Tiyatro kökenliydi ama sinemayı daha çok sevecekti. Beyaz perde kalıcıydı! Temsil ise bambaşkaydı: Oyun bitince, süreç tamamlanırdı. ‘Beyaz perde, beni geniş kitlelere tanıttı,’ şeklinde konuşacaktı. ‘Komedi oynamayı çok istemesine karşın sanat yaşamı boyunca fırsat bulamayacaktı!’ Klasik eserlerde tecrübesi ve yeteneği tartışılmazdı. ‘Hamlet oynayan dünyadaki az sayıdaki kadın sanatçıdan birisiydi! Ama onlarca oyundan elinde hiç fotoğrafı yoktu!’
Ayla Algan’ın değerlendirmesine göre, ‘Yeşilçam güçlü sinema değildi! Ürünleri günümüz dizilerinin atalarıydı! Senede 300’e yakın film çekilirdi. Biri biter, ardından ötekisine başlanırdı. Karakter yoktu, belli tipler vardı. Her filme dublaj yapılırdı. Seslendirme çok önemliydi!’
Algan, tam bir Yunus Emre hayranıydı/sevdalısıydı. Şiirlerin İngilizce, Almanca ve Fransızca çevirilerinin bestelerini okudu. - 15 yıl piyano çaldı sonra aniden vazgeçti! ‘Ekip çalışması bana daha cazip geliyor,’ şeklinde konuşacaktı! - Gönüllü kültür elçisiydi. Dışişleri Bakanlığı’nın teşviki ile ülkesini tanıtmak amacıyla çok sayıda etkinliğe katıldı.
Plaklarında ve kasetlerinde de Yunus Emre’nin deyişlerine de yer verdi.
- Ürdün Kralı Evlenme Teklifinde Bulundu… -
Seyahat etmeyi sevmezdi. Ama çocukluğundan beri dış gezilere katılırdı. Afrika’ya, Amerika’ya, Avrupa’ya gitti. Arkadaşları kendisine imrenirdi. Beyanına göre, ‘Gönüllü değildi! Gözü arkasında gidiyordu. Ülkesini bırakmak istemezdi. İstanbul’u, Boğaz’ı, Büyükada’yı, Ege’nin küçük kasabalarını turlamayı, müzeleri dolaşmayı hayal ederdi. Dünyanın hemen her ülkesini gezdi. Türkiye’ye döndüğünde de, ‘Memleketim ve İstanbul kadar güzelini görmedim,’ diyecekti.Daha ilk gençliğinde güzelliği, kültürü, karakteri ve girişkenliği ile öne çıktı. Rivayete göre Ürdün Kralı, Algan’ı gördü ve beğendi. Babasından istedi. ‘Dilerse, okuluna devam edebilir,’ diye de önerisini iletti. Annesi, kızına konuyu aktardı: ‘Ürdün’e gelin gitmek ister misin?’ Cevabı netti: ‘Sen şaşırdın mı? Bu yaşta neden evleneyim ki? Elbette istemem!’ Fransa’daki eğitimini ve geleceğe dönük planlarını iptal etmeyi/ertelemeyi düşün(e)me(z)di.
Çocukluğuna ait ilk hatıraları önemliydi. Beyanına göre, 2. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’daki Türklerin çoğu fakirdi. Ekmek kuyrukları, yetersiz beslenme, temel ihtiyaç maddelerinin eksikliği hissedil(ir)di. Ama kimse şikâyet etme(z)di! Ailenin tek küçük çocuğu Ayla idi. Annesi, kızının beslenmesine dikkat eder, herkesin hissesine düşenden fazlasını verirdi. Küçük Ayla suçluluk hissederdi. ‘Başkası istiyorsa, yesin,’ derdi.
- Ailesi Girit Göçmeniydi… -
Şehirdeki gayrimüslimler hem kalabalık, hem zengindi. ‘Çoğunun paraları İsviçre bankalarındaydı!’ Maddi sıkıntı çekmezlerdi.
Algan’ın beyanına göre ailesi, Girit kökenliydi. Evde yarı Türkçe yarı ‘Giritçe’ diye tanımlanan - adaya has Rumca veya Yunanca! - dil konuşulurdu! Ama hepsi Müslüman’dı!
Ayla Algan, 29 Ekim 1937’de, İstanbul’da doğdu. Kalabalık ailede büyüdü. Büyükanne, büyükbaba, teyze, hala hepsi bir arada yaşardı. Babası, Girit muhaciri tüccar Vedat Kasman’dı. Türkiye’ye beş parasız gelmişti. Yunan hükümeti bütün mallarına el koymuş, para ödememişti!
Annesi, ressam Nevzat Kasman’dı. Girit göçmeni baba ile Yunan annenin kızıydı. 1912’de, İstanbul’da dünyaya geldi. - Nevzat Hanım’ın atası, ressam Kazım Kavur’du. İlk Türk ticaret gazetesini yayınlayan kişiydi! - Küçük yaşta fırça ve boya ile tanıştı, resim yapmaya başladı. Okula gitmedi, evde özel ders(ler) alması sağlandı. Öğretmeni İbrahim Çallı’nın ısrarı ve teşviki ile Sanayi-i Nefise Mektebi’ne - Güzel Sanatlar Akademisi’ne! - ikinci sınıftan kabul edildi. Köklü kurumda eğitimini sürdürdü. Seramik, heykel dersleri gördü. Portre resimleri yapıp satmaya başladı. Sonraki yıllarda Paris’te çalıştı. Bilgi ve tecrübesini artırdı. Sanat galerilerini, müzeleri, dünyaca ünlü modaevlerini gezdi. Türkiye’ye Christian Dior’un model çizimlerini ilk getirendi! Başka bir ifade ile ‘Dior’u memleketimize tanıtandı! - Ayla Algan’ın anlatımına göre, İstanbul’un ünlü Rum terzileri Fen Gara ve Stangali’ye satmaya başladı. Daha sonra özgün modellerini ortaya koydu. ‘Bizim bütün renklerimizi mesela morun tonlarını, camgöbeği yeşillerini kullanırdı!’ Kendisine ait ilk Türk terzihanesini de açtı.
- Nevzat Kasman Hanım Çok Yönlü Sanatçıydı… -
Nevzat Hanım, resim çalışmalarını da sürdürdü. Kadınlar Birliği’nin üyesiydi. Bu sıfatıyla Paris’te düzenlenen çeşitli sergilere katıldı. Müze Goblen’deki yarışmaya iştirak etti. ‘Paris’in Horozu’ adlı eseri ile birincilik ödülü kazandı. Yaptığı heykellerle de adını duyurdu. Mumdan imal ettiği bazı yontuları, Harbiye Askeri Müzesi’nde sergilendi.
Nevzat Hanım, çok iyi derecede piyano çalardı. Plağa alınmış tangoları mevcuttu! Ayla Algan’ın dayısı keman virtüözü idi. Teyzesi piyanonun başına geçer, sihirli nağmeler dinletirdi. Algan, ‘Evimiz adeta sanat yuvası gibiydi,’ diye övünecekti. ‘Onlar çalar, ben dinlerdim. Bir süre sonra ekibe katıldım!’
Nevzat Kasman son derece uzak görüşlüydü. Ayla Algan, yıllar sonra verdiği röportajda gözlemini anlatacaktı: ‘Annem çocukluk yıllarımda beni tiyatroya hazırlar gibiydi. Ama bu sanat dalı ne aklımda, ne gözümde vardı! Şarkı söylemek ve dans etmek daha çok alâkamı çekerdi. Evlendikten sonra eşim sayesinde tiyatroyla ilgilenmeye başladım.’
- Ayla Algan Küçük Yaşında Dans Etmeye Piyano Çalmaya Başladı… -
Küçük Ayla koşmadan önce konağın ahşap merdivenlerinden kaymayı öğrendi. Samba yaptı. Tencere, tabak, bardak ile tempo tutmayı, farklı sesler çıkarmayı ve ayırmayı kavradı. Annesi, kızının müzik yeteneğini fark etti. Daha 5 yaşındayken piyano kursuna gönderdi.
Şarkı(lar) da söyle(r)di. Utandığı zaman yemek masasının altına saklan(ır)dı. - Örtünün ponponlarını bile hatırlardı! - Çevresi de müziğe düşkündü. Büyük Ada’daki yazlıklarının Rum komşularından kendi dillerindeki şarkılarını dinle(r)di. Hatta işittiklerini hemen öğrenip tekrarla(r)dı.
Bir dönem Beyoğlu’nda Tünel’e yakın mahallede oturdular. Evlerin manzarası çok güzeldi. Önden cadde, arkadan da deniz görülürdü. Çevrede tarihi kiliseler, şapeller vardı. Pazar günleri saat tam on biri vurunca çanlar ses verirdi. Ayla Algan hem ezan hem çan sedaları arasında büyüdü. Sent Antuan Kilisesi’nde org ile çalınan Bach eserlerini dinlemeye gidilirdi.
Shirley Temple’nin başrolünde oynadığı ‘Küçük Prenses’ filmini defalarca seyretti. Onu taklit etmeye çalıştı: Kendi kendine Step dansını öğrendi. Annesi, kızına destek verdi. Burun kısmına demir takılmış parlak pabuçlar aldı. Küçük Ayla dans etmeye başlayacak ve ömrü boyunca da sevecekti!
- Kızına Şan Salonu’nda Özel Loca Kiraladı… -
Evleri düğün varmışçasına kalabalıktı! Çok sayıda sanatçı ve düşünce insanı gelirdi. Felsefe konuşulur, resim(ler) yapılır, şiir(ler) okunurdu. Long play/‘uzun çalar’ plaklar yeni çıkmıştı. Toplantıların birinde ‘Chopin Concerto’sunu ilk kez dinledi. Elmadağ’a yakın Şan Salonu’nda canlı müzik yapılırdı. On beş günde bir Türk Sanat Müziği, yirmi beş günde bir de Klasik Batı Müziği dinletileri düzenlenirdi. Annesi, kızına ödül gibi hediye verecekti: ‘Piyano çalıyorum diye bana bir loca kiraladı! Arkadaşlarımla konserlere giderdim.’
Çocukluğu Harbiye ve Pangaltı’da geçti. Piyano, bale ve şan derslerini sürdürdü. Öğrendikleri gelecekte işine yarayacaktı. Şarkı söylediği, solfej bildiği için büyük/önemli orkestralarda iş bulacak, solistlik yapacaktı. Müzikallerde oynayacaktı. Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter ile ‘Üç Kuruşluk Opera’da, Zihni Rona ve Hümeyra ile de ‘Kuşlar’da müzik alt yapısını kullanacaktı.
Sesinin güzelliği, nota okuması, sahne hâkimiyeti kendisine yeni kapılar açacaktı. ‘Sanat güneşi’ Zeki Müren’den davet aldı: ‘Alt kadromda çalışır mısın?’ Şaşırdı! ‘Ayol ben Ajda mıyım,’ diyecekti. ‘Fransızca şarkılar bilirdi. Yunus Emre’nin ilahileri ezberindeydi. Bir de müzikallerden aklında kalan şarkılar vardı. Müren, ‘Yunus’tan söyle,’ dedi. ‘Seni dinleyecekler!’ Zeki Müren sahnedeyken, salonda çıt çıkmazdı. Yemek yenmez, içki içilmez, fısıltı ile bile konuşulmazdı. ‘Müren haklı çıktı. Seyirci aynı saygı ve ilgiyi bana da gösterdi!’
Assolist Gönül Yazar’ın kadrosunda da yer aldı. Yazar’ın İzmir’de bir gazinoda çalışma teklifini kabul etmekte zorlandı. Kızına hamileydi! Ama öneriyi benimsedi. Yazar, tam gece yarısında sahneye çıkardı. Programı bitince beklemezdi. Doğruca evine giderdi. Sıra Tanju Okan’a gelirdi. En sonunda da Ayla Algan şarkılarını söylerdi.
- Lise Eğitimini Fransa’da Tamamladı… -
Sanat dersleri tam 11 yıl sürdü. - Fransa’ya gidince kesintiye uğradı! - Ortaokulu İstanbul’daki Notre Dame de Sion’da bitirdi. Lise bölümüne de devam etti. Ama engelle karşılaştı: Edebiyat öğretmeni Perihan Hanım, Ayla’nın Türkçesini beğenmez, hep düzeltirdi! Yorumuna göre, Türkçe yazımı hatalıydı! Genç Ayla, durumuna ve ‘muallime’ye illet olurdu! Ünlü romancı Reşat Nuri Güntekin’in kızı Ela sınıf arkadaşıydı. Her ikisinin de Fransızcaları iyi, Türkçeleri ‘rezalet’ti! ‘Edebiyatım çok iyiydi. Ama Perihan Hanım nedense canımızı çıkarırdı. Ela’yı ve beni ikmale bıraktı,’ diyecekti. Annesi duruma hemen müdahale edecekti: ‘Seni Fransızca öğrenesin diye yolladım!’ Okuldan kaydını aldı. Kızını Paris’e götürdü. Versay’daki Versailles Lisesi’ne kaydettirdi. Okul, orman arazisinin içindeydi. Bütün öğrenciler, haftanın iki günü - çarşamba ve perşembeleri! - tiyatroya götürülürdü. Genç Ayla, mükemmel Fransızcasından ötürü sınıf atladı! Mektebi bir yıl erken bitirdi!
- Lise Son Sınıfta Beklan Algan ile tanışıp evlendi… -
1957’nin yılbaşı akşamı, İstanbul’daydı. Arkadaşlarının düzenlediği yeni yıl partisine katıldı. Fransa’dan yeni dönmüştü. Eğlenmeye bakıyordu. Dans ediyordu. Beklan Algan ile karşılaştı. İlk gördüğünde, ‘Amma kendini beğenmiş,’ dedi. Beklan, basketbol oynuyordu. Millî takım elemanıydı. ‘Çok yakışıklıydı. Bütün kızlar etrafını sarardı,’ diyecekti. ‘Nasıl oldu anlamadım? Nikâhlandık!’ Sonra da detayı anlatacaktı: ‘Bir gün, Beklan Anadolu Kulübü’ne gelmiş. Annemi dansa kaldırmış. ‘Benimle evlenmek istediğini,’ söylemiş.’ 27 Ağustos’ta nikâhları kıyıldı. Eylül ayı boyunca Hilton Oteli’nde konakladılar. Damat, Kanada’ya gitti. Taze gelin de annesinin eşliğinde Paris’e uçtu.
- Beklan Algan, Maden Mühendisi Değil Tiyatro Sanatçısı Olmak İsterdi… -
Beklan, Muğla’da yaşayan köklü, zengin, girişimci bir ailenin mensubuydu. Krom madeni sahibiydiler. Yurt içinde ve dışında yatırımları vardı. Şirket merkezi Niagara Falls’taydı. Ayla okulunu bitirince, eşinin yanına geldi. Yeni evliler balayında değil de adeta çalışma alanındaydı. Ayla Hanım’ın anlatımına göre kaldıkları yer, dünyaca ünlü şelalelerin hayli uzağındaydı. Fabrikalarda çalışan işçilerin konutlarından oluşan, sıkıcı bir merkezdi. Asosyal çevreden ve yaşam biçiminden mutlu kalmadılar. Ayla Algan, ‘Beklan, aile işini sevmiyordu. Naif insandı. Madene her gidişinde hastalanıyordu,’ diyecekti.
Beklan Algan, Robert Kolejli idi. Çok girişimciydi. Okul kütüphanesinde Hamlet üzerine seminer vere(bile)cek kadar donanımlıydı. Tiyatro sevgisi ile doluydu. Ayla Algan, ‘Beklan rejisörüm oldu,’ diyecekti. ‘Oyunculuktaki başarımı ona borçluyum. Bir de Muhsin Ertuğrul Bey’e…’
Beklan Algan, tutkusunun peşinden gitme cesaretini gösterdi. Tiyatro eğitimi alacaktı! New York’a gidip Actors Studio’nun sınavlarına girdi. Zorlu süreci başarı ile aşıp kayıt hakkı kazandı. Ayla Algan, eşi ile gurur duydu. Biraz da kıskandı. Kendisi de benzer imtihan vetiresini yaşadı ve muvaffak oldu. Kanada’dan New York’a taşındılar. Beklan’ın ailesi ile araları bozuldu. Babası, oğlunun başladığı tahsili tamamlamasını, maden mühendisi diplomasını almasını bekliyordu. Tiyatro gündemlerinde yoktu! Ayla Algan, ‘O zamanlar kimse çocuklarına ‘Tiyatrocu ol!’ demezdi,’ diyecekti.
- Actors Studio’da Elia Kazan’ın Öğrencisi Oldular… -
Tiyatro tahsilini ilk sıraya koydular. New York Actors Studio’ya kayıt yaptırınca okullarını bıraktılar. ‘Aynı anda iki karpuz bir koltukta taşın(a)mazdı!’ - Oysa kendisi İngiliz Filolojisi, eşi de maden mühendisliği okuyacaktı! - Actors Studio’ya girmek zordu. Hocalarından Lee Strasberg çok etkindi: İsteyeni değil seçtiğini kuruma alırdı! Leyla Gencer de benzer şekilde çalışırdı. Algan’ın anlatımına göre Gencer, ‘Parçayı çatır çatır söyleyeni kazandırmazdı. Aksine daha iyi seslendiremeyeni kabul ederdi. Nedenini de kendince açıklardı: ‘İyiyiydi ama sevgilisini görmüyordu. Arya okurken ‘maşuka’sını/aşığını gözünün önüne getirmesi gerekirdi!’
Actors Studio’da, Joshua Logan, Elia Kazan ve Lee Strasberg gibi ünlü isimler ders verirdi. Montgomery Clift, Julie Harris, Eli Wallach, Karl Malden, Patricia Neal, Mildred Dunnock, James Whitmore, Marlon Brando, Marilyn Monreo, Maureen Stapleton vb. yıldızlar da okulun mezunlarındandı. Algan’ın anlatımına göre Brando ve Monreo zaman zaman gelir, ‘bir tipten bir tipe geçmek, alt benliklerini temizlemek için çalışırlardı!’
Algan, ABD’de ‘yaratıcı drama’ seminerlerine de devam etti. Hocası, dersi oluşturup dünyaya tanıtan, Macar asıllı psikiyatr-yazar Jacob Levy Moreno’ydu. Moreno, dekor kullanmazdı. Ortaoyununa uygun sahneden yararlanırdı. Hem psikolojiden, hem pedagojiden faydalanırdı. Öğrenci hayal(ler)ine dalar, çocukluğuna kadar gidebilirdi/dönebilirdi!
- Columbia Film Şirketi’nden 8 Yıllık Sözleşme Teklifi Aldı… -
Ayla Algan, Hollywood’un dikkatini çekti. Bazı film teklifleri aldı. Komedyen Fannie Brice’in hayat hikâyesini anlatan ‘Funny Girl’de başrol oynaması önerildi. Yapımcı firma Colombia Pictures’ın tek şartı: ‘8 yıllık sözleşme imzalamasıydı!’ Diledikleri her yapımda ve her rolde görünecekti. Algan, ‘8 yıllık kontratı imzalattılar mı, hangi rolde isterlerse oynatırlar, porno da bile,’ diyecekti. ‘Bu nedenle kabul etmedim!’ Marlon Brando da kendisini uyaracaktı: ‘Colombia’dan hâlâ kendimi satın alamadım!’
Diğer öneri ise, Jean Paul Belmondo ile başrolünü paylaşacağı, ‘uyuşturucu kullanımına karşı tavır alan ve kurbanların tedavisini sağlamaya çalışan kadın’ tiplemesiydi. Ama senaryoda Türkiye, ‘yasaklı maddenin çıkış kaynağı’ olarak gösteriliyor, açıkça karalanıyordu! Algan, teklifi düşünmeden reddetti. ‘Ülkemi lekeleyen filmde oynayamazdım,’ şeklinde konuşacaktı. ‘‘Vatan haini’ olarak görülebilirdim. Milliyetçi duygularla geri çevirdim!’
Hollywood’da, Türk sinema sanatçılarının başarısı, sanat kabiliyetleri kadar dil bilmelerine de bağlıydı. Muzaffer Tema, şansını denemiş, birkaç filmde oynamıştı. ‘Kendisine güvenen teşebbüste bulunabilirdi!’
Ali Hikmet İnce