Normalden uzun boyluydu. İnce belli, baygın bakışlı, etli dudaklıydı. İri mavi gözleri, beline inen sarı lepiska saçlarıyla karşısındakini hemen sarıp sarmalayıverirdi. Irkına has doğal özelliklerin numunesiydi. Saray hareminin kapısından girdiği ilk gün kaderi yazılmıştı. Hünkârı kendine kul, devletin hazinesini pul edecekti. Olağanüstü zeki, kurnaz, - Bizanslı ya da Çinli gibi! - entrikacı, ele avuca sığmazdı/gelmezdi. Hem çapkın, hem hovarda, hem de aşığını besleyip kollayandı. Cesaretinin sınırı yoktu: - Öldürülmeyi göze alıp! - Kendisine jigolo bile tuttu!
Ünlü hukukçu/tarihçi Ahmet Cevdet Paşa dahi şikâyetçiydi: ‘Padişah, Serfirâz adlı kadına tutuldu. Başka hatuna yaklaşmaz oldu. Serfirâz Hatun’a kimse söz geçiremez. İstediği yerde gezer, tozar. Haremdekiler de kıskanır. Nispet yapacağız diye Beyoğlu’nda ırz ve namusu kalmamış yerlerde öylece dolaşırlar…’
- Serfirâz Hatun Aklına Koyduğunu Yapardı… -
Adının anlamı; ‘Başkalarına benzemeyen’, ‘başını daima yukarıda tutan’dı. Haremde ismi koyan herhalde falcı ya da müneccimdi. Saraydaki diğer cariyelere hiç benzemezdi. Başına buyruktu. Padişahı takmaz, gerekli gördüğünde posta koyar, yönetici sınıf içinde rezil ede(bili)rdi. Canı istemezse, kaldığı bölümün kapısını kilitler, Abdülmecit’i dahi içeriye sokmazdı. Koca cihan padişahı küçük çocuk gibi yalvarırdı.
Serfirâz Hatun, 31. Osmanlı hükümdarı, 101. İslâm halifesi Abdülmecit’in 16. eşiydi. Doğum yeri ve milliyetine ilişkin bilgiler çelişkiliydi. Yaygın kayıtlara göre, 1837’de Abhazya doğumluydu. Asıl adı: Ayşe Liah’tı. Soylu aileye mensuptu. Babası Prens Osman (Liah) Bey’di. Annesi Zeliha Hanım’dı.
Serfirâz Hatun’a evlilikten sonra ‘Altıncı İkbal’ unvanı uygun görüldü. 3 çocuk doğurdu: Bediha Sultan, Safdeddin Osman Efendi ve Süleyman Selim Efendi’ydi. İlk iki evladı öldü. Şehzade Süleyman Selim Efendi yaşadı.
Tarihçi/gazeteci Nahid Sırrı Örik’in iddiasına göreyse, Rus asıllıydı. Dönemin Trabzon Valisi Damat Halil Paşa tarafından köle pazarından satın alındı. Yanında iki kız kardeşi de vardı. 3 güzel köle kız için çok yüklü ödeme yapıldı. Güzeller, gemi ile İstanbul’a gönderildi ve - Abdülmecit’in annesi! - Bezmiâlem Valide Sultan’a hediye edildi. Büyüğüne Mümtaz, ortancaya Rana, küçüğüne Serfirâz adı konuldu. Sarayda yetiştirildi.
- Abdülmecit İlk Görüşte Gönlünü Kaptırdı… -
Abdülmecit ile Serfirâz Hatun’un tanışmalarına ilişkin iddialar da çeşitliydi. İlkine göre, bir mevlit anında padişah tarafından fark edildi. İkincisindeyse, abdest alması için gümüş ibriği tutarken görüldü ve hemen ‘vazgeçilmezler listesi’ne alındı. Çok geçmeden pek masraflı muhteşem düğünle evlendi. Osmanlı padişahı Abdülmecit 28 yaşındaydı ve yirmiye yakın çocuğun da babasıydı. Serfirâz ise henüz 14’üne yeni basmıştı.
Abdülmecit, 2. Mahmut’un Bezmiâlem Valide Sultan’dan doğma oğluydu. Osmanlı’nın son 4 padişahının da babasıydı. 1839’de henüz 17 yaşındayken tahta çıktı. Batı kültürüyle yetişti(rildi). Batı müziğini sever ve anlardı. Fransızcayı bir Fransız kadar akıcı, doğal aksanlı ve düzgün konuşurdu. Fransız dergilerine aboneydi, düzenli izlerdi. Şampanya, şarap ve konyak içmeyi severdi. Şampanyaya ‘köpüklü şerbet’ der ve içki kullandığını belli etmemeye çalışırdı. Konyak içerken tombul bardakları tercih eder, ağır yudumlarla içmeyi sürdürürdü. Birkaç kadeh tükettikten sonra yakın dostlarıyla - özellikle de güzel cariyeleri, ikballeriyle! - meşk ederdi. Ud çaldığı rivayet edilirdi.
Babası 2. Mahmut’un izinden gitti, yenilikçi/garpçı politikaları sürdürdü. Döneminde Tanzimat Fermanı yayınlandı. Kanunlarda değişiklikler yapıldı, devlet organizasyonu revize edildi. Batılılaşma hamlesi hızlandırıldı.
- Abdülmecit Döneminde Hazine-i Hassa İflas Noktasındaydı… -
Abdülmecit, batılılaşmayı lüks yaşam, aşırı harcama/israf, abartılı eğlence, sınırsız kişisel özgürlük(ler) şeklinde anladı. Haremindeki birbirinden güzel hatunlarla gönül eğlendirdi. Batıdan ithal edilen pahalı içkileri tüketti. Avrupa’daki örneklerini aratmayacak mutantan saraylar, yalılar, kasırlar inşa ettirdi. Döneminin çarçur mimarisindeki zirve örneği Dolmabahçe Sarayı’ydı. İsraf ve inşaat histeri halindeydi. Hazine-i Hassa - saray hazinesi! - iflas noktasıydı. Osmanlı, tarihinde ilk defa - 28 Haziran 1855’de! - Avrupa devletlerinden borç aldı. Yeni sarayların yapımı ve hanedanın abartılı masraflarında kullandı.
Abdülmecit, içki gibi kadınlara da aşırı düşkündü. Bu yüzden de, ‘Osmanlı’da kadınlara ilk kez özgürlük veren padişah’ diye anıldı/tarihe geçti. Onbir kadın efendi, sekiz ikbal sahibiydi. Rahmetli tarihçi Yılmaz Öztuna’ya göre, - belirlenebilen! - 23 kadını oldu. 61 çocuğu doğdu, ama/ancak birkaç tanesi yaşayabildi. Toplum ve tarih tarafından en bilinen hanımı/ikbali Serfirâz Hatun’du. Ahmet Cevdet Paşa’nın Tezakir adlı eserine de konu edildi:
‘Kadın istediği yerlerde gezip tozardı. Kimse bir şey demezdi. - Saray kadınları, gönüllerine göre kupalı saray arabalarıyla gezmeye çıkarlardı! - Seyir yerlerinde ve Beyoğlu’nda, ırz ve namusu hiçe sayacak biçimde dolaşırdı. Şurada burada türlü rezaletler ederdi. Üstelik genç ve yakışıklı padişah ile evliydi. Abdülmecit’i sevmediği belliydi.’
- İsraf Ve Yozlaşma Yarış Halindeydi… -
İstanbul’da Göksu, Çamlıca, Kâğıthane gibi yerlerde gez(in)mek modaydı. Müdavimler, şık elbiseler giyinir, pahalı mücevherler takar, cins atların koşulduğu pahalı/sanat eseri faytonlarla gelirdi. Özel arabacı, hizmetçi, kâhya ve muhafız(lar) da eşlik ederdi.
Kırım Savaşı’nda Osmanlı’nın önemli müttefikleri İngiltere ve Fransa’nın değişimdeki etkisi büyüktü. - Batılı dostlarımıza sempatik görünmeye çalıştık! - Kadınların üzerindeki baskı azaltıldı/- adeta! - kaldırıldı. Çarşaf giyme zorunluluğu tarihe karıştı. Yüzü şeffaf peçe ile örten rengârenk feraceler moda oluverdi. Hanımlar sokakları doldurdu, eğlence merkezlerine gidip gelmeler sıklaştı.
Serfirâz hep el üstünde tutuldu. Aylık geliri 20 bin kuruştu. Abdülmecit’in torpiline de mazhar kılındı. Hazineden padişaha verilen aylık 15 bin kese paranın 5 bin kesesi de şahsına ayrıldı/aktarıldı. Ahmet Cevdet Paşa’ya göre, ‘Abdülmecit’in özel ödeneği değil, dünyanın en büyük hazineleri ayrılsa yetersiz kalırdı.’
- Serfiraz Hatun Hem Müsrif Hem De Zamparaydı… -
Ahmet Cevdet Paşa, cesur bir adım daha attı: Serfirâz Hatun’un ‘Küçük Fesli’ adlı Ermeni sevgilisini de yazdı.
Serfirâz Hatun, sadece müsrifliği ile değil, çapkınlığı - jigolo bulundurması/beslemesi ile! - de öne çıktı. Adı, halk arasında yaygınlaşan dedikodulara karıştı. Ama saraydan dışlanmadı. Uygunsuz hayatına, hazineyi zora sokan aşırı harcamalarına rağmen cezalandırılmadı. Aksine davranışları görmezden gelindi. Hatta saraydaki konuşmaları günü güne öğrendi, kapris bile yaptı. Abdülmecit, harcamaları sık sık kontrol ederdi. Bir gün Serfirâz Hatun için, ‘Edepsiz kadın! Çok para harcıyor, hiç düşünmüyor!’ dedi.
Avrupa’dan getirtilen elbiseler, sarraflara verilen siparişler, saray görevlilerine/hizmetçilere uygun görülen mübalağalı bahşişler büyük yekün oluştururdu. Gözdelerin, ikballerin, kadın efendilerin Galata ve Beyoğlu’ndaki dükkânlarda isimlerine açılmış veresiye alış veriş defterleri mevcuttu. Her ayın sonunda hesap özetleri saraya ulaştırılır ve ödeme talep edilirdi. Serfirâz Hatun, her seferinde hem cinslerine fark atardı. Hatunun bir yıllık satın alma tutarı, 2. Mahmut döneminde bütün saray için bir ay boyunca yapılan mutfak masraflarının tam 7 katıydı. Saraydaki yaygın benzetmeye göre Serfirâz Hatun, ‘adım attığı/bastığı yeri kurutur’du. Diğer saraylılar da yarışa girince harcamalar kontrolden çıkıverdi. Sultan Abdülmecit sert tedbirler aldı: 1858’de damatlarının hepsini devlet görevlerinden el çektirdi. Bir emirname yayınladı: Veresiye defteri tutan tüccarların ve kuyumcuların saray mensuplarına mal satmalarını yasakladı. Alacaklılara ödeme yapılmayacağını duyurdu.
Saraya sadece sarraflar gelmezdi. Harem hatunlarının yarışı, giyim kuşam, kozmetik, Fransız mobilyalarında olanca hızıyla sürerdi. Sarayın bütün mobilyaları 6 ayda bir değiştirilirdi. Resmi kayıtlara geçen rakamlar ezeli rekabeti anlatırdı. Hanımların bir yıllık harcaması 288 bin keseydi. Serfirâz Hatun’un tek başına yaptığı masraf 125 bin keseye ulaşmıştı. Osmanlı’nın Rumeli’de beslediği bütün askeri için ayırdığı senelik toplam tutar 800 bin keseydi.
- Devlet, Galata Bankerlerine Muhtaç Edildi… -
Devletin nakit para ihtiyacı, Galata bankerlerinden yıllık yüzde 45 faizle karşılanır oldu. Osmanlı’nın borçları 1,5 milyon keseye ulaştı. Geçmişte Avrupalı devletlerden yıllık yüzde 4 - 5 faizle borçlanılabilirdi.
İmparatorluk ahalisi açlık ve yoksullukla boğuşurken, Boğaz’ın iki yakası imar edildi. Saraylar, köşkler, konaklar, yalılar lüks mobilyalarla tefriş edildi. Pahalı düğünler, sınırları zorlayan çılgın eğlencelerle günler gün edildi.
Serfirâz Hatun hiçbir kurala bağlı kalma(z)dı. Daha doğrusu kural tanıma(z)dı. Ermeni kuyumcuların ‘çok özel’ - günümüz tabiriyle VİP! - müşterisiydi. Sarraflar, çantalarına doldurdukları elmas, yakut, zümrüt gibi kıymetli taşlarla süslü ziynet eşyalarını özel odasında sergilerdi/gösterirdi.
Rivayete göre en bilinen sarraf, Ermeni Agop Efendi idi. Bir gün işi çıktı, yerine yakışıklı oğlunu gönderdi. Delikanlı, Serfirâz Hatun’un odasına alınmadı. Dışarıda bekletildi. Ama kafes arkasındaki harem kadınlarınca tepeden tırnağa incelendi/süzüldü. Bazıları abayı yaktı, bazıları da isim taktı: ‘Küçük Fesli’…
- Serfirâz Hatun, Ermeni Asıllı Küçük Fesli’yi Jigolo Tuttu… -
İlk rivayete göre, Serfirâz’ın gönlü - orada! - genç sarrafa aktı. Odasına sokamadı, ama aracıları vasıtasıyla randevu aldı. Kupalı faytonuyla Göksu’da buluşacaktı. İlk görüşmeden sonra ‘ateş ile barutun beraberliği’ başladı.
Serfirâz, binbir nazdan sonra başka mekânda kalma hakkını elde etti. Çırağan Sarayı’ndan ayrıldı, Yıldız Köşkü’ne taşındı. Padişah, istediği/dilediği zaman ziyaretine gelebilecekti. Boş günlerinde de Küçük Fesli ile kapanacaktı. Pahalı hediyeler verecek, her istediğini yerine getirecek ve mutlu edecekti.
İkinci rivayete göre Küçük Fesli, boylu poslu, yakışıklı müzisyendi. Yanık sesliydi ve iyi ney üflerdi. Zurna çalmada da mahirdi. Ermeni asıllıydı ve Tarabya’da otururdu. Göksu’da bir mesire yerinde Serfirâz Sultan ile karşılaştı. Âşık oldular. Ermeni müzisyen ile hükümdarın gözdesi arasındaki kaçamak kısa sürede - bütün İstanbul’da! - dile düştü. Nerede buluşurlar, ne konuşurlar, neler yaparlar hepsi duyuldu, dilden dile yayıldı. En sonunda da Sultan Abdülmecit’in kulağına gitti. Yıldız Köşkü’nde süren ‘halvet geceleri’ bir bir raporlandı.
Padişah açıktan tepki göstermedi, ama - tarihçilerin, rivayet edenlerin savına göre! - kendince tedbir de al(dır)dı.
- Küçük Fesli’yi Öldürmek İçin Kiralık Silahşor Tutuldu… -
Çapkın çalgıcı işe çıkmadığı, Serfirâz Hatun’la hemhal olmadığı zamanlarda Beyoğlu’nda müzisyen arkadaşlarının devam ettiği kahvehaneye giderdi. Meslektaşlarıyla sohbet eder, hoş vakit geçirirdi. Yine bir gün çene çalarken, ‘Azrail’in davetiyesi’ eline ulaşıverdi. Karşısına dikilen heybetli Hırvat silahşorun tabancasından çıkan mermileri gönülsüzce buyur etmek zorunda kaldı. Ama kiralık katil heyecandan hedefi şaşırdı. Kurşunlar yan masada oturan günahsızlara yöneldi. Şanslı jigolo canını kurtardı. Hemen kaçıp saklandı. Ailesi tarafından Marmara’da bir adaya götürüldü. Olayın unutulması için beklenildi. Genç âşık hem heyecanlı hem de aceleciydi. İstanbul’dan ve sevdiceğinden ayrı düşmeye/kalmaya dayanamadı. Beşiktaş’a döndü ve başka isimle kira evi tuttu. Ailesi, Serfirâz Hatun ile ilişkisini kesmesi ve hemen evlenmesi için baskı yaptı. Eski nişanlısı ile izdivaca zorladı. Küçük Fesli, Beşiktaş’ta da rahat durmadı. Gece hayatına hızlı dönüş yaptı, fakat izlendiğini fark etmedi. Tarabya’da oturan yeni sevgilisini sıklıkla ziyaret etmeye girişti. Her vuslat sonrası Tarabya Korusu’ndan geçen yolu kullandı.
İstanbul’un iki namlı kabadayısı, genç jigolonun işini bitirmekle görevliydi. Gecenin karanlığında pusuya yatıp, Küçük Fesli’yi bıçak darbeleriyle kalbura çevirdiler. Sonra da olay mahallinde hızla uzaklaştılar. Ama çok geçmeden yakalandılar ve suçu kabullendiler. Hatta azmettirenlerin isimlerini de verdiler. Ermeni genç aşırı kan kaybından ve ağır yaralardan uzun yaşamadı ve hayatını kaybetti. İddiaya göre katillerin ifadesinde de, azmettiren devlet görevlilerinin de isimleri geçti. Kıyıcılar, Çırağan Sarayı tarafından tutulduklarını beyan edecek kadar ileri gitti. Hadise ve sonucu, tam bir ‘politik skandal’dı.
- Abdülmecit, Karısının İhanetini Cezalandırmadı… -
Küçük Fesli’nin ailesi olayın peşini bırakmadı. İngiltere, Fransa ve Rusya elçiliklerine başvurup, adli yardım ve yaptırım talebinde bulundu. Ayrıca yüklü tazminat da istedi. Dilekçelerinde Serfirâz Hatun’un adını özellikle geçirip, oğullarına âşık olduğunu ve sürekli görüştüğünü iddia etti.
Osmanlı’nın o dönemki iyi müttefiklik ilişkileri olayın dallanıp budaklanmasını önledi. Bir süre sonra da hadise ve kahramanları unutulup gitti.
Sultan Abdülmecit, ikbali Serfirâz Hanım’ı cezalandırmadı. Sürgüne de göndermedi. Aksine sarayında tutmaya ve nazını çekmeye devam etti. Küçük Fesli’nin ortadan çekilmesi, güzel hatunun gözünü korkutmuş muydu?
Sultan Abdülmecit, 25 Haziran 1861’de - babası gibi! - tüberkülozdan öldü. Ölüm döşeğindeki son cümlesi; ‘Beni kadınlarım ve kızlarım bitirdi,’ oldu. 38 yaşındaydı ve vücudu iflas etmişti.
Serfiraz Hatun çok uzun yaşadı. Abdülaziz’in 5. Murat’ın ve 2. Abdülhamit’in saltanat dönemlerine şahitlik etti. Kocasının ölümünden az sonra oğlu Şehzade Süleyman Selim Efendi ile Ortaköy’de tahsis edilen konağa yerleşti. Yüklü ödeneğini almayı sürdürdü.
9 Haziran 1905’de gözlerini kapattığında arkasından ağlayan çıkmadı. Hatta devlet ricali sevindi. Hükümdar Abdülhamit’in, ‘Ah be! Öldü de rahatladık,’ dediği rivayet olundu.
Hızlı, renkli, uzun, magazinsel ömür süren, Sultan Abdülmecit’in gözdesi Serfirâz Hatun, Beşiktaşlı Yahya Efendi Türbesi’nin Şehzade ve Kadınlar Bölümü’ne defnedildi.
Ali Hikmet İnce yazdı.
Ali Hikmet İnce