‘Hasretim Sansürlüdür’ adlı şiir kitabı çıktı. Şiir yazmayı/söylemeyi Âşık Veysel’den öğrendiğini açıkladı: ‘Dağlar çiçek açar, Veysel dert açar,’ diyecekti. ‘Paketinden Kurtardığım Çocuk’ adını koyduğu otobiyografik romanı üzerinde yoğunlaştı. Bir arzusu da ‘Deliler Meclisi’ ismili senaryosunu filme çekmekti. Hayalleri büyük değil ama gerçekçiydi: Bir kitapevi açmayı tasavvur ederdi. Adı: ‘Nöbetçi Kitapçı’ydı. Çocukluğundan beri aklındaydı. Fakat ekonomik gücü yetersizdi. Dükkânın içinde 2-3 masa konulacaktı. İnsanlar gelip seçtikleri eserleri okuyacaktı. İşyerinin sloganı da hazırdı: ‘İlyas Salman’dan akile ve cahile kitap…’ Bir başka planı: ‘Oyuncu Atölyesi’ydi. Tespitine göre, artist/aktör stüdyolarında ne vücut dili ne de akrobasi dili öğretiliyordu. Konservatuvarda okuduğu/izlediği derslerin hiçbiri gösterilmiyordu.
İlyas Salman; az ama öz filmlerde oynadı. Belirlemesine göre, 22 Türk filminde rol almıştı. ‘Corn Island’ (Filmin adı; ‘Mısır Tarlası!’ diye dilimize çevrildi.) filmi, Oscar’da ‘En İyi Yabancı Film’ kategorisinde yarıştı. Oysa mütevazı bütçeyle çekilmişti. Salman’ın ifadesine göre; ‘parasını bile alamamıştı.’ Türk sinema seyircisinin hafızasında hep Kemal Sunal ile hatırlandığını söyleyecekti. Oysa Sunal ile - sadece! - 2 filmi vardı. En çok Şener Şen ile oynamıştı. Şen genelde ‘üçkâğıtçı’, ‘sevimli kötü adam’ı canlandırırdı. Salman ise, daha çok ‘saf’, ‘aldatılan’, mağdur’ rolündeydi.
- Sade/Mütevazı Hayatı Tercih Etti… -
‘Fakirliğin ölçüsü açlıktır; ekmek bulamamaktır,’ derdi. Her iki durumu da hücrelerine kadar yaşamıştı. Hiçbir zaman zenginliğe heves etmedi; orta halli hayatla yetindi. Keşke bütün insanlar sade/şatafatsız dünya hayatıyla yetinebilseydi. ‘O zaman çukurun dibinde kimse kalmazdı; insan(lar) hırslarından arınır’dı. ‘Günümüz nesli sınırsız hayallerin/ihtirasların kurbanı’ydı.
Yalın hayatı benimsemişti. Bir evi ve bir yazlığı vardı. İfadesine göre, çocukları da birer konuta malikti. Edinileriyle mutluydu. ‘Çizginin altını da üstünü de istemiyordu.’ Sanat hayatında da aradığını bulmuştu. Alabileceği/Ulaşabileceği bütün ödülleri kazanmıştı. Halkın sevgisini sonuna kadar hissetmişti. Hayatından memnuniyetsizliğini söylerse, - en başta kendisine! - haksızlık ederdi.
Baskılardan, ara rejimlerden yılmazdı. Ezilenin, çalışanın, emekçinin yanındaydı: Ses(ler)i çıkmayanı/duyulmayanı hedeflerdi. Gerçekleri söylemekten korkmazdı. Duruşundan, inancından taviz vermediğine inanırdı.
Yıllardır Bostancı’da yaşardı. Kendisine ait mütevazı evde kalırdı. Salonunun köşesinde kocaman bir Atatürk resmi dururdu. Konsolun üzerini kazandığı ödüller doldururdu. Büyükçe sayılabilecek Fenerbahçe bayrağı dekoru tamamlardı.
- ‘Midemdekiler İle Değil Beynimdekilerle Uğraşın…’ -
Sanatı bir yana bırakıp çok içmesini dile getirenlere kızardı: ‘Midemdekilerle değil, beynimdekilerle uğraşın,’ derdi. Çok duygusaldı; kolay âşık olabilendi. Hep aşka düştüğünü sanmıştı. En sonunda kalbini eşine kaptırmıştı. Hâlâ da aynı duygular içindeydi. Bir kızı, bir oğlu vardı. Kızından doğan torunun adı ‘Gezi’ydi. Oğlu, babasının yolundan gitti: Sinema bölümünü bitirdi.
Hayatı boyunca seçici davranmaya çalıştı. Halkın menfaatlerini korudu. Film ve reklâm tekliflerinin çoğunu reddetti. 1986’da tam 1 milyon dolar kazanabileceği projeyi geri çevirdi. Halkı tarafından iyi hatırlanmak para kazanmaktan önemliydi. Kendi ifadesine göre, - isteseydi! - her yıl 10 film yapabilirdi. Sinematografisinin 21-22 filmin kalması aşırı titizliğindendi. Bir başka iddiası da: ‘Türkiye’de yerli/yabancı en çok ödülü - kendisinin! - kazandığıydı!’
Tepkisini göstermekten de geri durmazdı. ‘Sarı Mercedes’ filmindeki başarısından ötürü kazandığı ödülü Turgut Özal’ın elinden alırken tokalaşmayı reddetmişti. AKP ile - Sağ iktidarlarla da! arası hiç iyi ol(a)madı. Hakkında çok sayıda soruşturma/kovuşturma açıldığını açıklayacaktı.
Salman’a göre CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ‘temiz adam’dı. Dürüstlüğünün önünde saygıyla eğilebilirdi. ‘Ama açık söyleyeyim: Pısırık buluyorum kendisini,’ diyecekti. ‘Meşhur söz vardır: ‘Haklılar da haksızlar kadar cesursa, dünya daha yaşanılır hale gelir… Hepimiz daha cesur olmalıyız.’ İlyas Salman’a göre; ‘devletin dini ol(a)mazdı’. ‘Devlet, insan ayırmazdı/ayırmamalıydı.’ ‘Bütün vatandaşlarına eşit uzaklıkta durmalıydı.’
- Ailesi, Köy Ağasına Ait Araziyi İşgal Etti… -
Ailesi de ‘baş kaldıran’ gelenekten geliyordu. Sülalesi, birkaç aileyi de yanına alıp ağaya ait büyük toprak parçasını işgal etmişti. Gece çadır kurmuş, bir daha da çıkmamışlardı. Bu yüzden de köylerinin adı ‘Gecekondu’ olarak değiştirildi. İlyas Salman; Türkmen Alevisi’ydi. 3,5 yaşında okuma yazma öğrenmişti. Köylerinde kız/erkek ayırımı yapılmazdı. Okuma yazmayı kavrayan kim varsa bilmeyene öğretirdi. Amcası Salman Salman, İlyas Salman’ın ilk hocasıydı. Salman Amca; askerde, ‘Ali Mektebi’nde yazıyı söktü. - Vatan hizmetinde alfabe de kavratılırdı! -
İlyas Salman’ın anlattıklarına göre Salman Amca, köyün bütün çocuklarına - kız/erkek ayrımı yapmadan! - ilkokula başlamadan önce 29 harfi kavrattı. Sonra da Hazreti Ali’nin kahramanlık kitaplarını verdi: ‘Kan Kalesi’, ‘Hayber Kalesi’, ‘Kahkaha Sultan’, ‘Battal Gâzi Destanı’…
Salman, edebiyat macerasını köy enstitülerinden yetişen yazarların eserleriyle sürdürdü. 10 yaşına geldiğinde Tolstoy, Dostoyevski, Yaşar Kemal’le tanıştı.
- Yedi Kardeşini Çeşitli Hastalıklardan Yitirdi… -
İlyas Salman; 14 Ocak 1949’da Malatya’nın Arguvan ilçesine bağlı Asar/Gecekondu köyünde doğdu. ‘Zayıf, çelimsiz bebekmişim,’ diyecekti. 11 kardeşinin, 7’sini kızamık, boğmaca gibi salgın hastalıklardan yitirdi. Bir kardeşi ise gözlerinin önünde yanarak öldü. İlyas 4, kazaya kurban giden kardeşi 3 yaşındaydı. Mevsim kıştı, dışarıda - yarım metre yüksekliğinde! - kar vardı. İçecek su ise, yaklaşık 1 kilometre uzaktaki kuyudan getiril(ebil)irdi. Annesi suya gitmişti. Harıl harıl yanan sobanın üzerinde patates kaynıyordu. Kardeşi sobanın üzerine düştü. Önce elleri tutuştu, sonra bütün vücudu alev aldı. Üzerine bir şey örtüp söndürmeyi düşünemedi. Çocuk aklıyla yapması da beklenemezdi. Sonradan duyduğu pişmanlıktan ötürü duvarları yumruklayacaktı.
Küçücük yaşında çok sayıda ölüm görünce, insan paranoyak olabilirdi. Salman, her an kendinde hastalık bulurdu. Yani, ‘hastalık hastası’ydı. Ölümü aklına getirmekten korkardı. Kemal Sunal’da da benzeri davranışları görmüştü. Müjdat Gezen’de de… Şener Şen de aynı korkular içindeydi; ama çaktırmazdı. Metin Akpınar teşhisini koymuştu: ‘Siz de komik hastalığı var!’
Köylerinde ilkokul yoktu. 10 kilometre uzaktaki komşu köye gidiyordu. Yol arkadaşı amcasının oğluydu. Boynuna astığı kıl torbanın içine kitaplarını ve azığını koyardı. Ayaklarına kara sert lastik ayakkabılar giyerdi. Çoğu zaman derin çamura saplanır, lastik pabuçlarını kaybederdi. Amcaoğlu daha iri ve kuvvetliydi. İlyas’ı sırtına alır; çamura batmasını engellerdi.
Köyde geçinmek zorlaşınca, Malatya’ya taşındılar. Baba hamallık yaparak hayatını kazanacak, ailesine bakacaktı. Kentin en yoksul semti Taştepe’ye yerleştiler. Taştepe, şehir merkezine 7-8 kilometre uzaklıktaydı.
İlyas, sabahları çok erken kalkardı. ‘Beşiktaş Fırını’na giderdi. Koyu Fenerbahçeli oluşu, fırının adına kızmasına yol açardı. 50-60 tane simit, tatlı ve börek alırdı. Sokakları dolaşıp satardı. Sonra da Amerikan barakalarından çevrilmiş/yapılmış ‘Melek Baba İlkokulu’nun yolunu tutardı. Öğretmeniyle de arası iyi sayılmazdı. Çok konuştuğu için sınıfın en arkasındaki sıraya oturtulmuştu.
Mektep çıkışında da ikinci mesaisi başlardı: Elinde sımsıkı tuttuğu şişeden çakmaklara benzin doldururdu. Masraflarını çıkarmak, ailesine yardım etmek için çalışmalıydı.
- Liseye Kadar Ne Bulduysa Okudu… -
Malatya’daki evleri kerpiç gecekonduydu. Uzaklaşıncaya kadar hep önüne bakardı: Mahcuptu. Mahallenin kızları hemen dedikodusunu yapmıştı: ‘Çok çirkin olduğu için gözlerini hep yere dikiyor, kimsenin yüzüne bak(a)mıyor…’ Oysa Salman yerde bile okuya(na)cak kâğıt parçaları arardı. Liseye geldiğinde ‘Mein Kamp’dan ‘Komünist Manifesto’ya, ‘İncil’den ‘Kuran’a kadar geniş yelpazede okuma yapmıştı. ‘Peyami Safa’dan ‘Şevket Süreyya Aydemir’e varan, birbirinden çok farklı/zıt dünyanın insanlarını tanıyordu. Fikirleri hakkında bilgi sahibiydi.
Salman’ın anlatımına göre, bir rastlantı bütün hayatını değiştirecekti. Okulunda, ‘Öküz Mehmet’ adlı piyes sahnelenecekti. Öğretmen Hasan Doğan, sınıfları dolaşıp oyuncu seçiyordu. İlyas’ı gördü ve hemen kadroya aldı.
Alkışın desteğini, sanatın önemini sahnede gördü/öğrendi. İzleyicinin sevincini, hüznünü, gözyaşını izledi. Seyirci ile iletişimi çözmeye başladı. Sahnenin tozunun etkisi de tartışılmazdı. Oyunun öylesine tesirindeydi ki, tiyatro için mektebi bıraktı. Ailesinin haberi yoktu. Bir grup arkadaşıyla ‘Umut Sahnesi’ isimi verdiği işletmeyi kurdu. Her gece piyes sergilediler. Macera tam iki yıl sürdü. Kiraladıkları eşeklerin üzerine yerleştirdikleri seyyar panolarla köylere kadar ulaştılar. ‘Umut Sahnesi’ni köylülerle buluşturdular.
Ailesi, İlyas’ın okuldan ayrılıp tiyatroculuk yaptığını geç öğrendi. Tepki göstermediler ama üzüldüler. Babası, Vahap Salman; İlyas’a ‘Ellez!’ derdi. ‘Oğlum Ellez; öğretmen, polis veya devlet memuru olacak,’ dileğini tekrarlardı. O dönemde, devlet memurluğunun ağırlığı, toplumda büyük itibarı vardı. Geliri ile Malatya’da ev satın alabilirdi ya da iyi mahallede lüks - sayılabilecek! - konutun kirasını zorlanmadan ödeyebilirdi. Hanesine et, çeşitli sebze/meyve, pasta/börek girerdi.
- Konservatuvar İçin Üç Yıl Bekleyecekti… -
1971’de Ankara’nın yolunu tuttu. Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nün sınavlarına girdi ama kazanamadı. 3 yıl daha bekleyecekti. Yeniden tiyatrosuna döndü. Çeşitli kentlere turneler düzenledi. ‘Hayatımın aşkı,’ dediği Gülser Hanım’la tanıştı ve evlendi. Bir kızı doğdu, ‘Devrim’ adını koydu.
Hatırladıkça güldüğü, belli etmemeye çalıştığı heyecanını hep ele verirdi. İlk defa ilkokulda âşık olmuştu; adı ‘Aysel’di. Ortaokulda ise, ‘Seçil Akbal’ kalbini çalmıştı. Ama hiçbirinin yanına gidip, ‘Seni seviyorum!’ diyememişti. Çünkü genel geçer anlayışa göre, yakışıklı değildi. Hem de fena halde utangaçtı. Ama kendi kendine gaz vermekten geri durmazdı: ‘Türkiye’nin en yakışıklı adamı benim!’ Lise biterken hayatının âşkına, ‘Gülser’ine kavuştu. Evlendiler. 47 yıldır da her türlü zorluğu beraber aştılar.
1974’de, bir kez daha Ankara’da, Devlet Konservatuvarı sınavlarında bulacaktı kendisini… İyi derece ile kayıt hakkı kazandı; hem de yatılı okuyacaktı. Hatırladıkça üzüleceği hayatının ilk ve tek aşırıcılığını yapmıştı. Hiç parası yoktu. Babasına haber vermeden cüzdanından aldığı 30 lira ile Ankara’nın yolunu tuttu. Yanındaki arkadaşı ile Samanpazarı’nda yıkık dökük otel odasında kaldılar. Ağaç somya üzerinde, hamam böcekleri ve tahtakuruları arasında sabahı zor ettiler. Sınavda, Nazım Hikmet’in ‘Bir Küvet Hikâyesi’ şiirini okudu. Tiyatro Bölümü’ne yalnızca 8 kişi alınacaktı. Başvuran adaylar 3 bin kişiydi. Sonuçlar açıklandığında ismi ilk sıradaydı. ‘Leyli meccani’ - parasız yatılı! - kazanmıştı. Ama çok sevdiği okuluna ancak 3 yıl devam edebildi. Son senesinde hem evliliğini sakladığı, hem de komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla kovuldu. 3. sınıfı bitirip 4’e öğrenciler, Devlet Tiyatroları’na kadrolu eleman girebilirdi. İlyas Salman da aynı hakka sahipti. Dönemin yöneticileriyle anlaşamayacağını gördü/anladı ve ısrarcı davranmadı.
- Sinema Yolunu Atıf Yılmaz Açtı… -
Ekmek parası için yine yollara koyuldu. İstanbul’da sanata da sanatçıya da ekmek bulunurdu. Şehir Tiyatroları sınavına girdi; ‘kadrolu sanatçı’ hakkını kazandı. İmtihanı geçmesinde, Ergin Orbey ve Başar Sabuncu’nun katkısını inkâr etmeyecekti. Hep minnetle hatırlayacaktı. İlk oyunu: Haldun Taner’in ‘Ayışığında Çalışkur’ isimli eserinden esinlenme ‘Ayışığında Şamata’ idi. Gösterdiği performansla ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı. 1976 - 1977 Sezonu’nda Bertold Brecht’in ‘Şvayk, Hitler’e Karşı’da rol aldı. Sahnede 5 farklı karakteri canlandırıyordu. Temsili seyreden Atıf Yılmaz; Salman’ın performansını beğenmişti. Çağırdı, ‘Baskın’ adlı filminde küçük görev verdi. Filmde Cüneyt Arkın, İlyas Salman’ın başının üzerine koyduğu bardağa ateş ediyordu. Salman; ‘mafya elamanı!’ gibi pek de anlaşıl(a)mayan tiplemeye can vermeye çalıştı.
Çok geçmeden beklediği çağrıyı alacaktı. Ertem Eğilmez ile tanışacak ve hızla yükselecekti. En sevdiği rejisör: Eğilmez’di. Salman’ın tanımlamasına göre, ‘tam bir kara mizah adamı’ydı. ‘Hayatın bütün renklerini görebilendi. Detayları kaçırmayan ama ayrıntıda da boğulmayan yönetmendi.’
Şener Şen’i de - her zaman! - minnetle an(ar)dı. Üsküdar Şehir Tiyatrosu’nda beraber oynamışlardı. Daha ikinci oyununda, ikinci ödülünü kazandı: ‘Avni Dilligil En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’… Şener Şen, sinemada kalıcı roller almasını sağlayacaktı. Yönetmenlere İlyas Salman’ı önerecek: ‘Bizde çok kabiliyetli oyuncu var,’ diyecekti. ‘İlk!’ dediği sinema filmi: ‘Sultan’dı. Başrolünde Türkan Şoray ve Bulut Aras oynuyordu. Sonra hızla yol aldı; büyüyen rollere can verdi. ‘Çöpçüler Kralı’ ve ‘Kibar Feyzo’ filmlerinde Kemal Sunal ile beraberdi. ‘Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor’da ağa çocuğunu canlandırdı.
‘Erkek Güzeli Sefil Bilo’ filminde toprak reformu işlenmişti. Ancak film sansür kuruluna takıldı. 2 saatlik kurdelenin 45 dakikalık bölümü makaslanmış halde gösterime girebildi. ‘Sefil Bilo’ performansıyla sinemadaki yerini sağlamlaştırdı, zirveye kapağı attı.
‘Hababam Sınıfı Güle Güle’de çizdiği portre ile hayatımızın bam teline dokundu. Bir röportajında, ‘rolün çok etkisinde kaldığını, oynarken hayli zorlandığını,’ anlatacaktı. Filmdeki öğretmen gibi benzer olayı yaşamıştı: Âşık olmuştu, ama açılamamıştı.
- Fatih Akın, Çağan Irmak Ve Zeki Demirkubuz Çok Başarılı Yönetmenlerdi… -
Nuri Bilge Ceylan’ı çok beğenirdi. Kişiliğinden ve tarzından ödün vermeden film yaptığına inanırdı. Fatih Akın, Çağan Irmak ve Zeki Demirkubuz çok başarılı yönetmenlerdi. Reis Çelik’i de pek severdi. ‘Yavuz Turgul’un Şener Şen’i bloke ettiğine, önünü kestiğine’ inanırdı.
Değerlendirmesine göre, Kenan İmirzalıoğlu da, Kıvanç Tatlıtuğ da vasat oyunculardı, çok çalışmaları gerekliydi. Onun için Haluk Bilginer gerçek/kâmil aktördü. Keza Zuhal Olcay da aynı kategorideydi; çok başarılıydı. Cem Yılmaz iyi komedyendi ancak potansiyelini yeterince kullanmıyordu.
Özellikle Spencer Tracy’le oynamak arzu ederdi. Robert De Niro, Al Pacino gibi isimlerle de kamera karşısına geç(ebil)meyi zevkli/şanslı bulurdu. Anthony Le Paglia gibi göz ardı edilmiş yeteneklerle aynı projede yer almayı düşlerdi. Kadın oyunculardan Romy Schneider ve Maryl Streep favorileriydi.
- Yeşilçam’ın Hayatla Sıcak İlişkisini Hep Özledi… -
Metin Erksan ve Halit Refiğ (ağabeyler) ile çalışmak büyük mutluluktu/gururdu. Yeşilçam’ın ünlü rejisörlerinin çoğuyla film çekmişti. Ama her konuşmasında/röportajında Ertem Eğilmez’in yerinin farkını vurgulardı.
Bazı film eleştirmenlerine göre, Yeşilçam sinemasının ‘büyük güldürü oyuncusu umudu’ydu. Yılmaz Güney ile Kemal Sunal karışımıydı. ‘7 Kocalı Hürmüz’ oyununda, Hürmüz’ün bekçi kocası rolünü büyük başarıyla oynamıştı. ‘Hisseli Harikalar Kumpanyası’nda Hüseyin Ağa tiplemesiyle yapımın yıldızıydı.
Son dönemine yetişse de, Yeşilçam’ın sıcaklığını, hayatla samimi/duygulu ilişkisini hep özledi. Mahalle bakkalından kasabına kadar herkes sımsıcaktı/sevecendi. Hayatın/bireysel ilişkilerin samimiyeti filmlerde de görülürdü. Yeşilçam kısa sokaktan ibaret değildi. ‘Papirüs’ ve ‘Çiçek Arif’in Yeri’ adlı içkili lokanta/bar vardı. Kemal Sunal’ı, Müjdat Gezen’i, Cenk Koray’ı adı geçen mekanlarda gördüğünü hatırlardı/anlatırdı. Cenk Koray deli/tutucu Beşiktaşlı idi. Sunal ise Fenerbahçeli’ydi. Birbirleriyle dalga geçerlerdi fakat her zaman saygılı ve samimi davranırlardı.
Yine bir röportajında, Ayhan Işık, Belgin Doruk, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın gibi sanatçıların gerçek sinema oyuncusu sayılamayacaklarını ileri sürmüştü. O dönemin yönetmenleri, kişinin güzelliğine/yakışıklılığına bakarak rol verirdi, oyuncu yapardı. Türk Sineması’na dönemsel katkıları şüphe götürmezdi. Ama iddiasında ısrarcıydı: ‘Hepsi de iyi oyuncu değildi!’
Ali Hikmet İnce