İki yaşında yetim kalan Erol Taş’ın hayat hikâyesi ibretlerle doluydu. İlkokulu yarım bırakıp yaşam mücadelesine karıştı. Çıraklık, hamallık, seyyar satıcılık, boksörlük yaptı. ‘Adam deviren’ yumruklarının da yardımıyla Yeşilçam’ın kapılarını araladı. En ünlü aktörler arasına girdi.
******
Bazı yorumlara göre, Yeşilçam’ın ‘en iyi’ kötü adamıydı. Pişirilmiş bütün tavuğu dişleyişi ya da nar gibi kızarmış kuzu budunu yiyişi ile iştah(ları) açan, özendiren, tebessüm ettiren, bazen de korkutandı. ‘The Good, The Bad and The Ugly’de Eli Wallach’ı gölgede bırakacak ölçüde güçlü oyuncuydu. Sinema yazarının benzetmesiyle ‘saf kötü’ydi! Adı da Erol Taş’tı! ‘Türklere zulüm eden Rus generalini oynadığı filmini izleyen seyirci tarafından evi basılan ve ailesi dövülen aktördü!’ Elia Kazan’ın Hollywood’a çağırıp, Ömer Şerif’ten önce ‘Doktor Jivago’ rolünü önermeyi düşündüğü kişiydi!
Taş, rolünü yaşayarak oynardı. Son derece yalın ve gerçekçi tipler çizerdi. Çoğu başrol oyuncusundan daha fazla ‘olumlu/olumsuz’ tepki alırdı. 1968’de çekilen, Yılmaz Güney ve Seyyal Taner’in başrollerinde oynadığı ‘Aslan Bey’de, Türklere zalimce davranan Rus generali canlandırdı. General, senaryoya göre tam bir Türk düşmanı ve katiliydi! Film, Erol Taş’ın ikamet ettiği Fındıkzade’de bir sinemada gösterime girdi. Seyirci(ler), Rus generalin eylemlerine öfkelendi. Erol Taş’ı ‘zalim asker’ sanıp cezalandırmaya karar verdiler. Evini bastılar ama ünlü aktörü bulamadılar. Sonra da çocuklarını hedefe koydular! Devam ettikleri ilkokula gidip, sabileri ölesiye dövdüler! Taş, olayı anlatırken, ‘Çocukların ağzını burnunu kırmışlar,’ diyecekti.
- Rol Arkadaşlarını Bile Korkuturdu… -
Taş, kavgacı, rüştünü ispatlamış, hatta dereceye girmiş - ağır siklet! - boksördü! Yeşilçam’a da adam döverek giriş yaptı. Kendisini ilk tanıyan Lütfi Akad’ın davetiyle sinemaya adım attı. Ardından da üst üste çektiği filmlerde çizdiği kötü adam portreleriyle seyircinin ilgisini/tepkisini gördü. Yaşamadığı/karşılaşmadığı şiddet kalmadı. Hatta rol arkadaşlarının bile gözünü korkuttu! Perihan Savaş, Taş’ın ciddiyetinden ve görüntüsünden ürktü, kendisini odaya kilitledi! Savaş, olayı da anlattı: ‘Erol Taş ile sahnem vardı. Rol gereği beni esir pazarında satacaktı! Nasıl çekindiysem, kendimi odaya kilitledim. Sonra Erol Ağabey geldi. ‘Kötü adam değilim,’ diyerek, beni ikna etti.’
Taş, Meksikalı kovboylar gibi yemek yerdi. ‘Viva Zapata filminden çıkıp geldiğini sanırdınız! Tavuk veya hindi budu, koyun ya da inek eti ile ağzını doldurur ve yarısı dışarıda kalacak şekilde çiğnerdi/yutmaya çalışırdı. Bazı et parçaları tükürükleriyle etrafa saçılırdı. Yüzünde oluşan ifade ise tam manasıyla tiksindirici hatta korkutucuydu!
- Yeşilçam’da En Çok Sayıda Filmde Oynayan Sanatçılardandı… -
‘Saf kötü adam’ın alışılmış çizgisini değiştirdiği iki filmi de mevcuttu: ‘Ana’ ve ‘Sürgün’de ‘iyi âdem’i canlandırdı! 1967’de, Türkan Şoray ile başrolünü paylaştığı ‘Ana’da Şevket’i oynadı. 1992’de de, bir öğretmenin hayatının anlatıldığı, ‘Sürgün’de Süleyman Çavuş’a can verdi.
Erol Taş, aşılması zor rekorun da sahibiydi: Yeşilçam’da çekilen 700’den - bazı kaynaklara göre de 800! - fazla filmde görev aldı. ‘Susuz Yaz’, ‘Yılanların Öcü’, ‘Devlerin Kavgası’, ‘Acı Günler’, ‘Aslan Bey’, ‘Maskeli Beşler’, ‘Hudutların Kanunu’, ‘Mahpushane Çeşmesi’ ve ‘Hakanların Savaşı’ gibi çeşitli türdeki yapım(lar)da başarıyla çalıştı, hafızalarda yer buldu. Antalya Film Festivali’nde, ‘En İyi Yardımcı Oyuncu’ dalında, 3 defa ‘Altın Portakal’ kazandı.
1997’de, Atatürk Kültür Merkezi’nde, ‘50. Sanat Yılı Jübilesi’ düzenle(n)di. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de tören katıldı. Kendisine ‘Devlet Sanatçısı’ plaketi ve sertifikası verdi.
- Erzurum’dan İstanbul’a Kağnı Üzerinde, Bazen de Yürüyerek Geldi… -
Erol Taş, Erzurum’un Karaköse Mahallesi’nde dünyaya geldi. Doğum tarihi: 28 Şubat 1926 - 1928 de olabilir! - idi. Babası Hamza Bey, annesi Nefise Hanım’dı. 2 yaşındayken atasını kaybetti. 1932’de, - Henüz 4 veya 6 yaşındaydı! - annesinin isteği üzere göç edildi. Zaruri eşyalar kağnıya yüklendi. Konya’ya doğru yola çıkıldı. Selçuklu’nun başkentine varınca fazla kalınmadı. Yalova istikametinde yolculuğa devam edildi. Eşyalar önce çuvallara istiflendi, ardından da sırtlara alındı. Vapurla İstanbul’a geçilecekti. ‘Dersaadet’te saadet aranacaktı!’
Fatih’de eski bir konağın iki göz odası kiralandı. Anne çalışacak ve ailesine bakacaktı! Küçük Erol, Zeyrek’teki 54. İlkokul’a yazdırıldı. Yoksulluk ve çalışma zorunluluğu okul bıraktırdı! 11 yaşındaydı! Mahalle bakkalına çırak girdi. Eline geçen para yetersizdi. Savaş dönemiydi. Yiyecek ve içecek sıkıntısı hat safhadaydı. Ekmek karne ile dağıtılırdı. Ailesi yeterince beslenemiyordu! Kuvvetine ve dayanıklılığına güvendi. Küfe satın alıp hamallığa başladı. Sebze ve meyve, çarşıdan eşya taşımaya girişti. Semt pazarlarında tezgâh açtı: Salata malzemesi, limon sattı. Mevsimine göre zerzevat çeşitlerini değiştirdi. Bazen de ne bulduysa pazarladı.
- Baharatçı Koço Bey, Erol Taş’ın Kaderini Değiştirdi… -
Annesi, oğlunun yaşından büyük kişilerin yapacağı işleri omuzlamasına dayanamadı. Meşgalesinin ve adresinin belli olmasını istedi. Eminönü’nde baharat satan, Rum asıllı tüccar Koço Bey’in yanına çırak soktu. Küçük Erol, ustasına yamaklık yaptı. Ayak işlerinde yardımcı oldu. Güçlü kuvvetliydi: ‘Taşı sıksa, suyunu çıkarırdı!’ Koço Bey, yetime sahip çıktı. Gündüz dükkânda çalışmasını, gece tahsilini sürdürmesini sağladı. Sık sık kavga ettiğini görünce de, boksör olabileceğine kanaat getirdi. Beyoğlu Spor Kulübü’ne götürdü. Lisans çıkarttı. Erol Taş, hem işine devam etti, hem düzenli spor yaptı. Deneyim kazanınca da İstanbul’daki müsabakalara katıldı. 1947’de, sıkletinde başarı gösterdi. İstanbul’da ikincilik kürsüsüne çıktı. Ardından Türkiye şampiyonasına iştirak etti. Yine ikinci geldi. Öz güveni arttı! Aynı yıl tertiplenen bir dövüşte, Türkiye Ağır Sıklet Boks Şampiyonu ile karşılaştı. Aldığı darbelerle çene kemiği kırıldı. Yumrukoyununu bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra da 28 ay sürecek askerlik görevine çağrıldı.
Vatani vazifesini tamamlayınca İstanbul’a döndü. Cankurtaran’daki lastik/ip fabrikasında işe girdi. Evini de aynı semte taşıdı. Mahalleyi tanımaya, arkadaşlar edinmeye girişti. Kendini sevdirdi, saydırdı. Yeni muhitinde şansı parlayacak, kaderi değişecekti. Hiç düşünmediği/aklına bile getirmediği mesleğe kavuşacaktı: ‘Aktörlük yapacaktı!’
- Mahallenin Serserilerinin Elinden Film Ekibini Kurtardı… -
Türk sinemasının en önemli/yetkin rejisörlerinden Ömer Lütfi Akad, Cankurtaran’a set kurup, yeni filminin çekimlerine başlamıştı. Mahalle sakinleri kendilerine konuşacak konu(lar), seyredecek sahne(ler) çıkmasından memnundu. ‘Biletsiz açık hava sinemasından herkes hoşnuttu!’ Sonuçta çevrenin işsizi, kabadayısı, ev hanımı, emeklisi gibi fazla uğraşı olmayanlar, kendilerine iş buldu! Hatta daha cüretkâr davrananlar da çıktı: Film ekibi rahatsız edildi! Çalışmaları engellendi!
Erol Taş ve arkadaşları da film ekibini izlerdi. Bir gün, rahatsız eden grup yine bildiği gibi davranınca ortalık karıştı. Taş, yumruklarını konuşturdu. Dostları da yardım etti. Saldırganlar neye uğradıklarını şaşırdı. Çil yavrusu gibi dağıldılar. Bir daha da ortalıkta görünmediler! Taş, ünlendikten çok sonra verdiği mülakatta olayı anlattı: ‘Çekimler sırasında mahallede oturan birkaç serseri, film ekibine musallat olup rahatsız etmeye başladı. Misafirleri korumak için birkaç arkadaşımla birlikte, aylaklarla kavgaya giriştik. Lütfi Bey’in önünde, güzel dayak çektik. Hepsi toz oldu!’
Lütfi Akad, beklemediği kavga sahnelerini dikkatle izledi. Taş’ın stilini beğendi. Doğal ve etkileyiciydi! ‘Karşısında yetenekli aktör adayı duruyordu!’ Hemen aklına gelen düşünceyi uygulamaya koydu. Delikanlının adını ve adresini öğrendi. Görüşmeye çağırdı. ‘Çektiği filmdeki dövüş sahnesinde oynamasını istedi!’ ‘Sinema hayatım böyle başladı,’ diyecekti. ‘Boğuşma sahnesi tanınmamı sağladı. Bazı yönetmenler de filmi seyredince, ardı ardına teklifler almaya başladım.’
- Efkan Efekan, Erol Taş’ın Aktör Olacağını İlk Tahmin Edendi… -
Dönemin ünlü aktörlerinden Efkan Efekan, Cankurtaran’da, Erol Taş’ın kahvesinin hemen karşısındaki evde otururdu. Yanına gider, kahvesini içer, hep aynı cümleyi tekrarlardı: ‘Çok ünlü bir artist olabilirsin!’ Bir gün yine geldi, Taş’tan vesikalık fotoğrafını istedi. Tanıdığı bazı sinemacılara gösterecekti! Yönetmen Mümtaz Alparslan, Efekan’ın ricasını geri çevir(e)medi. Aktör adayını görüşmeye/mülakata çağırdı. Yönettiği ‘Acı Günler’in bazı sahnelerinde oynattı. Sonra da kestirip attı: ‘Sen asla oyuncu olamazsın!’ Taş çok üzüldü. Tepki vermedi fakat ‘Belli olmaz,’ demekten de kendini alamadı. İçinden, ‘Günü gelince, boynuz kulağı geçer!’ dedi. Zaman Taş’ı haklı, Alparslan’ı haksız çıkardı. Yıldız adayı ünlenecek, Yeşilçam’ın en çok aranılan isimleri arasına girecekti! Erol Taş, 1957’de çekilen, ‘Acı Günler’ filminde 10 gün çalıştığını, 150 lira aldığını da açıklayacaktı.
Bir yıl sonra 1958’de, Metin Erksan’ın senaryosunu yazıp yönettiği ‘Dokuz Dağın Efesi / Çakıcı Geliyor’da oynadı. ‘Ali’ tiplemesiyle kendini gösterme/kanıtlama fırsatı yakaladı. Eserin kadrosunda Fikret Hakan, Serpil Gül, Kadir Savun, Hayri Esen, Hayati Hamzaoğlu, Yılmaz Gruda ve Saadettin Erbil gibi tecrübeli isimler vardı.
Bir anda Yeşilçam’ın yıldız isimleri arasına girdi. Metin Erksan’ın desteği ve yönlendirmesi ile aktörlüğünü geliştirdi. 1959’da ‘Şoför Nebahat’ ve 1960’da ‘Gecelerin Ötesi’ ile adından söz ettirmeyi sürdürdü. Aynı yıl Lütfi Akad’ın yönettiği ‘Dişi Kurt’ ile seyircisiyle buluştu. Adını afişlerde üst sıralara yazdırdı. Akad Usta’nın her sözünü/talimatını emir kabul eder, istediği gibi oynamaya dikkat kesilirdi.
- ‘Susuz Yaz’ İle Uluslararası Şöhrete Ulaştı… -
1963’de, Metin Erksan’ın yönettiği, Türk sinemasının kilometre taşlarından ‘Susuz Yaz’, Erol Taş’ın ülke dışında da tanınmasını sağladı. Ulvi Doğan’ın yapımcılığını omuzladığı ve başrollerini Hülya Koçyiğit ile paylaştığı eser, dışarıda 2 önemli ödül kazandı. Necati Cumalı’nın bir hikâyesinden beyaz perdeye aktarılan yapım, 1964’de, Berlin Film Festivali’nden ‘Altın Ayı’, yine aynı yıl Meksika’da düzenlenen Acapulco Film Festivali’nde ‘Altın Maya’ mükâfatlarını ülkemize getirmeyi başardı.
Susuz Yaz, Erol Taş’ın başrol oynadığı ilk filmdi. Çekildiği yıl sansüre takıldı ve gösterimi yasaklandı. Ülke dışına kaçırılıp/çıkarılıp yarışmalara sokuldu. Rüştünü ispatlayınca itibarı iade edildi!
Erol Taş, eserde canlandırdığı Osman karakteri ile yıldızlaştı. ‘Susuz Yaz’, adeta bir ‘Taş filmi’ haline geldi. Topraklarından çıkan suyu paylaşmaya yanaşmayan ve zıt fikirdeki erkek kardeşi ile çatışmaya girecek kadar gözünü karartan ağa rolündeydi! Çizdiği karakter ile ‘kötü adam’ı canlandıracaklara örnek oyunculuk dersi verdi.
Hülya Koçyiğit, Erol Taş’a ilişkin anısını anlatacaktı: ‘1964’deki ilk filmim ‘Susuz Yaz’da onunla oynadım. Önemli ve ünlü aktörle kamera karşısına geçmek beni heyecanlandırdı. Meksika’daki Acapulco Film Festivali’nde büyük sükse yaptı. Film teklifleri de aldı. Ama usta oyuncu ülkesinde çok mutluydu!’
- Kötü Adam, ‘İyi Âdem’ Rollerinde de Oynadı… -
1967’de, büyük saygı gösterdiği Ömer Lütfi Akad’ın yönettiği ‘Hudutların Kanunu’ için kamera önündeydi. Senaryo, rejisör Akad ile başrol oyuncusu Yılmaz Güney’in ortak çalışmasıydı. Güney’in acımasız rakibi Ali Cello’yu oynadı. ‘İzleyicinin nefretini kusacağı/üzerine yürüyüp döveceği tipi başarı ile oluşturdu!’
Erol Taş, nadiren ‘iyi adam’ rollerine de ‘Evet!’ dedi! İnandığı/güvendiği rejisörlerin önerilerini geri çevirme(z)di. Lütfi Akad’ın, aynı yıl yaptığı çalışma, ‘Ana’da alışıla gelen çizgisinin dışına çıktı. ‘Kötü adam’ı Kadir Savun’a emanet etti. Türkan Şoray’ın karşısında ‘iyi insan’ kimliği ile göründü. İki çocuğu ile kan davalılarından kaçan Döndü’nün kocası Şevket’i yorumladı.
Necati Cumalı’nın öyküsünden sinemaya uyarlanan - 1967’de! - ‘İnce Cumali’de de kendisinden beklenen performansı eksiksiz sergiledi. Kötüler kötüsü, gözünü kan bürümüş, zalim köy ağasıydı. Gözünü mal hırsı sarmıştı! Başkalarına ait mülkleri ele geçirmek için her fenalığı yapardı. Önüne çıkan herkesi öldürürdü. ‘Arkasında şahit bırakmayı da sevmezdi!’ Kelimenin tam manasıyla ‘aşağılık tamahkâr’dı!
‘Zalim, mal düşkünü ağa’ tiplemesi seyirciyi tiksindirecekti! Göz koyduğu çiftliğin arazisine el koyan, sahibini, karısını ve bütün çalışanları katleden feodal acımasız mütegallibe idi. Hiçbir canlıya hayat hakkı tanımadı: Ayaklarından bağlatıp ağaçlara astırdığı kümes hayvanlarının bile kafalarını kesti! Adını duyan, uzaktan gören kim olsa korkudan kaçardı. Yönetmenin istediği karakterin zirvesindeydi!
- Galada Hem Taşlandı Hem Dövüldü… -
Adını hatırla(ya)madığı, Doğu Anadolu’daki bir ilde ‘İnce Cumali’nin galası yapılacaktı. Yılmaz Güney, Tijen Par ve İrfan Atasoy katıldı, yoğun alkış aldı. Erol Taş’ın adı duyurulunca, ortalık karıştı. Taşlar, gazoz şişeleri, sandalyeler havada uçuştu. Seyirci(ler) fırlattıkları ile tatmin olmadı. Sahneye çıkıp üzerine yürüdüler. Tokat attılar, yumrukladılar! Üstü başı kan içinde kaldı. Yeni aldığı takım elbisesi yırtıldı/parçalandı! Taş, tepki göstermedi. Gülümsedi ve ağzından şu cümlelerin döküldüğü duyuldu: ‘Atın! Atın! Ne bulursanız atın! Siz bana ekmek atıyorsunuz! Çiçek(ler) fırlatıyorsunuz!’ Acı çekerken bile yüzünden tebessümü eksik etmedi! Seyircisini selâmladı. Sempatik hareketi salonun havasını değiştir(iver)di! Bu defa da kulakları sağır eden tezahürat ve alkış tufanı koptu!
Erol Taş, İnce Cumali’deki olağanüstü başarısıyla, 1967 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı.
Üzerine yapışan ‘kötü adam’ tip(ler)i, Taş’ı hiç yalnız bırakmadı. Gölgesi gibi adım adım takip etti. Hiç beklemediği yerde/zamanda karşısına çıktı. Tepki(ler) almasına yol açtı. Film çekimi için Almanya’daydı. Türk işçi ailesi, ekibi evlerine yemeğe davet etti. Taş da arkadaşlarıyla gitti. Tam içeriye adımını atacağı sırada, evin hanımı tarafından engellendi. Kapı yüzüne çarpıldı/örtüldü! İçeriden, ‘Türkiye’de yıktığın yuvalar yetmedi mi,’ sözlerini duydu. ‘Sıra benimkisine mi geldi?!’
Ali Hikmet İnce