Suzan Avcı (Bizavcı); Türk sinemasında kötü, düşmüş, vicdansız, aşırı tutkulu, vamp kadını başarıyla oynadı. Şehvetli, fettan, cilveli, erkekleri baştan çıkaran görüntüsünden hiç ödün vermedi. - Sinemamızın ilk lezbiyen sahnesinin de kahramanlarındandı! - Sanat hayatı boyunca hep yönetmen(ler)in istediğini yaptı: Soyundu, dökündü, dişiliğini sergiledi.
Bir röportajında, sanat hayatında çizdiği portrelerin, gerçek yaşamda olumsuz etkilerini gördüğünü, canının acıdığını da söyleyecekti.
Annesi Behiye Hanım Kırımlı, babası Yusuf Bey Kazanlı idi. Kendisini, ‘Tatar kızı!’ diye tanıtacaktı/tanımlayacaktı. Ailesi, Bursa’ya gelip yerleşmişti. 3 kız kardeşin en büyüğüydü. 6 yaşında babasını (40) kaybetti. Çiftçiydi; sirozdan öldü. İflas da etmişti. Hiç paraları yoktu, meteliğe kurşun atar durumdaydılar. Annesi (24) bir tekstil atölyesine girdi; ipek kozası dolduracaktı. Ailenin yükünü omuzlamakta zorlandı. Suzan Avcı, ancak ilkokulu bitirebildi. - İlk mektepten hatırladığı tek olay, sınıfça götürüldükleri sinemada izlediği sessiz filmdi! - Hemen annesinin çalıştığı fabrikada işe başladı. Anne ile kızı farklı vardiyalarda terledi; ekmek parası kazandı. Bazen aynı gün 2 vardiyaya girdiler.
- Küçük Yaşta Ailesinin Sorumluluğunu Omuzladı… -
Küçük Suzan aşırı hırslıydı. Eline daha fazla para geçti. Hatta annesini işten çıkarıp, küçük kız kardeşlerinin başında durmaya ikna etti. Yaşından büyük gösteren, esmer, zayıf - kuru! - kızdı.
Bir süre sonra Bizavcı Ailesi, İstanbul’a, - dayının da desteği ve iknasıyla! - anneannenin yanına taşındı. Anne Behiye Hanım, yine bir tekstil atölyesinin kapısını çaldı. Suzan da peşinden… Kadın ve kızı, öteki iki küçük kardeşin nafakası için vardiya ayırmaksızın çalıştı. Küçük Suzan, güzel dikiş dikerdi. İşçiler arasından kısa sürede kendini gösterdi/sivrildi. Annesinden daha yüksek yevmiye aldı.
İlk kez ilkokuldayken, sessiz film seyretmeye sinemaya gitmişti. Adı: ‘Edison’un Hayatı’ idi. Küçük Suzan - o zaman! - kararını verdi: ‘Ben, bu işi yapacağım!’ Film yıldızlığı tek hedefi ve saplantısı haline geldi. Atölyedeki en iyi/en samimi arkadaşı Ayşe Abla da fanatik sinema hayranıydı. Her hafta 2-3 filme gider, sonra da ballandıra ballandıra anlatırdı. En çok etkisinde kaldığı film: ‘Rüzgâr Gibi Geçti’ idi. Ablası anlatırken, küçük Suzan senaryoyu adeta yaşardı.
- Annesi Sinemaya Girişini Engelledi… -
Boş zamanlarında Yıldız Mecmuası’nı okur; şöhretlerin baş döndüren büyülü dünyasının haberlerini izlerdi. 13 yaşındayken aynı dergideki - bir röportajında ‘Hürriyet gazetesindeki’ diyecekti! - küçük ilân dikkatini çekti. Ünlü rejisör Metin Erksan; ‘yeni filminde oynatacağı, sinema tecrübesi olmayan, 14-15 yaşlarında, esmer kız arıyordu’. Suzan, fotoğrafını eklediği mektupla müracaat etti. Mahalle bakkalının telefonunu da verdi. Çok geçmeden Mecidiyeköy’e, şirket merkezine görüşmeye çağrıldı. Samatya dışında hiçbir yeri bilmezdi. Aksaray’dan Taksim dolmuşuna bindi. Alandaki Atatürk Anıtı’nı görünce, heyecanla karışık hayranlıktan dili tutuldu. Bir saate yakın çevrede dolaştı. Abidenin her yerini dikkatle inceledi. Sonra randevusu aklına geldi. Mecidiyeköy’e kadar yürüdü. Duru Film’i buldu. Stüdyoda ‘Ankara Ekspresi’ bazı sahneleri çekiliyordu. Başroldeki Zeynep Sırmalı’yı hayranlıkla/ağzı açık izledi. Metin Erksan ile görüşmesini unutuvermişti. Yanına gelen görevli rüyasını bozdu. ‘Burada ne yapıyorsun,’ diye sorunca, randevusunu hatırlattı. Metin Erksan ile görüşmesi olumluydu. Aranılan özellikleri taşıyordu. Ama yaşı küçüktü. Annesinin bilgisi ve rızası sorulduğunda, yalan söyledi. ‘Annem izin verdi!’ dedi. Evde oturması ve servis aracını beklemesi istendi. Diğer figüranlarla beraber dış çekimler için alınacaktı.
Annesi olayı duyunca, dünyasını başına yıktı ve filmde görünmesini/oynamasını engelledi. Kapıya gelen film ekibini kovdu. Onun gözünde sinema sanatçılığını gayri ahlakiydi. Avazı çıktığı kadar bağırdı: ‘Kızımı kötü yola düşüremezsiniz!’
- Mahkeme Kararıyla Yaşını Büyüttü… -
Suzan büyüdükçe güzelleşti/serpildi. Vücudu dikkat çekecek kadar alımlı ve biçimliydi. Tek eğlencesi, Etyemez’de denize girmekti. Yazın yüzmeye gittiğinde, çevresini hayran bakışları kuşatırdı. Bir delikanlı - İlk eşi Alp Akşiray! -, ‘Bacakların ne güzel!’ diye laf attı. Küçük Suzan, utandı; koşarak eve gitti. Akşiray, İzmir’den tatile gelmişti. Teyzesinin yanında kalırdı. Kısa sürede ikili arasında ilişki gelişti. Ama çapkın delikanlının İzmir’e ani dönüşü öyküyü yarım bıraktı/film koptu.
Alp Akşiray, askerlik görevi için Heybeliada’ya geldiğinde münasebetleri kaldığı yerden devam etti. Aşkından başı dönen güzel Suzan, bir arkadaşının uyarısıyla uykusundan uyandı. ‘Alp’in parmağında alyans var!’ Suzan Bizavcı, Alp Akşiray’ın - kendisinden sakladığı! - yüzüğünü buldu ve yüzüne vurdu. 6 ay küs kaldı. Sonunda bir çözüm yolu oluşturuldu. Yüzük, İzmir’deki nişanlıya posta marifeti ile gönderildi; nişan da bozuldu. Senaryoya göre Alp’in ailesi; yeni durumu sabık yavukluya anlatacak ve özür dileyecekti.
Suzan Bizavcı, flört döneminden sonra da - mahkeme kararıyla yaşını büyüterek! - evlendi; - kocasının şehri! - İzmir’e yerleşti. Ama damadın akrabalarınca sevilmedi. ‘Yuva yıkan kadın!’ diye anıldı. Oğlu Mete’nin doğumuyla eşinin ailesinin tavrı yumuşadı!
Suzan yine sinemalara gidiyor ve sektörün dergilerini izlemeye çalışıyordu. Kararını verdi: İstanbul’a annesinin yanına dönecekti. Yeşilçam’ın kapılarını zorlayacaktı.
1956’da, - Arif Hanoğlu’nun sahipliğini yaptığı! - (Yeni) Yıldız Mecmuası, ‘Sinema Güzeli Yarışması’ düzenlemişti. Bu defa, ne yapacak edecek ve yarışmaya katılacaktı. Bavullarını topladı; oğlunu kucakladı; anne evine döndü. Yarışmada 3. seçildi; ‘Ümit Hakan’ takma adını kullandı. Birinci ‘Leyla Sayar’, ikinci ‘Pervin Par’ idi. Ama şöhret kapıları açılmadı. Gazetelerde bir/iki röportajı yayınlanabildi.
- Alev Sururi, Hayatının Akışını Değiştirdi… -
İş yine başa düştü. Tiyatroların kapılarını çalmaya başladı. Muammer Karaca Tiyatrosu'na başvurdu. Hemen kabul edildi. Küçük rollerde göründü. Zorunlu turne teklifini kabul etmeyince, ayrılmak zorunda kaldı. Toto Karaca Tiyatrosu’na girdi. Daha çok metres rollerini canlandırdı.
Cahide Sonku ile tiyatro sahnesinde tanıştı; oyun stiline, sanatına hayran kaldı. Sonku’yu anlatırken, ‘Bilinçli ve işine hâkimdi,’ diyecekti. Sahnede duruşu ve ışıkları kullanmayı - ondan! - öğrendi.
Annesini yanından ayırmadı. Oğlu Mete, aile sıcaklığında büyümeliydi. Galatasaray Lisesi’nden aşağıya inen sokakta eski apartmanın bodrum dairesine yerleştiler. Kapıları daha çok fareler tarafından çalınırdı. Tiyatrodan aldığı yevmiye ile masrafları ancak karşılayabiliyordu.
Sinema sevdası içini kemiriyordu. Neriman Köksal’ı kendine rol model almıştı; yerine geçmek istiyordu. 1956’nın sonunda küçük rollerde görünmeye başladı. Rol aldığı ilk film ‘Katibim’di. Filmin başrol oyuncuları: Turgut Özatay ve Abdurrahman Palay’dı.
Tiyatrodan arkadaşı Alev Sururi, hayatının akışını değiştirdi. Dünya sinemasında ‘sarışın kadın modası’ almış başını gitmişti. Kim Novak fırtınası esiyordu. Sururi, Suzan’a sarışınlığı önerdi. Yeni saç renginin uğuruna hemen inandı. İlk beş filminde iyi kız rollerindeydi. Şöhret için daha fazla beklemesi gerekmeyecekti.
1959’da, - zaten bitmiş! - evliliğini mahkeme kararıyla sonlandırdı. Alp Akşiray’dan resmen boşandı.
- Film Yapımcılığına Girişti… -
Ünlü rejisör Metin Erksan’la fırtınalı bir aşk yaşadı. Erksan’ın yıllar sonra ortaya çıka(rıla)n mektubu ikilinin ilişkisinin duygusal boyutlarını çiziyordu.
Yapımcı Hüseyin Cendere ile nikâh masasına oturdu. Eşi ile ortaklaşa CEN-AV Film Yapım Şirketi’ni kurdu. Bazı filmlerin yapımcılığını üslendi, başrolünde de oynadı. Filmlerden birisi de ‘Şıngırdak Melahat’ idi. Senaryo Vecdi Uygun tarafından yazıldı. Yönetmen Aram Gülyüz’dü. Başrollerde Vahi Öz, Suzan Avcı, Kenan Pars, Hüseyin Baradan ve Suphi Tekniker oynadı.
1962’de şansı yüzüne güldü. Aydın Arakon’un senaryosunu yazıp yönettiği ‘Şehvet Uçurumları’ filmi ile şöhretin doruğuna uzandı. Rol arkadaşları, Tanju Gürsu, Filiz Akın, Ali Şen ve Ulvi Uraz’dı. Film patlamıştı. Güzelliği ve cazibesi, sayısız çapkın erkeği peşine taktı. Kendi anlatımına göre; çok ilginç/cazip teklifler aldı. Ama cevabı hep aynıydı: Kafalara inen onlarca sivri topuklu ayakkabı darbesi… Başı yarılıp kan revan içinde yanından ayrılanların sayısı hiç de az değildi.
1963’de Atıf Yılmaz’ın yönettiği ‘İki Gemi Yanyana’da Sevda Nur ile öpüşmesi hem şaşırttı, hem garipsendi. Türk sinemasında ‘ilk lezbiyen ilişkinin kahramanları’ olarak da tanındılar.
- Assolist Yırtmaçlı Elbise Giymesini Yasakladı… -
Şöhretin getirisini sahnelerde de denedi. Lunapark Gazinosu’nda sahneye çıktı. Assolisti Gönül Yazar’dı. Yazar, Avcı’nın yırtmaçlı elbise giymesini yasakladı. Sahnede kendisinden daha güzel hanım şarkıcının bulunmasını mı kıskanmıştı? 1964’de, 45’lik plak doldurdu. ‘Bana Derler Çapkın Suzan’, ‘Tabya Başında Kızlar Yan Yana’ şarkılarını okudu. 45’liğin kapağını özel çektirdiği, güzelliğini bütün ihtişamıyla sergileyen fotoğrafı süsledi.
1965’de, oğlu Mete’yi askere uğurladı. Suzan Avcı şöhretinin zirvesindeydi. Mete askere giderken, annesinden ricada bulundu: ‘Anne sakın ziyarete gelme,' dedi.
Biricik oğlu Mete’yi askerliği boyunca ziyaret edemedi. Beyaz perdedeki imajından ötürü zarar görebileceğini düşündü. Ama erkek evladına doyamadı: Erken yaşta ölümüne şahitlik etti. Mete Akşiray, 1997’de beyin kanaması sonucu hayatını yitirdi. Bir AVM’de günlük alış verişini yapıyordu. Turizm eğitimi almış; Almanya’ya yerleşmişti. Alman asıllı Eva adlı güzel hanımla hayatını birleştirmişti. - Kendisinden 16 yaş küçük! - Kız kardeşi Binnaz’ı çok severdi. Büyümesinde pay sahibiydi.
Suzan Avcı, Türkiye - Kayseri! - doğumlu, Ermeni asıllı, ünlü yönetmen Elia Kazan’ı bile hayran bıraktı. Kazan, Avcı’nın resmini görünce görüşmek istedi. Hollywood’a götürebilir; ABD’de şöhret yapabilirdi. Ama tiyatro eğitimi alması, İngilizce öğrenmesi gerekecekti. Avcı’nın omuzlarındaki yük ağırdı; ailesini geçindirebilmek için aralıksız çalışması/para kazanması gerekiyordu. Teklifi reddetti.
- Almanya Gezisi Bir Kere Daha Hayatını Değiştirdi… -
1966’da Almanya’ya gitti. Turist Ömer’in çekimleri yapılacaktı. Yapımcı firmanın planlamasına göre, Sadri Alışık’ın rol arkadaşı Sevda Ferdağ’dı. Ama Ferdağ’ın sevgilisi Tamer Yiğit aynı fikirde değildi. İzin vermeyince; rol, Suzan Avcı’ya önerildi. Hemen bavulunu hazırladı. Ekiple Berlin’e yollandı. Yanındaki para sınırlıydı. Gönlünce alış veriş yapamayacaktı. Yalnızca takma kirpik alabilecekti. - Sinemada bir Suzan Avcı, bir de Türkan Şoray takma kirpik kullanırdı! - Şehir gezilerinde yanındaki daimi/değişmeyen arkadaşı Çolpan İlhan’dı. İlhan’ın mali durumu iyiydi. Birlikte çıktıklarında beğendiklerini satın alabilirdi. Avcı ise yalnızca seyrede(bile)cekti.
Almanya gezisi, Suzan Avcı’nın hayatında önemli değişiklik yaptı. Üçüncü evliliğine vesile oldu. Bir gün, Çolpan yanına geldi. ‘Sen de katıl,’ dedi. ‘Senarist Erdoğan Tünaş ile yemek yiyeceğiz…’ Davete iştirak etti. Ama ilk kez gördüğünde, Tünaş’ı hiç beğenmedi. Sonraki görüşmelerinde fikri değişti. 3 yıl süren flört döneminin sonunda 1970’de evlendiler. Bir yıl sonra da ikinci çocuğu, kızı Binnaz doğdu. Avcı-Tünaş evliliği 2007’ye kadar 37 yıl sürdü.
Yeşilçam’da en çok Türkan Şoray’ı sevdi. Karşılıklı oynadıkları filmleri beğendiğini tekrarladı. Hayatı boyunca hep kendi ayakları üzerinde durmuştu. Arkasında, sırtını dayayabileceği kimsesi yoktu. Geldiği nokta kendi emeğinin karşılığıydı. Bir röportajında, ‘Türkan Şoray’ın arkasında Rüçhan Atlı, Fatma Girik’in yanında Memduh Ün, Filiz Akın’ın beraberinde Türker İnanoğlu olmasaydı; onlar da olmazdı,’ diyecekti.
Biricik oğlu Mete’yi yitirdikten sonra bütün ilgisini kızı Binnaz Avcı’ya verdi. İyi eğitim almasına, sahnede/televizyonda/sinemada başarı kazanmasına uğraştı.
Yaşadığı son büyük acı: Kocası, ünlü senarist Erdoğan Tünaş’ı kanserden kaybetmesiydi.
Ali Hikmet İnce yazdı.
Ali Hikmet İnce