını belirledi. Çok gizli operasyon(lar)la Japonya’ya atılan atom bombalarının yapımı için gereken ham maddeyi elde etti ve ülkesine taşıdı.

Taliban’ın Kara Kutusu

Taliban, Afganistan’ın tamamında kontrolü sağlayıp iktidara geldi. Ülke insanına işbirliği/dayanışma çağrısında bulundu. Oysa 1996 - 2001 arasında tam bir ‘orta çağ idaresi’ uygulamıştı. Yokluklar içindeki ülke iyice yoksullaşmıştı. Çocuk ölümlerinde dünya rekoru yakalanmıştı. Kızların eğitim hakları ellerinden alınmıştı. Bütün eğitim kurumları medreseye çevrilmişti.

Castro’ya Zehirli Puro

Küba’nın efsanevi lideri Fidel Castro’ya iktidara geldiği 1959 yılından 2006’ya kadar 650’e yakın suikast girişiminde bulunulduğu iddia edildi.

‘Bilinmeyen’ İmamoğlu / 1

Ekrem İmamoğlu, 25 yıl ‘Millî Görüş’ geleneğinden gelen/yetişen kadrolarca yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı - yeniden! - CHP’ye kazandırmayı başardı. AKP, İstanbul’un kaybedilmesini bir türlü kabullenemedi. İmamoğlu kimdi? Elinde ‘sihirli değnek’ mi vardı?

Babasını Ağılayan Padişah!

2. Bâyezid de, babası Fatih Sultan Mehmet gibi ‘zehirlendi’! Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun satırlarına göre, ‘pek çok müverrihin paylaştığı ortak fikir: ‘Oğlu Şehzade Selim tarafından ağılandığı’ydı! Bedduası da: ‘Oğul! Kılıcın keskin ama ömrün kısa olsun!’ idi.’

‘Kamu Hizmeti’ Veren Lüks Mama

Lüks Nermin; İstanbul’un en ünlü - yerli! - kadın satıcılarındandı; dönemin iktidarına yakın durmuş; kendisinden istenileni yapmış ve politikacıların desteğini görmüştü.

Kod Adı: ‘Fakülteli’

Mahir Kaynak - sonradan profesör! - ‘Madanoğlu Cuntası’ diye bilinen illegal örgütü izleyen, belgeleyen ve ortaya çıkaran kişiydi. Teşekkül üyesi diğer arkadaşları ile hapse girmeyi kabul etmesine rağmen arzusu reddedildi. Türk İstihbarat Tarihi’ne adı ‘açığa çıkan ilk MİT mensubu’ şeklinde geçti.

Nazım’ın Tek Taraflı Aşkı

Suat Derviş (Hatice Saadet); güçlü, mağrur, bildiği yolda dönmeyecek kadar cesur, kartvizitinde pek çok ilki taşıyan kadındı.

Osmanlı’nın Rum ‘Valide Sultanları’

Orhan Gâzi’nin birinci eşi ‘Holofira’ ya da ‘Nilüfer Hatun’, Osmanlı Hanedanı’na giren ilk ‘yabancı kökenli gelin’ti. Kroniklere/tarihçilere bakılırsa, oğullarının padişahlığını gören ‘ecnebi’ hanım sultanların sayısı 23 idi! Bazılarına göre, adet daha da fazlaydı!

‘Kıbrıs’ı Veren’ 2. Abdülhamit

2. Abdülhamit’in saltanatının 2. yılında Osmanlı yok oluşun eşiğinden döndü. Tarih, ’93 Harbi’ gibi örneğine çok az rastlanır drama şahitlik etti. Ruslar, İstanbul’un tarihi surlarına kadar ulaştı. Her an şehri alabilir, her şeyi talan edebilir, binlerce insanı öldürebilirlerdi. Sultan şoka girdi, ne yapacağını bilemedi. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard’ın önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Kıbrıs’ı vermesi karşılığında şahsının ve imparatorluğun hayatiyetini garantiye alabilecekti! ‘Denize düşen yılana sarılırdı!’

Menekşe Gözlü Kadın

Fatma Girik ile Memduh Ün’ün ilişkisi salt aşk öyküsü değildi. Aynı zamanda mesleki dayanışma, hayata birlikte tutunma, bilgi/tecrübe aktarımıydı. Yarım asırdan fazla birbirlerini etkilediler. Girik’in ifadesine göre Memduh Ün, onun hayata bakışını değiştirdi/geliştirdi. Sinemayı, yaşamı, edebiyatı, müziği, kısaca kültürün pek çok boyutunu öğretmeye/aktarmaya çalıştı. Adeta üniversitesi oldu.

50 Yıl Hapis Yatan Padişah

25. Osmanlı hükümdarı Sultan Osmân-ı Salis - 3. Osman! -, neredeyse ömrünün tamamına yakınında hapisteydi. Rutubetli, karanlık, az sayıda insanın gir(ebil)diği ‘kafes’de yarım asırdan fazla tutuklu kaldı. Güneşe, suya, doğaya hasretti. Memleket ve dünya siyasetinden uzaktı. İstanbul’un günlük hayatından bîhaberdi. ‘Ama kaderinde cihan devletinin tahtına oturmak da vardı!’

Osmanlı’nın Rum ‘Valide Sultanları’

Orhan Gâzi’nin birinci eşi ‘Holofira’ ya da ‘Nilüfer Hatun’, Osmanlı Hanedanı’na giren ilk ‘yabancı kökenli gelin’ti. Kroniklere/tarihçilere bakılırsa, oğullarının padişahlığını gören ‘ecnebi’ hanım sultanların sayısı 23 idi! Bazılarına göre, adet daha da fazlaydı!

‘Kıbrıs’ı Veren’ 2. Abdülhamit

2. Abdülhamit’in saltanatının 2. yılında Osmanlı yok oluşun eşiğinden döndü. Tarih, ’93 Harbi’ gibi örneğine çok az rastlanır drama şahitlik etti. Ruslar, İstanbul’un tarihi surlarına kadar ulaştı. Her an şehri alabilir, her şeyi talan edebilir, binlerce insanı öldürebilirlerdi. Sultan şoka girdi, ne yapacağını bilemedi. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Layard’ın önerisini kabul etmek zorunda kaldı. Kıbrıs’ı vermesi karşılığında şahsının ve imparatorluğun hayatiyetini garantiye alabilecekti! ‘Denize düşen yılana sarılırdı!’

Menekşe Gözlü Kadın

Fatma Girik ile Memduh Ün’ün ilişkisi salt aşk öyküsü değildi. Aynı zamanda mesleki dayanışma, hayata birlikte tutunma, bilgi/tecrübe aktarımıydı. Yarım asırdan fazla birbirlerini etkilediler. Girik’in ifadesine göre Memduh Ün, onun hayata bakışını değiştirdi/geliştirdi. Sinemayı, yaşamı, edebiyatı, müziği, kısaca kültürün pek çok boyutunu öğretmeye/aktarmaya çalıştı. Adeta üniversitesi oldu.

50 Yıl Hapis Yatan Padişah

25. Osmanlı hükümdarı Sultan Osmân-ı Salis - 3. Osman! -, neredeyse ömrünün tamamına yakınında hapisteydi. Rutubetli, karanlık, az sayıda insanın gir(ebil)diği ‘kafes’de yarım asırdan fazla tutuklu kaldı. Güneşe, suya, doğaya hasretti. Memleket ve dünya siyasetinden uzaktı. İstanbul’un günlük hayatından bîhaberdi. ‘Ama kaderinde cihan devletinin tahtına oturmak da vardı!’

CIA’nın Yumuşak Doku Kanseri Operasyonları

ABD’nin ‘kirli maşası’ CIA; 2006 yılında, DIA (Defence Intelligence Agency) ve DEA (Amerikan Uyuşturucu İstihbarat Örgütü) ortaklığıyla Kolombiya’da bir suikast merkezi kurdu. Merkez yöneticilerinin hedefindeki isim: Venezuella Devlet Başkanı Hugo Chaves’di.

Ezilen Bütün Kadınlar Birleşin!

BM - Birleşmiş Milletler! - istatistiklerine göre, kadınlar tarih boyunca sömürüldü, tecavüze uğradı, şiddet gördü ve zorlu/sert yaşam koşullarına mahkûm edildi. Günümüzde de durum pek değişmedi: Emeğe dayalı işlerin yüzde 66’sı kadınlar tarafından yapıldı. Kazancın yüzde 10’u hanelerine yazılabildi.

Erdal Eren’i İdama Gönderen Cerrah

Eren’in kemik yaşının 18 olduğuna dair raporu veren O.Ç. adlı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu, sonradan genel cerrahi alanında ihtisas yapmış bir cerrahtı.

Atina’daki Adamımız

İstiklal Savaşı’nın kazanılmasında, Cumhuriyet’in kurulmasında/sağlam temellere oturtulmasında harca ter akıtan pek çok isimsiz Türk istihbaratçısı da bulunuyordu. Binbaşı Fevzi Kamacı da büyük destanın kahramanlarındandı. Asker bir ailenin üyesiydi. Ağabeyi de Türk Erkan-ı Harbiyesi’nde albay rütbesinde istihbarat subayıydı.

Diğer Muhtelif Yazıları

‘Bilinmeyen’ İmamoğlu / 2

Ekrem İmamoğlu, 25 yıl ‘Millî Görüş’ geleneğinden gelen/yetişen kadrolarca yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı - yeniden! - CHP’ye kazandırmayı başardı. AKP, İstanbul’un kaybedilmesini bir türlü kabullenemedi. İmamoğlu kimdi? Elinde ‘sihirli değnek’ mi vardı?

‘Bilinmeyen’ İmamoğlu / 1

Ekrem İmamoğlu, 25 yıl ‘Millî Görüş’ geleneğinden gelen/yetişen kadrolarca yönetilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı - yeniden! - CHP’ye kazandırmayı başardı. AKP, İstanbul’un kaybedilmesini bir türlü kabullenemedi. İmamoğlu kimdi? Elinde ‘sihirli değnek’ mi vardı?

Cem Karaca’dan ‘Karabağ Şarkısı’

Cem Karaca, babası Mehmet Bey’in öğüdüne bağlı kaldı: ‘Bu toprakların ezgilerini söyledi!’ Türk Dünyası’na ilgisini hiç azaltmadı. Karabağ’ın işgalini telin etti! ‘Karabağ Şarkısı’nı besteledi. ‘Nerede Kalmıştık?’ adlı kasetinde yer verdi.

Adı Filistin Olan Sevda

Cem Karaca, ülke ve dünya sorunlarıyla yakından ilgilendi. Filistin’in ezilen halkına karşı özel alâka/sempati duydu. ‘Mutlaka Yavrum’ gibi bazı popüler parçalarını ithaf etti. Kamuoyunda farkındalık yaratmaya çalıştı.

‘GPS’li Bavul’ İle Taşınan Dolarlar

‘Kısa sürede yüksek kazanç sağlama’ vaadi çoğu kişiye çekici geldi. ‘Tatlı dilin yılanı yuvasından çıkarması gibi, ‘emeksiz yemek’ hayali - aslında! - bütün birikimleri yok edecekti…’

Maksim Gorki ‘Seven Banker’

Adından daha ziyade mesleki unvanı ile tanındı. Her gün gazetelerin birinci sayfalarını haber(ler)i, iç yapraklarını da reklam(lar)ıyla doldururdu. Tek kanallı TRT televizyonunda günün her saatinde şirketlerinin ‘paralı tanıtımını’ yapan kısa bantlar dönerdi. Bankalardan daha fazla mevduat toplamayı başardı. Yüksek faiz dağıtırdı. Ama yükselişi gibi ‘inkırazı’/çöküşü de pek hızlıydı. ‘Banker Kastelli’ olarak bilinen, milyonlarca kişiyi peşinden sürükleye(bile)n Abidin Cevher Özden kimdi?

Asit Dolu Fıçıya Atılan Başbakan

Patrice Lumumba, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin seçimle/halkın oyuyla işbaşına gelmiş ilk başbakanı idi. 4 ay görevde kalabildi. İcraatlarıyla değil de dramatik katlinin yarattığı sansasyonla/tepkiyle tanındı. CIA’nın örgütlediği onlarca kanlı darbenin talihsiz kurbanları arasındaydı.