Bazna; ünlü Bulgar falcı/medyum Baba Vanga’ya benziyordu. Kehanetleri (!) bir bir çıkıyordu. Bilgilerin değerini takdir etmek neredeyse imkânsızdı. Bulunan altın değil, elmas/yakut gibi türlü değerli taşı barındıran emsalsiz ocaktı. Belgelere göre, Türkiye, müttefik kuvvetlere yardım ediyordu. ABD Başkanı Roosvelt, İngiltere Başbakanı Churchill, SSCB Genel Sekreteri Stalin’in konuşmaları satır satır kayıt altındaydı. Kahire’de Churchill ile İnönü arasında çok gizli görüşme yapılmıştı; alınan kararlar biliniyordu. Türkiye’ye uzman kamuflajı altında İngiliz subaylar gelmişti. Trakya bölgesine askerî hava alanı kurulacak; Almanların Romanya’nın Dobruca’daki tesisleri bombalanacaktı. Kahire görüşmelerinde, Marmara Denizi’nin İngiliz denizaltılarına açılması da konuşulmuştu. Kısacası, Almanlar ellerindeki belgelerden Türk dış politikasındaki değişimi izliyordu/görüyordu. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ve Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu’nun isteği, Türkiye’nin savaşa katılmaması yönündeydi. Gerek müttefikler, gerekse Almanya Türkiye’yi kendi safında savaşa iştirakini planlıyordu.
Bazna’nın sosyal yaşantısı aniden/hızla değişti/zenginleşti. Ankara’nın en ünlü terzilerinin müşterisi oldu; modaya uygun giyindi. Hemen altına son model otomobil çekti. Aşk hayatını da ihmal etmedi; mobilyalı, modern bir daire kiraladı; Polonya asıllı bir sevgili bile edindi. Çalışmadığı zamanlarda tam bir mirasyedi hayatı sürdü. Ama gelin görün ki, uşak parçasındaki radikal değişiklikler kimsenin dikkatini çekmedi. İlyas Bazna elini kolunu sallayarak Alman Büyükelçiliği’ne giderdi. Bazen de Gestapo ajanlarıyla kuytu/salaş yerlerde buluşurdu. Parasını alır, film rulolarını teslim ederdi.
Nazi istihbarat örgütünde farklı kanatların değerlendirmeleri değişirdi: Çiçero kodlu ajandan gelen bilgiler bazen el üstünde tutulur, bazen de sumen altı edilirdi. Bazı Nazi istihbarat değerlendiriciler, bilgilerin doğru çıkmasından şüphelenir ve İngiliz oyunu olabileceğini göz önüne alırdı. Çiçero ikili oynayan bir ajan mıydı? ABD’nin olağanüstü silâh gücünün dökümü ellerine geçtiğinde şüpheleri tavan yaptı. Nazi Almanyası’nın Ankara’da mutemet adamı, Büyükelçi Von Papen bile bilgilerin ürktü. Nazilerin düşmandan korkacağını, iktidardan çekilebileceklerini ya da uzlaşma yollarını arayabileceklerini düşündü. Bazna’nın son iletilerinde, Yalta Konferansı’nda alınan kararlar yazılıydı. Müttefikler, Almanya’yı çökertecek darbeyi vuracaktı. Hatta öldürücü darbenin Normandiye’dan başlayacağı da kayıtlardaydı.
İngiliz Gizli Servisi, Ankara’daki sızıntıyı fark etmekte gecikmedi. Bir ekip gönderip inceleme başlattı. Elçilik personeli tek tek sorgulandı. Bazna da soruşturmadan geçirildi; ama aptal görünümü, tek kelime İngilizce anlamadığının bilinmesi temize çıkmasını sağladı. İngiliz Büyükelçi Hugesson, ‘O, ajan olamaz! Bir kere çok aptal! Tek kelime İngilizce bilmiyor,’ diyerek - bilmeden! - Bazna’yı savundu. Belgelerin saklandığı gizli kasaya alarm takıldı. Tuzak kurulmuştu; fare beklenebilirdi. Ama Bazna bir parça peynire değil, tenekedekilerin tamamına talipti. Elektrik kesilince alarm devre dışı kalıyordu. Bazna sorunu çözdü; çalışmasını sürdürdü. Ta ki beklemedikleri bir haber gelene kadar…
Nale Kapp; Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği’nde sekreterdi. Babası da ülkesinin Sofya Büyükelçisi’ydi. Ailesi savaştan uzak kalmasını istemiş ve Ankara’ya göndermişti. Bayan Kapp, ABD’ye yakınlık duyuyordu; iltica planları yapıyordu. Liseyi ABD’de okumuştu; Amerikan hayat tarzını benimsemişti. Dişlerini tedavi eden Yahudi asıllı Alman vatandaşı dişçiye güvenebileceğini düşündü. Dişçisi dehşetli Nazi muhalifiydi; tahminine göre de ABD’li istihbaratçılarla bağlantı içindeydi. Bütün cesaretini topladı ve yardım çağrısı yaptı: Ankara’da görevli bir ABD yetkilisiyle görüşmeliydi. Bir hafta sonraki randevusunda beklentisi gerçekleşti. Bayan Kapp’in verdiği bilgiye göre, İngiliz Büyükelçiliği’nde Çiçero kod adlı casus faaliyet gösteriyordu. Görüşme günü Alman Büyükelçiliği’ne gelmeden hareketlilik başlıyor, dikkat çekici tedbirler alınıyordu. Düşük rütbeli görevliler bir salonda toplanıyor ve kontrol altında tutuluyordu. Çiçero’yu bir kez yakından görmüştü; kolayca açığa çıkarabilirdi. Ve dediği gibi de yaptı. İlyas Bazna iyot gibi ortadaydı; ama kaçma fırsatı da yakaladı. İngilizlerin ihbarı üzerine gözaltına alındı. Üzerinden Türk emniyetine ait tercüman kimliği çıktı ve serbest bırakıldı.
Nale Kapp ortada bırakılmadı. ABD’ye kaçırıldı. Hayatının kalan kısmını California’da lokantalarda garsonluk yaparak geçirdi. Evlendi; bir çocuk sahibi de oldu. Savaş sonrası ülkesine dön(e)medi.
Bazna nam-ı diğer Çiçero; sahte pasaportla yurt dışında, Arjantin’de soluğu aldı. Savaş bitene kadar da bir yere ayrıl(a)madı. Bir sürprizle karşılaştı: Almanlardan aldığı gıcır gıcır 300 bin İngiliz sterlini sahte çıktı. Nazi kurmayları, İngiliz ekonomisini felç etmek için - usta işi! - sahte İngiliz sterlini basmıştı. Çiçero da furyadan payına düşeni almıştı.
Son dönemiyle ilgili bilgiler karışık sayılabilirdi. Bir bilgiye göre, Bazna savaş sonrası İstanbul’a döndü ve kendisine iş kurdu. Genç bir hanımla evlendi; 3 evlat sahibi oldu. İkinci el otomobil alıp satmaya başladı. Amacı inşaat sektörüne girip müteahhitlik yapmaktı. Bir inşaat şirketi kurdu; devletten ihale aldı. Bursa’da bir ilkokulu inşa etti. Uludağ’da sosyeteye hitap eden bir lüks otel hedefliyordu. Ama sukutu hayale uğradı. Mali polis, İstanbul’daki şirket merkezini bastı; ortağını ve çalışanlarını gözaltına aldı. İnşaat malzemelerinin alımında kullanılan İngiliz sterlinleri sahteydi. Bazna gerçeği bildiği halde banknotlara kıyamamış, piyasaya sürüp şansını denemişti. Bir yolunu bulup işin içinden kurtuldu; birileri destek mi çıkmıştı?
Bir başka ilginç bilgi daha dolaşıyordu. Sesine ve müzik bilgisine güvendiğinden konser düzenlemeye karar verdi. İstiklal Caddesi’ndeki Saray Sineması’nı kiraladı; şehrin duvarlarına konseri duyuran ilanlar astırdı ve biletlerini satışa çıkardı. Bazna sahneye çıktı; Verdi, Givanni gibi yıldız bestecilerden aryalar seslendirdi. İlgiden ve alkışlardan memnundu. Ama sürpriz kendisini bekliyordu: Alacaklıları ve icra memurları da dinlemedeydi. Konserin hâsılatına el konuldu.
Alın teriyle para kazanmayı da başardı: Stern dergisine anılarını sattı; tanınmış bir Alman yazar, anlatısını kaleme aldı. Ben Çiçero’ydum adlı kitabından da epey gelir sağladı. Kitabı filme çekildi. 1951’de, 20. Century Fox film şirketi, ünlü yönetmen Joseph L. Mankiewicz’i görevlendirdi. Bazna’nın hareketli yaşantısı, 5 Fingers adıyla film yapıldı. James Mason başroldeydi; İlyas Bazna’yı oynuyordu.
Ama Bazna boş durmadı; hayatını ortaya koyup hizmet ettiği, sonra da aldatıldığı Alman yetkililere dilekçe üstüne dilekçe yazdı. Her seferinde başına gelenleri tekrarladı. Kendisine hizmetlerinin karşılığı hak ettiği tazminatın ödenmesini talep etti. Alman hükümeti çok az para ödemeyi kabul etti; Bazna’ya vatandaşlık hakkı tanıdı ve iltica etmesini sağladı. Kendisine sembolik bir maaş da bağlandı. İlyas Bazna; 1970’de, 66 yaşında, Münih’te vefat etti. Bir iddiaya göre, şehirdeki bir mezarlıkta gece bekçiliği yapıyordu. Aynı şehirde defnedildi.
MİT tarafından yayınlanan, Kuruluşunun 75. Yılı Anısına Milli İstihbarat Teşkilatı Tarihçesi adlı kitapta tarihi itiraf/kabulleniş yer aldı: Bazna, Millî Amele Teşkilatı’nın (MİT’in) çalışanıydı.
Ali Hikmet İnce