Cem Karaca, 1982’de çıkardığı, ‘Bekle Beni’de, ‘Oğlum’a’ adlı parçayı Emrah Karaca’ya ithaf etti. ‘Evlat hasretiyle yanan, sürgünde yaşamak zorunda bırakılmış babanın feryadıydı!’ ‘Gam, keder, elem, tasa, gurbet, hasret, dertler geçer gider elbet / Bir merhaba, acı kahve, hatır sorma ve dostluklar yaşar elbet,’ diyordu. ‘Gün olur, devran döner, akar seller, kalır kumlar kavuşuruz / Eser yeller, yağar karlar, gelir bahar, açar güller koklaşırız…’
1967’de, adını duyurduğu şarkının adı ‘Emrah’tı. Hürriyet Gazetesi’nin aynı yıl düzenlediği, ‘Altın Mikrofon Şarkı Yarışması’nda ikincilik kazandı. İlk plağını da aynı isimle çıkardı. Şarkının sözleri Erzurumlu Âşık Emrah’a aitti. Sanatçının ozana büyük sevgisi ve saygısı vardı. 1976’da dünyaya gelen oğluna adını vermeyi uygun gördü.
- Emrah Karaca, 10 Yıl Babasından Ayrı Kaldı… -
Emrah Karaca, 4 yaşında babasız büyümek zorunda kaldı/bırakıldı. ‘12 Eylül, çok zor dönemdi,’ diyecekti. Yaşadıklarını anlatırken abartmayacaktı: ‘Kimler ne acılar çekti. Benim tanık olduklarım anlatılmaya değmez,’ şeklinde konuşacaktı. Dramı küllenmeye bırakacaktı. ‘Babası geri döndüğünde, büyümüş oğul bulacaktı!’ Ama evladı, hayatının en az 10 yılını atasının sevgi ve sıcaklığından uzak yaşamıştı! Ertelenen/Beraber geçirilmeyen seneleri hatırlamak da üzüntü vericiydi! Şarkıları suçluyordu: ‘1 Mayıs’ı söylediği için çile çekilmişti!’ ‘İnandığını yaptı. O, Cem Karaca’ydı! Ben, babasız kaldım! Geride bıraktığı aile fertleri de çok sıkıntı çekti. Sık sık evimiz basılırdı. ‘Döndü!’ ihbar(lar)ı üzerine bir manga asker gelirdi. Her Cuma karakola gidip ifade(ler) verilirdi. Çocukluk dönemim çok bungundu! Dedem, babaannem ve annem ile birlikteydim. Yurttaşlıktan çıkarıldı. ‘Vatan haini adamın oğlu’ ilan edildim! Babama ancak 1987’de kavuşabildim…’
Kendisi için yazılan şarkıyı değerlendirirken de, ‘Bir babanın oğluna verebileceği en değerli hediye başka ne olabilirdi ki,’ diye fikrini belirtecekti. Cem Karaca’nın her seferinde ‘kitap okumasını’ tembih ettiğini hatırlatacaktı. Sanatçı, evladına örnek olmaya çalışırdı. ‘Bazı akşamlar içerdi. Kafası ne kadar güzel olursa olsun eline kitap alırdı. Okumadan uyuduğu bilmem,’ diyecekti.
- Cem Karaca’nın İlk Müzik Hocası Teyzesi Rosa Felekyan’dı… -
Cem Karaca, 5 Nisan 1945’de, İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Toto Karaca da ‘Payitaht’ doğumluydu. Asıl adı: İrma Felekyan’dı. T.C. vatandaşı, Ermeni asıllı tiyatro oyuncusuydu. Babası Mehmet Karaca da aynı mesleğin erbabıydı. Azerbaycan doğumlu Türk’tü. Mesleğe ilk adımını 1922’de attı. 1934’de, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın kadrolu elamanı oldu. Fransızca, Farsça ve Arapça bilirdi. Macbeth, Hamlet… vb. gibi klasik/başyapıt oyunlarda önemli roller üstlendi. Toto Karaca’yı tanıdı ve kalbini kaptırdı. Duygular karşılıklı olunca evlendiler.
Her ikisi de yetkinliklerini kanıtlamış, başarılı, ünlü sanat insanlarıydı. Evleri adeta kültür yuvasıydı. Sinemacı, tiyatrocu, yazar, müzisyen, şair ve gazeteci pek çok entelektüel misafir edilirdi. Küçük Cem’in çocukluğu böylesi nezih atmosferde geçti. Daha küçüklüğünde sahnenin/perdenin tozunu yuttu! Müziğe yatkınlığı ve yeteneği belliydi! İlk öğretmeni, teyzesi - piyano virtüözü! - Rose Felekyan’dı. Enstrümanın namelerine gönül verdi. Nota yazmasını ve okumasını öğrendi. Anne Toto Karaca da oğlunun sesinin güzelliğini önce keşfedendi. Müziğe yönelmesinde etki sahibiydi
Cem, - 14 yaşında! - İzmir’de yaz tatilinde iken, beğendiği kızın gönlünü kazanmak için ‘Johnny Guitar’ adlı şarkıyı söyleyerek dikkatleri üzerine çekti.
- Karaca, Müzik Dersinden İkmale Kaldı… -
Cem Karaca, orta öğrenimini Robert Kolej’de sürdürdü ancak tamamlayamadı. Sanatçı ailede doğması ve yetişmesine karşın, sanatkâr olmayı düşünmedi. Aklında hep mühendis veya doktor çıkmak vardı. Babası Mehmet Bey’in biricik oğlu ile ilgili hayalleri daha farklıydı: ‘Hariciyeci’ görmeyi murat ederdi. İlişkileri saygı çerçevesinde sınırlıydı. Atası, evladına sevgisini açıkça belli etmezdi. Aralarında daima görünmeyen mesafe/‘duvar’ mevcuttu. Annesinin anlattığına göre, uyuduğunda saçlarını okşar, yanaklarını hasretle öperdi.
Genç Karaca, okul sıralarında rock müziğe gönlünü kaptırdı. Elvis Presley dinlemeye başladı. Dünyaca önemli solistlerin şarkılarından beğendiklerini de ezberledi. Mektepte düzenlenen çay partilerinde icracılık yaptı. Kıramayacağı arkadaşlarının istek parçalarını yerine getirmeye çalıştı. ‘Suadiyeli Nesrin’ diye tanıttığı/anımsadığı kıza gönlünü kaptırdı. Onun için sınıfta, sokakta şarkılar seslendirdi. Yakın çevresinin yorumlamasına göre, ‘müzik kariyeri de başlamış oldu!’ ‘Eşi İklim Karaca, ünlü sanatçının okul yıllarında müzik dersinden ikmale kaldığını hatırlatıp güldüğünü anlatırdı!’
Beyoğlu Spor Kulübü Lokali’nde sahneye çıktı. Profesyonelliğe ilk adımıydı. En büyük destekçilerinden birisi de İlhan Gencer’di! Zaman geçtikçe başka kulüplerde de çalıştı. ‘Jaguarlar’, ‘Dinamitler’ adlı gruplarla ünlü ‘rock and roll’ parçalarını söyledi. İlk tercihi daima/‘her zamanki gibi’ Elvis Presley idi!
Babası Mehmet Karaca, oğlunun müzisyen olmasına karşıydı. Vazgeçirmeye çalıştı. Başarısız kaldı. Cem Karaca, dik kafalı/‘dediğim dedik’ti. İnatla muhalefet edecekti. Anlatılanlara bakılırsa, Mehmet Bey, oğlunu yuhalaması için adam bile tuttu! Bir seyirci, Presley şarkıları söyleyen sanatçıdan istekte bulundu: ‘Aman Adanalı’yı seslendirmesini talep etti! Dileği yerine gelmeyince de bağırmaya/protestoya başladı.
- Askerde Dinlediği Saz, Müzik Anlayışını Değiştirdi… -
Mehmet Bey, oğluna son bir tavsiyede daha bulundu: ‘Yabancıların değil bu toprakların/halkının müziğini yap!’
Cem Karaca, 1965’de, tiyatro sanatçısı Semra Özgür ile hayatını birleştirdi. Nikâh töreninden 3 gün sonra da askere alındı. Vatan borcunu ödemesi için Antakya 121. Jandarma Er Eğitim Alayı’na gönderildi.
Askerliği sırasında müzikten uzaklaşmadı. Söz(ler) yazdı, beste(ler) yaptı. Ama rastlantı sonucu sanat anlayışı değişiverdi: ‘Bir erin çaldığı büyülü nameler saçan sazın tınısına vuruldu!’ Babasına hak verecekti: ‘Coğrafyasının ezgilerini sunacaktı!’ Musiki anlayışı tamamen farklılaşacaktı! Anadolu’nun yüreğinden/bağrından çıkan türkülere sığınacaktı!
Askerdeki arkadaşları Cem Karaca’ya taktığı kalın camlı gözlüğünden ötürü ‘Doktor!’ diye seslenirdi. Küçüklüğünde menenjit hastalığı geçirmişti. Gözleri yüksek derece miyop kalmıştı! Camın enini anlatırken, ‘gazoz şişesinin altı/dibi kalınlığındaydı,’ diyecekti. Birçok ere okuma yazma öğretti. Ailesine/yavuklusuna gönderdiği mektuplarını yazdı. Yazısı güzel, ifadesi güçlüydü.
- Yerli Kovboy Filminde Murat Soydan’la Başrolde Oynadı… -
1967’de, askerlik görevini tamamladı. İstanbul’a, ailesine ve arkadaşlarına kavuştu. ‘Apaşlar’ ile çalışmaya başlayacaktı. Karaca ve Apaşlar, turnelere çıktı. Ülkenin dört bir köşesini dolaştılar. Hayranlarının gönüllerini fethettiler, ünlerine ün kattılar! 1968’de, Almanya’ya plak yapmaya gittiler. ‘Resimdeki Gözyaşları’nın kaydı ile döndüler.
Cem Karaca ile Apaşlar’ın beraberliği 1970’e kadar sürdü. Söz ve müziği Mehmet Soyarslan’a ait ‘Bu Son Olsun’ ile Cem Karaca’nın bestesi, Karacaoğlan’a şiiri ‘Felek Beni’ nihaî çalışmaları oldu. Plak, Türküola’dan çıktı.
Aynı yıl, Yücel Uçanoğlu’nun yönettiği, ‘yerli spagetti’ ‘Kralların Öfkesi’nde Murat Soydan ile başrolleri paylaştı. Kovboy filminin müziklerini de hazırladı. - Cem Karaca, 2000’de çekilen, Gani Müjde’nin yönettiği, - Eski arkadaşlarından Mehmet Soyarslan’ın yapımcıları arasında bulunduğu… - ‘Kahpe Bizans’da da küçük bir rolde - ‘Karaca Abdal’ isimli ozanı canlandırdı! - göründü. Üç şarkı seslendirdi. -
1990’da, Ülkü Tamer’in senaryosunu yazıp yönettiği, başrollerinde Müjdat Gezen ve Ayşen Gruda’nın oynadığı, TRT 1’de yayınlanan ‘Bir Milyara Bir Çocuk’ dizinde görev aldı.
- Tiyatro Yaptı, Oyun Müzikleri Hazırladı, Türkçe’ye Eserler Çevirdi… -
Aile mesleğini de tecrübe edecekti. 1961’de, tiyatroya ilk adımını attı: Hamlet’te oynadı. 3 yıl sonra 1964’de, başrolünde Münir Özkul’un bulunduğu ‘General Çöpçatan’da önemli deneyim edindi. Askerlik görevi sırasında, Cahit Atay’ın ‘Pusuda’ ve Aziz Nesin’in ‘Toros Canavarı’ oyunlarını sahneye koydu, yönetmenliğini yaptı. ‘Anahtarı Bendedir’ adlı eseri dilimize kazandırdı. İstanbul Tiyatrosu’nda icra edilmesini sağladı. Kendisi de piyeste göründü. ‘Püsküllü Moruk’un müziklerini hazırladı.
Gitarist Seyhan Karabay’ın da katılımı ile ‘Kardaşlar’ı oluşturdu. Yeni grubu ile ‘Kalender’/‘Dadaloğlu’ şarkılarının yer aldığı yeni 42’lik plağını çıkardı.
1971’de, ‘Kardaşlar’ ile Almanya’ya turneye gitti. Yeni çalışmalarını da kayda geçirecekti. Bu süreçte, ‘12 Mart Muhtırası’ verildi. Demokrasi rafa kaldırıldı. Sıkıyönetim ilan edildi. Olağanüstü mahkemeler kuruldu. Cem Karaca’nın ‘Oy Gülüm Oy’ adlı plağına toplatma kararı çıktı. Grup, ülkedeki gelişmeleri izleme kararı aldı. Kalış süresi uzatıldı. Bir ay sonra dönüldü.
1972’de, aynı müzik anlayışını paylaştığı Moğollar ile yoluna devam etti. 2 senelik dönemde, dillerden düşmeyen, yarın(lar)a kalacak, ‘Namus Belası’ ortaya çıktı.
Cem Karaca, 1974’de gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından Türk Hava Kuvvetleri için düzenlenen yardım etkinliğine katıldı ve - bilâ ücret karşılığı! - konser verdi.
‘Tamirci Çırağı’, 1974’de yayınlandı. Karaca, - bu yıldan itibaren! - Dervişan’la müzik çalışmalarına devam etti. Beraberlikleri 1978’de sonuçlandı. Aynı yıl, Sarper Özsan’ın tiyatro oyunu için bestelediği, ‘1 Mayıs Marşı’nı plağa okuduğu için komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla hakkında dava açıldı.
Dönemin gazetelerindeki haberlere bakılırsa, ‘1 Mayıs Marşı’nın plağından elde ettiği gelirin tamamını TİKP’e - Türkiye İşçi Köylü Partisi! - bıraktı/bağışladı!
- Urfa’daki Konseri Öncesinde Saldırıya Uğradı… -
Yıllar sonra verdiği mülakatta, ‘Hiçbir zaman komünist olmadığını,’ söyleyecekti. ‘Marx’ı okudum. Onayladığım çok tarafı var. ‘Diyalektik’ rehberimdir. Ama ‘diyalektik materyalist’ değilim! Çünkü inancım var. Geçmişte ‘ateist’ olduğumu da zannettim. Ama mukadderatın insan hayatındaki önemini yaşadım…’
Cem Karaca, rock müziği, ‘Marksist - Leninist’ nitelik taşımayan ‘isyan’ şeklinde tanım(lar)dı. Rock, ‘düşünüş ve dünyayı algılayıp yorumlayış biçimi’ydi!
Karaca, ülke içindeki konserlerini sürdürürdü. Edirne’den Ardahan’a kadar, hemen her şehri, kasabayı dolaşırdı. Halkıyla sıcak bağlar kurmayı amaçlardı. Hayranlarıyla daima yakın olmayı hedeflerdi. Ülke dışındaki soydaşları ile de temasa önem verirdi. Sık sık Avrupa ülkelerine özellikle de Almanya’ya giderdi.
Dervişan Grubu ile Urfa’ya konsere gitti. Çarşıda alış veriş yaparken, 50 - 60 kişilik elleri zincirli/demir çubuklu kalabalığın saldırısına uğradılar. ‘Komünistlere Ölüm!’ diye bağıranlardan kaçıp, canlarını zor kurtardılar! İki gün sonra da etkinliği düzenleyen CHP Gençlik Kolları Başkanı’nın öldürüldüğü haberini aldılar.
Cem Karaca, Fenerbahçe futbol takımının koyu taraftarıydı. Her maçını seyrederdi. Müsabaka günü konseri varsa çıkmaz veya iptal ettirirdi. Yakın çevresine göre, dediği yapılmazsa, menajeri/yetkili ile tartışırdı! Önce karşılaşmayı televizyonda seyreder, ardından programına başlardı.
Çocukluğundan beri denize ve balığa meraklıydı. Sandala binmeyi, olta ile balık avlamayı, yüzmeyi severdi. Tekne ve gemi modellerini iyi bilir, özelliklerini tek tek sıralardı. Başarılı dalgıçtı, midye çıkarırdı.
- Cem Karaca’nın Barış Manço İle Kardeş Olduğu İddia Edildi… -
Cem Karaca da, çoğu ünlü gibi ölümünden sonra bazı haberlere konu edildi. Aile içindeki iddia basına yansıdı ve takip edildi. Son eşi İlkim Karaca, Cem Karaca’nın çocukluğunda geçirdiği kaza sonucu ‘kısır kaldığını’ ileri sürdü. Feride Balkan Hanım’dan doğan Emrah Karaca’nın babası olamayacağını savundu. Konu, mahkemeye intikal ettirildi. Mezarı açılıp DNA örnekleri alındı. Test sonucunda, Cem Karaca’nın babalığı doğrulandı. Feride Balkan ve Emrah Karaca, İlkim Karaca hakkında hakaret davası açtı. Basında yer alan haberlere göre, mahkeme tarafından da haklı bulundular.
2010 yılında, Cem Karaca ile Barış Manço’nun kardeşliği bile iddia edildi. Her iki sanatçı da - sağ iken! - samimi dosttu. Sık buluşup sohbet eder, projelerini anlatır, bestelerini tartışırlardı. Almanya’nın Köln şehrinde yaşadığı ileri sürülen İ.H. adlı Türk vatandaşının 6 sayfalık mektubu gazetede yayınlandı. Beyanına göre, ‘Cem Karaca’nın - herkesten gizlediği! - kendisinden iki yaş büyük ağabeyi vardı. O kişi de, Barış Manço idi!’ Savaş Manço, kesin dille iddiaya karşı çıktı. DNA araştırmasıyla gerçeğin net/kesin şekilde ortaya çıkabileceğini beyan etti.
- Sahneye Çıkmadan Önce 21 Kere Besmele Çekerdi… -
Cem Karaca, ülkeye döndükten sonra din, tarih ve Türk Dünyası vb. konularla daha çok alâkadar oldu. Alevilik ve Bektaşilik üzerine çalışmalar/araştırmalar yaptı.
‘Bindik Bir Alamete’ adlı albümüyle tartışma(lar) yarattı. ‘Allah Yar’ isimli - sözleri, bestesi ve icrası ile ilahiyi çağrıştıran! - şarkısıyla ‘yolundan dönmekle’ itham edilecekti!
Eşi İlkim Karaca, Cem Karaca’nın son yıllarında dine çok bağlandığını/dindarlaştığını söyleyecekti. ‘Sahneye çıkmadan 21 kere besmele çekerdi. Eskiden ‘Tanrı’ derken, ‘Allah’ demeye başladı! ‘Allah’ın sevgili kuluyum!’, ‘Yüce Allah izin verirse…’ cümlelerini sık sık tekrarlardı.’
Bir gün, bir televizyon programından arandı. İlkim Karaca’nın beyanına göre, ‘Türkiye’de notalara en doğru basan kişiden ezan okumasını istiyoruz’ denildi. Cem Karaca, ‘Şu anda abdestli değilim,’ diyerek ricayı geri çevirdi. Israr edilince de, ‘Sadece ‘Allah’u Ekber’ derim, ezan okumam,’ karşılığını verdi. Dediği gibi de yaptı! Eski dostları şaşırdı. Tepki vermekte gecikmediler! Konserleri arka arkaya iptal edildi!
- Karabağ’ın İşgaline Karşı Çıktı… -
Cem Karaca, 1992’de, Karabağ’ın Ermeniler tarafından işgaline karşı çıktı. Uğur Dikmen ile birlikte bestelediği ‘Karabağ Şarkısı’nı ‘Nerede Kalmıştık?’ albümünde yayınladı. - Parça, dinleyenleri hayran bıraktı. Sanatçıya bakışı değiştirdi. - Akıtılan kana da bigâne/‘ilgisiz’ kalmadı: ‘Karabağ’da talan var / Ak gerdana saldıran var / Demirsen durun gedim / Gözü yolda kalan var…’
Karaca, Sovyetler Birliği’nin parçalanmasından sonra ortaya çıkan Türk devletlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarına, Türkiye ile bağlarını kuvvetlendirmelerine duyduğu heyecanını da notalara döktü: ‘Kavuşan el âlem değil, Can ile Canan'dır… / Bu asla bir Turan değil, muhteşem bir tufandır…’
İlkim Karaca, Cem Karaca’nın ölümünden sonra verdiği röportajda eşi ve aile hayatı hakkında dikkat çekici bilgiler sundu. Kocasını ‘yiğit, şövalye ruhlu, romantik ve samimi’ diye tanımladı. ‘Muhatabına güven verirdi. Çok yetenekliydi. Mesleğine aşk derecesinde bağlıydı. Sevgisini her yerde/her şart altında belli ederdi.’
Melodilerini ıslıkla da seslendirirdi. Mehmet Bey’in Cem’e söylediği ninnileri tekrarlardı. Eşine, annesinden öğrendiği çocuk şarkılarını öğretirdi. Kendi bestelerinin öykülerini anlatmaktan zevk alırdı. Evde hep birlikte şiirler okunur, şarkılar söylenirdi.
Karaca, karısının yaptığı yemekleri lezzetli bulurdu. İklim Hanım, kocasının hoşlandığı aşları pişirirdi. Favorileri arasında köfte, kuzu pirzola, spagetti, kıymalı fiyonk makarna ilk sıradaydı. Tatlı sevmeyen Cem Karaca, ‘sakızlı muhallebi’ye bayılırdı.
Karaca, içkisine de önem verirdi. Her zaman ‘RSB Kuralı’nı uygulardı. Rakı, su ve buz ölçüleri belliydi. İçki bardağına önce rakı, sonra su ve en sonunda buz doldurulurdu. Hazırlanış biçimini, miktarları eşine öğretti. Her seferinde, ‘Yârimin elinden içtiğim bade bana şifa verir,’ diye de iltifat ederdi.
Ali Hikmet İnce