Günümüzde kitapları - hiçbir telif ücreti ödenmeden! - milyonlarca satılan Ömer Seyfettin; son nefesini verdiğinde beş parasız ve kimsesizdi. Haydarpaşa Tıp Fakültesi’nde kendisini tanıyan tek kişi çıkmadığından cenazesi anatomi dersinde kadavra diye kullanıldı. Tıbbiye öğrencilerinin izlediği kadavra üzerindeki ilk ameliyatı da okulda görevli bir müstahdem yaptı.
36 yıllık ömrüne yüzlerce hikâye sığdıran Ömer Seyfettin (1884 - 1920)’in yüzü hiç gülmedi. Sanatçı duyarlılığının bir kat daha artırdığı karamsarlığı; özel hayatındaki ve ülke gündemindeki olumsuzlukları hep dert edindi. Belki de, çevresindeki tek ve sadık dostu Ali Canip Yöntem olmasa; ünlü öykücünün hayat serüveninin son sahnesi hiç bilinmeyecekti.
- İç Güveyi Girdiği Evde Hiç Rahat Edemedi… -
Seyfettin’in evliliği de hikâyeleri gibi kısaydı: Biricik mutluluğu 1916’da doğan kızı Fahire Güner’di. İç güveyi girdiği evdeki beraberliği ancak üç yıl sürebildi; severek hayatını birleştirdiği eşi Calibe Hanım’ın kaprislerine/sınır tanımaz isteklerine tahammül edemedi. Birinci Dünya Savaşı’nın ülkede yarattığı olumsuz şartlar ve kısmi karışıklık da sanatçı ruhunda derin yaralar açtı/izler bıraktı.
Kadıköy’deki bir kira evinde hayatının son iki yılını diz ağrılarıyla geçirdi. Doktorların teşhisine göre; ağrıların sebebi romatizmaydı. O güne kadar şeker hastalığı bilinmediğinden; canını teslim ettiği tıp insanlarının yanlış teşhisinin/tedavisinin kurbanı oldu. Her muayene sonrası doktoru; kuru kayısı, portakal, mandalina ve hamur tatlıları yemesini önerdi. Ne kadar kuvvetli beslenirse; o kadar çabuk/hızlı iyileşebilecekti!
- Yoğun Bakımda Hep Biricik Kızının Adını Sayıkladı… -
Bekâr hayatı yaşayan Seyfettin; yemek yapmayı bilmezdi. Ali Canip, her gün arkadaşına uğrar; eşinin pişirdiği yemekleri bırakırdı. Yine bir gün geldiğinde; ünlü öykücüyü kendini kaybetmiş sayıklar halde buldu. Hemen fayton çağırıp; Haydarpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne götürdü. Hastanın şuuru gelip gidiyordu; sık sık biricik kızı Fahire Güner’in adını tekrarlıyor; bir de, ‘Ah Selanik!’ diye feveran ediyordu. Hastaneye getirilişinden iki gün sonra, 6 Mart 1920 tarihinde ruhunu teslim etti. Doktor ve hasta bakıcılar tarafından tanınmıyordu. Gasilhaneye alındı ve arayanı soranı çıkmayınca; ‘kimsesiz’ (!) yaftasıyla anatomi dersinde kadavra diye kullanılmasına karar verildi. Türk Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden Ömer Seyfettin’in cesedi; anatomi dersinde - iki gün boyunca! - kesilip biçildi. Tâ ki; biricik dostu Ali Canip’in hastaneye gelip acı haberi öğrenmesine kadar…
Ömer Seyfettin’in naaşı 8 Mart 1920’de kalabalık grup tarafından hastaneden alındı. Dinî vecibeler yerine getirildikten sonra, Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı’nda toprağa verildi. Ünlü öykücünün dramı burada da bitmedi: Defnedildiği mezarlık 23 Ağustos 1939’da tramvay garajı yapılmak için kamulaştırıldı. Seyfettin’in kemikleri - yine dini merasim yapılarak! - Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı’na taşındı.
Eserlerinden bavul dolusu para kazanan yayıncılar, usta hikâyecinin mezarını yaptırmayı bile düşün(e)medi.
Ali Hikmet İnce yazdı.
Ali Hikmet İnce