Kalem sahibiydi. Kelam ehliydi. Güzel konuşur, mükemmel yazar, başarıyla oynardı. Doğuştan sanatçı kumaşına sahipti. Lakin şanssızdı, kader yüzüne hiç gülmedi. Çevresini, halkını aydınlatma, köy(ler)e ışık olma sevdasındaydı. Tenevvür, en küçük yerleşim merkezi köyden başlamalıydı. ‘Milletin efendisi’ bilinçlenirse, ülke kalkınır gelişirdi. Bir grup arkadaşıyla aynı ideali/ülküyü paylaştı. Mütevazı maaşlarının/gelirlerinin bir kısmını ayırır, ünlü edebiyat ürünlerini posta ile köylere yollarlardı. Dönemin etkin yayıncısı Varlık’ın neşrettiği küçük boy ‘dünya klasikleri’ öncelikli tercihleriydi.
Hayatı boyunca geniş kitlelere ulaşma, mesaj(lar)ını iletme düşüncesi taşıdı. Dergi çıkardı, magazinlerde/gazetelerde köşe yazarlığı ile iştigal etti. Senaryolar yazdı, film yönetti. Sinema vazgeçilmezi oldu. ‘Aktörlük yaptı fakat daha çok sefaleti, intihara meyli ve mutsuzluğuyla hatırlandı!’
Hayri Caner, kısa boylu, zayıf, esmer, düz saçlı, ‘üflesen yıkılacak’ adamdı. Yeşilçam dünyasında ‘Küçük Adam’, ‘Parmak Çocuk’, ‘Yarım Porsiyon’, ‘Sinek Hayri’ gibi lakaplarla anıl(ır)dı. Bazen televizyonların magazin programlarına katılırdı. ‘Hayatım dram!’ diye dert yanardı. Ama yapımcı veya sunucunun gözünde Caner, komedyendi, karakter oyuncusuydu. Kendisinden beklenilen rolü yapması için çağrılırdı!
- Her Seferinde, ‘Benim Hayatım Dram!’ Derdi… -
Caner, yoksulluk, çaresizlik ve geçim sıkıntısından ötürü defalarca intihara teşebbüs etti. 1998’in Mayıs ayında, kaldığı kira evinde, bir grup arkadaşınca komaya girmiş halde bulundu. Yine ölmeye yatmıştı. Kaldırıldığı hastanede 3 gün yoğun bakımda kaldı. Sonunda ‘muradına er(ebil)di’!
Vefatından 3 ay önce, ‘32. Gün’e katıldı. Canına kıyma teşebbüslerinden bahsetti. Programa çağrılış sebebi de belliydi: İçine düştüğü sefaleti, parasızlığı ve açlığı anlatacaktı. Yeşilçam serüveni, senaristliği, yazarlığı, yayıncılığı konu edilmeyecekti. Basında yer alan bazı haberlere göre Caner, 3 defa intihara kalkıştı. Her seferinde de ‘sonsuzluk uçurumu’nun kenarından döndü. Ancak paparazzilerin, magazin muhabirlerinin dikkatini çekebildi. Yalnızdı, sevgisizdi, çaresizdi ve 5 parasızdı. ‘İntiharı yeniden ve yeniden denemekten gayrı seçeneğim/çarem yok!’ dediği ileri sürülecekti. ‘Ama sorununun çözülmesi yerine meselesinin ortaya çıkardığı sonuç dikkate alındı!’ ‘Ölüme gidiş serüveni’ ve yaşadığı duygu alaborası anlattırıldı. Gazetecilikten geldiğinden meslektaşlarıyla diyalog kurması kolaydı. Çağrıldığı her programa katıldı. Her röportaj isteğine olumlu cevap verdi. Sözlerinin özü: ‘Hayatım Dram Benim’di!
- Yeşilçam’da Nadir Görülen Çok Yönlü Sanatçılardandı… -
Düz uzun saçlı, uzun favorili, ‘kuş kadar canı olan’ zayıf adam hayatını sinemaya verdi. Magazin yazarlığı sırasında ‘büyülü dünya’ Yeşilçam’ı tanıdı. Sonra da davet almadan film dünyasına katıldı. Senaryo yazdı, yönetmenlik denedi. 1963’de, ‘Geçim Dünyası’nın senaryosunu kaleme aldı. 1964’de, ‘Vur Gözünün Üstüne’nin de diyaloglarını yazdı ve yönetti. Film şirket(ler)i kurdu. Yapımcılığı ve rejisörlüğü birlikte tecrübe etti. ‘Vur Gözünün Üstüne’ (1964), ‘Erkek Adam Sözünde Durur’ (1967) ve ‘Aslan Yürekli Reşat’ın (1967) prodüktörlüğünü üstlendi. Film şirketi hep zarar etti. Hatta yapımcılığını üstlendiği işletmesi nakit sıkıntısına düşüp ücretleri ödeyemeyince oyuncuların filmi yarım bıraktığı haberleri yazıldı. Caner, sinemada ihtişamı da, sefaleti de gördü.
Yeşilçam’ın ünlü ismi Metin Erksan’ın hayranıydı. Sinema dilini ve felsefesini savunurdu. Aynı fikri paylaşan arkadaşlarına da ‘Metinomani’ denirdi.
Sinema seyircisinin zihninde, ‘Peki! Benim horozum n’olacak?’ repliği ile kaldı. Kemal Sunal ile birlikte oynadığı filmlerde hayat verdiği kimi tiplemeler, genç seyirciler tarafından da hatırlanabilirdi. ‘Sosyete Şaban’da Sunal’ın yakın adamıydı. ‘Tarzan Rıfkı’da mahalle sakinlerinden birini canlandırdı. ‘Orta Direk Şaban’da da ‘Çaycı’ rolündeydi.
- Hiç Başrolde Oynamadı, Karakter Oyuncusuydu… -
Yeşilçam’a 1961’de çekilen ‘Mahalle Arkadaşları’ ile adım attı. Sempatik kişiliği, gülümseyen yüzü, yeteneği ile ‘aranılan oyuncular’ arasına girdi. Sinema yolculuğu boyunca 101 film ve TV dizinde oynadı. Hatta bir gazetenin magazin eki için fotoroman çekti, rejisörlüğünü yaptı.
Türk Sineması’nda ses getirmiş birçok filmde de rol alma şansını yakaladı. ‘Uzaylı Zekiye’, ‘Tokatlı Naciye’, ‘Gırgıriye’de Büyük Seçim’, ‘Kenarın Dilberi’, ‘Sana Dönmeyeceğim’, ‘Sevişmek Yasak’, ‘Belalı Torun’, ‘Meçhule Gidenler’, ‘Cımbız Ali’, ‘Hesabı Görelim’, sayılabilirdi.
Hiç başrol oynamadı. Karakter oyuncusu kategorisindeydi. Bir yakın dostunun ifadesine göre, ‘ufak tefek rollerin, kısa süreli görüntülerin insanı’ydı. ‘Günlük yaşamını düzene sokamadığından sinemadaki başarısı sınırlı kaldı,’ da denilebilirdi. Pek çok Yeşilçam emekçisi gibi ‘alkolizmin sınırlarında dolaştı’! İçki alışkanlığı - çoğu zaman! - mesleğini yapmasına engel oldu. Kendisini sevenlerin toleransını kaybetti. Sanatını takdir eden firma sahiplerinin sunabileceği iş fırsatlarını kaçırdı. Annesini yitirmesinden sonra hayatta dikiş tutturmakta zorlandı. Meteliksiz günlerinde birkaç yakın dostunun çok sınırlı yardımlarını gördü. Bekâr odalarında, soğuk gecekondularda, 3. sınıf otel odalarında barınmaya çalıştı. Çaresizdi, yaşama sevinci yitikti, umutsuzdu. Sık sık Azrail’i suçlardı. ‘Canını almaktan vazgeçtiğini,’ ileri sürerdi.
- Spor Gazetesinde Sinema Sayfaları Hazırladı… -
Hayri Caner, 1936’da, İstanbul’da dünyaya geldi. Lise eğitimini tamamlayınca, Çapa Eğitim Enstitüsü’ne kayıt yaptırdı. Babasını genç yaşında kaybetti. En büyük destekçisi annesiydi. Eğitim hayatını yarım bıraktı. Çalışmak zorunda kaldı. Küçüklüğünde çeşitli işleri denedi. Semt pazarlarında su sattı. Simit pazarladı. Berber çıraklığı yaptı. Turistlere fotoğraf çekti. Düzenli, hızlı not tutup, dilekçe yazabildiği için avukat kâtipliğinde bulundu. 1950’nin başında yazarlıkta karar kıldı. Spor muharrirliği ile Babıali’ye giriş yaptı. 1954’de, genel yayın yönetmenliğinde Tarık Buğra’nın bulunduğu Türkiye Spor Gazetesi’nde ünlü isimlerle röportajlar gerçekleştirdi, kritikler kaleme aldı. Ama gözü ve gönlü sinemadaydı. Yeni filmlerin tanıtımını yapacak, eleştiriler yazacaktı. Hasta Beşiktaşlı idi. Takımına ölümüne gönül vermişti. Rejisör Halit Refiğ’in önerisiyle Akşam gazetesine transfer oldu. Sinema yazılarına, 1959’da, Şükran Kurdakul’un çıkardığı ‘Yelken Sanat Dergisi’nde devam etti. ‘Günlük Spor’ gazetesinde, patron Dilaver Uzgören’i ikna edip sinema sayfaları hazırladı. Hayatının sonuna kadar ‘beyaz perde’yle ilgisini sürdürdü. Muhtelif sinema dergileri de yayınladı. İstanbul’da ‘Sinema Sanatı’, ‘Akademik Sinema’, ‘Sinema Ekspres’, ‘Film Market’ isimli periyodikleri neşretti.
Londra’da da ‘Film Market’i okuyucularına ulaştırdı. Dergiyi İngilizce yayınladı. Yazı kadrosunu da İngiliz Sinema Okulu öğrencilerinden kurdu. Oxford’da bazı bayilere elden ulaştırıp satılmasını sağladı. Mecmuanın 2. sayısını Cannes Film Festivali’nin tertiplendiği tarihe denk getirdi. Ülkesinin ve yayınının tanıtımı/reklamı amacıyla 1.000 tanesini ücretsiz dağıttırdı. Atilla Dorsay, Caner’in takdir edilecek çabasını, Cumhuriyet gazetesi için hazırladığı ‘Sinema Ansiklopedisi’nde kayda geçirdi.
- Öğretmenlik Yapmayı Çok İstedi Fakat Eğitimi Yarım Kaldı… -
Hürriyet gazetesinde, Ressam Cemal Dündar’ın resimlediği ‘Bana Yalan Söyle’ adlı çizgi romanın senaryosunu kaleme aldı. Müşterek çalışmaları aralıksız bir yıl sürdü.
Yazarlık ve yayıncılık, - onun için! - sinema kadar önemliydi. İdealindeki meslek de: Öğretmenlikti. Çapa Eğitim Enstitüsü’nde öğrenciyken edebiyat dergisi çıkarmayı planladı. İki arkadaşı ile birikimlerini bir araya getirdi. O sırada, Karaköy’de büyük bir şirketin haberleşme/’muhaberat’ servisinde çalışıyordu. Aralarında topladıkları paranın bir bölümü ile kitaplar satın alıp köylere gönderiyorlardı. Okuma odası, kütüphane açılmasına ön ayak oluyorlardı. Ama yaptıkları ve siyasi fikirleri – kendi iddiasına göre! - MİT’in dikkatini çekmişti. - İfadesinin aksine alarma geçen ‘siyasi polis’ olabilirdi! - Menderes’in antidemokratik rejiminden rahatsızdı. Takip edildiğini anlamakta gecikmedi. Tanımadığı adam sabahtan akşama kadar peşindeydi. İzleme evinin kapısında başlıyor, iş yerinin girişine kadar sürüyordu. Mesai bitiminde de devam ediyordu. Caner, durumdan rahatsızdı. Bir sabah öfkesine gem vuramadı. Tam da çalıştığı şirketin bulunduğu iş hanının önündeydi. Arkasına döndü, adamın omzuna dokundu. ‘Beni neden izliyorsun,’ diye sordu. Adam şaşırdı, kekeledi, meramını anlatmaya çalıştı. Sonra hızla yanından uzaklaştı. Hayri Caner bir süre rahat nefes aldı. Sorunun kapandığını sandı. Fakat daha büyük sürprizle karşılaştı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden resmi tebligat aldı. Sirkeci’deki ünlü tarihi binaya - Sansaryan Han’a! - davet edildi. İfadesine başvurulacaktı. ‘Komünizm propagandası yapmakla’ itham ediliyordu. Davete icabet etti. Suçlamaları reddetti. Gözaltına alınmadı, tutuklanmadı fakat soruşturma dosyası uzun süre açık kaldı. Dergi çıkardığı arkadaşı Secaettin Ölmez, Kore’deki Türk Birliği’nde görevliydi. Caner’in yazdıklarına bakılırsa, onun da ifadesine başvuruldu.
- Cenaze Törenlerine Katılmayı Sevmezdi… -
Hayri Caner, hayatta en çok annesi Feride Hanım’ı sevdi. Ama kapısını yoksulluk açıp, çaresizlik kapatırken değer verdiği varlığı yitirdi. Yaşlı ve hasta kadın son nefesini Darülaceze’de verdi. Ama biricik oğlu cenaze törenine katılamadı. ‘İştirak edemeyiş sebebini hiç açıklamadı!’ Hep suçluluk hissetti. Vicdanındaki ağır yükü son nefesine kadar taşıdı.
Sonradan yazdıklarına bakılırsa, cenaze törenlerine iştirak etmeyi hiç sevmezdi. Çok üzülürdü. Emek Sineması’nın önünde Sadri Alışık’ın tabutunu görünce duygulanmıştı. Oysa anma toplantısı düzenleneceğini sanmıştı. Sanduka ölümü hatırlattığı için içi burkulurdu. ‘Hayatım boyunca cenaze merasimlerine gitmedim. Ben, dostlarımla yine beraberim. Onlar benim için ‘Ölüler Evi’nde değil, kanlı canlı insanlar ve yanımdalar! Gündüzleri çeşitli kanallarda gösterilen Türk filmlerini seyretmiyor musunuz?’ Diyecekti.
7 yıl - 1974 ile 1980 arasında! - Londra’da yaşadı. Türkiye’de sadece işsizlikten değil, bazı alacaklılarının sıkıştırmasından rahatsızdı. Sinema dergisinde yaşanan maddi sorunlar çekilmez boyuttaydı. ‘Kâğıtçı Ali’ diye tanıttığı kişi, senetlerini tahsil için peşindeydi. Ülkedeki yoğun/gergin siyasi ortamdan da hoşnut değildi. Yurt dışına çıkmaya karar verdi. Önce İsviçre’ye, dayısının oğlu Ergün Yelman’ın yanına gitti. İş bulmaya çalıştı. Başarılı olamayınca İngiltere’ye geçti. Günübirlik hayat sürdü. Karnını doyuracak küçük işlerle idare etti. Otellerde çalıştı. Lokantalarda bulaşık yıkadı. Ama kalemine ‘pes’ dedirtmedi. ‘Film Market’i İngilizce yayınlamayı sürdürdü.
Yazılarından, çok sevdiği sinemadan, arkadaş çevresinden uzun süre ırak kalmak hoşuna gitmedi! 1980’in sonunda - bazı tanıklıklara göre 1981’de! - ülkesine geri döndü.
- Son Döneminde İçkiyi Artırdı… -
Yine küçük rollerle, gazete/dergi sayfalarında yayınlanan yazılarının geliriyle geçinmeye çalışırdı. Yazıları eleştirel değil yapıcıydı. Kimseyi kırmaz, aksine tatlı dille ikna etmeye çalışırdı. Dostlarını kolladığı söylenebilirdi. İncitmemeye, hatta yüceltmeye özen gösterirdi.
Hürriyet, Sabah, Günaydın, Yeni Yüzyıl gibi yüksek tirajlı gazetelerde yazıları çıktı.
Bir yakın arkadaşının yazdıkları dikkate alınırsa, son döneminde hayata tutunmasının 2 sebebi mevcuttu. İlki yazmaktı. 2.si de: Aldığı telif ücretiyle bakkaldaki içki borcunu kapatabilmekti. Caner, ‘Yeşilçam’ın yaşlanan emekçilerini unutma eğilimi’ne kahrediyor olabilir miydi?
Sinema yazarı Agah Özgüç’ün kayıtlarına göre arkadaşları, Hayri Caner’e emekli maaşı bağlanması için çok uğraştı. Ünlü film yapımcısı Hasan Karakaya, Caner ile aynı apartmanda komşuydu. Konunun üzerinde ısrarla durdu. Her seferinde aynı savunmayı duydu. ‘Ben emekli maaşı için kuyruğa girip bekleyemem!’ Sonunda düşüncesini değiştirdi. Çok mütevazı mütekait gelirine sahip oldu. Masraflarının küçük kısmını kapatabilmeyi sağladı. Bir ara, kaldığı dairenin bir odasını Mete adlı bankacıya kiraladı. Az da olsa ek kaynak temin etmeyi düşündü.
Caner, Cihangir’deki evinde - çoğunlukla! - yalnız kalırdı. Arada bir arkadaşları, komşuları ziyaretine gelir, hal hatır sorardı. Günlerce telefonunun çalmadığı olurdu. Duruma içlenir, kederlenirdi. Gazeteci Ümit Oğuztan, aktardığı hatırasında, Caner’in ruh hali yürek yaralayıcıydı: ‘Telefon fihristimi yırtıp attım. Hiç kimse telefonla falan aramıyor. Yeni defter aldım. Halimi soranların numaralarını yazmaya başlayacağım!’
3 Mayıs 1998’de, telefonlara cevap vermedi. Birkaç gündür de haber alınamıyordu. Çilingir çağrılıp evinin kapısı açtırıldı. Ünlü sinema insanı kendinden geçmişçesine yerde yatıyordu. Koma halindeydi. Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne kaldırıldı. ‘Aşırı alkol kullanımının sebebiyet verdiği sarılık ve siroz’ teşhisi konuldu. Yoğun bakımda 3 gün tedavi edilebildi. ‘Zayıf vücudu, hayat sevincini yitirmiş olması, ölümünü hızlandırdı!’ Gözlerini kapattığında 62 yaşındaydı. Hasköy Mezarlığı’nda toprağa verildi. Hayatının son aşamada 2 sinema kuruluşu SESAM ve SODER’in olumlu çabasını anmak/hatırlamak gerekliydi.
- Aşkına Karşılık Verilmeyince İntihara Kalkıştı… -
1998’de, ‘Strateji’ adlı haftalık dergide ‘Hayri Caner’in Not Defteri’nden adlı köşesinde sinema yazıları ve anılarını kaleme aldı. Derginin imtiyaz sahibi Turgut Büyükdağ’dı. Genel Yayın Yönetmeni ise Ümit Oğuztan’dı.
Strateji’de yazmaya başladığında yürümekte zorlanıyordu. Ayaklarından rahatsızdı. Son yazısını Çolpan İlhan’a ayıracağını söylüyordu. Başlığı da hazırdı: ‘Efsane Kadın’! İlhan’ın kocası Sadri Alışık’a hastalığı süresince gösterdiği yoğun ilgi, aşırı şefkat ve desteğin etkisinde kalmıştı.
Hayri Caner, ‘Yeşil Gözlü Melek’ adlı romanın da yazarıydı. Dost çevresindeki rivayete göre roman, Caner’in kalbini verdiği fakat karşılık göremediği sinema oyuncusu güzel kadını anlatıyordu. Aşkı öylesini derindi ki, reddedilmeyi kabullenemeyip intihara yatmıştı.
Sinema dünyasındaki anılarının bir kısmını da ‘Yeşilçam Filmleri - Türkan Şoray’ın Kucağındaki Ölü Martı’ adlı eserinde topladı.
Ali Hikmet İnce