Münir Özkul, Bakırköy’lüydü. Orta Sokak’ta oturan, orta halli bir ailenin 3’üncü ve son çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı. Ailesi çok dindardı; babası bu sebepten Özkul soyadında karar kılmıştı. Saime ve Sıdıka isimli iki abladan sonra gelen oğlan çocuğu el üstünde tutulmuş; Münir adı verilmişti. Dadı Sayma Hanım; anne Hayriye Hanım’ın üstündeki ağır yükü almaya çalışıyor, çocuklar arasında Münir’e torpil geçiyordu. Münir’e hemen istikbal tayin edilmiş, ‘Paşa!’ denilerek, dedesi gibi askerlik mesleğini seçmesi beklenmişti.
Çocuklar küçük yaşta ne olacaklarına, kime benzeyeceklerine karar verirken çevresindeki örneklerden seçme yapardı. Genellikle de, anne-babalarına benzemek isterlerdi. Münir Özkul; hayat hikâyesini anlatırken, böyle bir karar verme dönemi yaşadığını, alkolik bir arkadaşını kendisine örnek aldığını söyleyecekti. Ailesinde ve yakın çevresinde sigara içen kimse yoktu. Mazbut bir çocukluk dönemi geçirmesi için çalışmışlardı. O günlerdeki durumunu açıklarken, ‘Alkol bende baskıları kaldırdığı gibi, kendime karşı olan güvensizlik duygusunu da yeniyordu,’ diyecekti. Özkul, zaman zaman uyuşturucu maddeler kullandığını da söyleyecekti.
- Mahcup, Sıkılgan, İçe Dönük Bir Çocuktu… -
Hayatı; Ecevit’in ünlü dergisi Arayış’a konu edilebilecek kadar zengindi. Bir ilkokul, yedi ortaokul, on bir lise, iki fakülte dolaşmıştı. Son derece mahcup, sıkılgan, içe dönük bir çocuktu. Çok arkadaşı yoktu. Okuldan - İstanbul Erkek Lisesi’nden! - her kaçışında, Bakırköy’ün ünlü Miltiyadi Sineması’na sığınıyordu. O günlerin en moda Amerikan ve Fransız filmlerini izlerdi. Geceleri ise, yine aynı sahnede, Naşit Efendi, Raşit Rıza, gibi ünlü tiyatrocuları alkışlardı. Ama idolü, rol modeli, İsmail Dümbüllü idi.
Münir Özkul’u tiyatro oyuncusu yapan, İsmail Dümbüllü’ye aşırı hayranlığıydı. 1968’de, Arena Tiyatrosu’nda Kanlı Nigar oyununun prömiyerinde Dümbüllü’yü seyretti ve avuçları patlayıncaya kadar alkışladı. - O’na çıraklık yapmak ve yanından ayrılmamakla ne kadar doğru bir iş yaptığını fark etmişti! - İsmail Dümbüllü, Kel Hasan Efendi’den aldığı kavuğu Münir Özkul’a verecekti. ‘Sen, yerine göre Pişekâr, yerine göre Kavuklu olmayı başardın. Kavuk senin hakkın,’ diyecekti. Özkul da, ustasından aldığı kavuğu, zamanı gelince Ferhan Şensoy’a devredecekti.
On beş yaşına geldiğinde, okulu bırakıp oyunculuk yapmaya karar verdi. Bakırköy Halkevi’ne - gizlice! - gidip üye oldu; ailesine haber vermemişti. Tiyatro Kolu’na yazıldı ve küçük bir rolde sahneye çıktı.
- Bakkal, Bardakla Açık Ucuz Şarap Satıyordu… -
Alkolle de ilk defa bu yıllarda tanıştı. İçinde kimseye anlatamadığı, tarif etmekte güçlük çektiği bir sıkıntı vardı. Adını koyamıyordu; kimseyle paylaşamıyordu. Cebinde parası yoktu; evdeki eski gazeteleri topladı. Mahalle bakkalının yolunu tuttu. Bakkal, bardakla açık ucuz şarap satıyordu. Koltuğunun altındaki gazeteleri verdi; ilk içkisinin-şarabının tadına baktı. Biraz sonra gevşemiş, içindeki sıkıntı da kaybolmuştu. Alkol, en yakın arkadaşı olacak, 50 yıl beraber yaşayacaklardı. Tiyatrodaki başarılarını, performanslarını da olumsuz etkileyecekti. Bir gün, Muhsin Ertuğrul yanına çağıracak ve ‘Bir gün, alkolü bırakacağını biliyorum, o nedenle sana müsamaha gösteriyorum,’ diyecekti. Alkol, hem insani ilişkilerini, hem meslek hayatını, hem de sağlığını etkileyecekti. Tam 19 defa alkol tedavisi için hastaneleri komşu kapısı yapacaktı. Hattâ akıl hastanelerine düşecekti. Durumu şöyle özetleyecekti: ‘Akıl hastaneleri en özgür olduğum, her şeyi objektif görebildiğim tek yer. Orada rahata ererim …’
İçkiyi bırakmak için çok büyük bir savaş vermişti; ama sonunda kazanmıştı. Başarısında, eski eşi Suna Selen’in katkısı büyüktü. Bir ara siroz korkusuyla hastaneye yattı, ama karaciğeri sağlam çıktı. Arada bir kendi kendine serzenişte bulunurdu: ‘İçkiye giden paralarla en azından bir apartman alırdım…’
- Sinemadaki İlk Rolünü, Sırrı Gültekin Vasıtasıyla Buldu… -
Sinemadaki ilk rolünü, mahalleden arkadaşı, Sırrı Gültekin vasıtasıyla buldu. Gültekin’i ziyarete gitmişti. Arkadaşı, ‘Bir figüran arıyoruz; sen oynasana...’ teklifinde bulundu. Özkul, ‘Bir anım olsun,’ dedi; verilen üniformayı giydi, kameranın karşısına geçti.
1950’den itibaren sinemada küçük rollerde görünmeye başladı. Edi ile Büdü, Balıkçı Güzeli, Kalbimin Şarkısı bazılarıydı. 200’den fazla siyah-beyaz filmde oynadı. 1965’ten sonra, karakter rolleriyle övgü aldı. Tiyatro tecrübesi, sahnedeki yükselişini kolaylaştırmıştı. En ünlü yapıtları, Arzu Film’le, Ertem Eğilmez imzasını taşıyanlardı. Kendisiyle özdeşleşen rolü, Hababam Sınıfı serisindeki, Özel Çamlıca Lisesi’nin Müdür Yardımcısı Kel Mahmut tiplemesiydi. Aynı şirketin, kalabalık kadrolu aile filmlerinden, Mavi Boncuk, Bizim Aile, Aile Şerefi, Gülen Gözler, Neşeli Günler, Gırgıriye ve Görgüsüzler rol aldı. Diğer rol arkadaşı, sinemada unutulmaz ikiliyi oluşturdukları, Adile Naşit idi. 1980 sonrası, piyasayı saran video salgınına ayak uydurdu; video formatında pek çok filmde rol aldı.
Sanat hayatında beş kişinin büyük etkisi olmuştu. Bunlar Muhsin Ertuğrul, Ferdi Tayfur, Haldun Dormen, Sadık Şendil ve Şakir Eczacıbaşı’ydı.
Sanat hayatında, her zaman, İbiş’e ve Kavuklu’ya hayranlık duymuştu.
- Özel Hayatı Fırtınadaki Bir Deniz Gibi Şiddetli Dalgalıydı… -
Özel hayatı - deyimin tam anlamıyla! - fırtınadaki bir deniz gibi şiddetli dalgalıydı. Ölümüne kadar yanından ayrılmayan kızı, Güner Özkul’a - Aktör Dediğin Nedir ki? Münir Özkul adlı kitaba - göre, çok çapkın bir adamdı; bu yüzden genç karısını bile aldatmaktan çekinmemişti; hiçbir zaman çok alçak gönüllü değildi; mazbut hiç değildi; İstanbullu ukala tarafları çoktu. ‘Bu yaşam içinde aşırı alkol var; çocukluğundaki problemli günlerin getirdiği kompleksler var; akıl hastanesine girip çıkmalar var; kadınlar var; aşırı duygusallık var …’
Küçük Sahne yıllarında Çolpan İlhan ile kısa bir nişanlılık geçirdi. Bu yüzden, Sadri Alışık’la uzun yıllar küs kaldıkları söylendi. Münir Özkul’un ilk eşi Şadan Hanım’dı. Bu evlilikten, bir kız bir de erkek çocukları oldu. Ardından, Suna Selen ile 6 yılı evli, 14 yıl birlikte yaşadı. Güner Özkul, 1966’da dünyaya geldi. Yine Güner Özkul’un aktarımına göre, anne de baba da kendi dönemlerinin serseri takılan, bohem, bildiği gibi yaşayan tipleriydi. Suna Selen, yeni bir aşka yelken açacak ve Güner Sümer’e gidecekti. Selen’in ilk eşi de, Cevat Şakir’in yeğeni, ressam Cem Kabaağaç idi.
- Kadınları Çok Akıllı Bulurdu… -
Özkul’un üçüncü eşi, Tophaneli Örümcek lakaplı Yaşar Hanım’dı. Özkul’u bırakıp giderken, ‘Bana örümcek diyorlar, ama sen akrepmişsin, Münir,’ demişti. Münir Özkul 53 yaşındayken Umran Hanım ile tanıştı. Umran Hanım 25 yaşındaydı ve aralarında tam 28 yaş farkı vardı. Ama ilişkileri ölümüne kadar, yaklaşık 40 yıl sürdü.
Özkul; hayatına birçok kadın girmesini şöyle açıklamaya çalışacaktı:
‘Kadınları çok akıllı bulurum ve çok severim. Kadınsız erkeği yarım sayarım. Hayatım boyunca hep bir kadın aradım. Tanıdığım kadınların beğendiğim yönlerini bir araya getiren kadın. Ama böyle kadın var mı, yok mu onu bilmiyorum. Tanıdığım ve hayran olduğum ilk kadın annemdi. Bence, dünyanın en iyi kadınıydı.’
Özkul’un iki tutkusundan birincisi müzik, ikincisi futboldu; koyu Fenerbahçe taraftarıydı. Amerikan filmlerini seyretmekten hoşlanırdı. Antika eşyalar toplamaya meraklıydı.
1980’de bir jübile ile 40’ıncı sanat yılını kutladı. 1996 yılında da, 55’inci sanat yılı için görkemli bir toplantı düzenlendi. 1998’de Kültür Bakanlığı’nca Devlet Sanatçısı ödülüne layık bulundu.
2003’de demans (bunama) teşhisi konulup, hastaneye yatırıldı. Sahneye çıkamıyor; film çeviremiyordu.
Ali Hikmet İnce yazdı.
Ali Hikmet İnce