Eşi Gül Bora’nın anlatımıyla, ‘Bazı büyük aktörler, Allah tarafından sinema için özel/özenilerek yaratılmıştı…’ Canlandırdıkları karakterleri gerçek kılarlardı. Her zaman inandırıcıydılar. Ekrem Bora da alnında star ışığıyla doğanlardandı. Sapsarı saçlı, derin/delici bakışlı, mavi gözlü hoş tipti. Pek yakışıklıydı. Gerçek karizma sahibiydi. Kılık kıyafetine çok dikkat ederdi. Hanımların yüreğini pır pır ettiren, zampara bakışlara sahipti. Hemen bir kaşını hafif havaya kaldırıp bakardı.
Rejisör Metin Erksan’ın yorumlamasıyla, ‘Tanıdığı en zengin yüzlü adamdı. Aynı anda 15 farklı tip görülebilirdi!’
Senaryo okumazdı. Filme başlarken monologların tamamladığını görmedi. Film önerisi geldiğinde, hikâyeyi merak ederdi. Kafasına yatarsa rolü kabul ederdi. Çalıştığı yapımcıların çoğu tanıdığı kişilerdi/arkadaşlarıydı. Açık seçik konuşmayı severdi. Çoğu projeyi de ilgisini çekmediğinden reddetti. Bir röportajında, ‘Türk sinemasında senaryo diye bir mevhum yoktu. Günlük yazılırdı. Sete her gün yeni bölümler getirilirdi,’ diyecekti. Son derece samimi ve medeni şekilde yaşadıklarını/gördüklerini anlatırdı.
- Bir Aktör Kendini İyi Tahlil Etmeli ve Rol Seçmeliydi… -
Beyaz perdede sert, disiplinli, yüreklere korku sala(bile)n görünüşe sahipti. Karakterine/çehresine uygun roller gelirdi/önerilirdi. Genellikle gangster/kötü adam tiplemeleriydi. Romantik, genç kızları etkileyen portrelerin oyuncusu olamadı. Mesela Göksel Arsoy, anlattığı/özendiği gibi aktördü. Türk sinemasında çığır açtı. Genç kızları hayran bırakan, hem cinslerince rol model kabul edilen örnekti. Yakışıklılığı, Avrupaî tipi, kılığı kıyafeti ile binlerce hanımın yüreğini hoplattı. Kendisinin de hayran kitlesi mevcuttu, - görüşüne göre! - fakat Arsoy ile kıyaslanamazdı.
Bir aktör ya da aktris, karakterini tahlil etmeli ve oynayacağı rolleri de ölçüte göre belirlemeliydi.
Ekrem Bora, beyaz perdede kendisine uygun rolleri seçti. ‘Hep benlik filmlerde oynadım. Ne ikinci rollerin adamıydım, ne de jön prömiye idim, hep iki çizginin arasındaydım,’ diyecekti.
Beğenmediği tipler için uygun gördüğü/bulduğu arkadaşlarının isimlerini önerirdi.
Mesleğinin ilk yıllarında setler arasında koşuşturdu. Rol aldığı/afişlerinde ismi yazılan filmleri sıraladığında ulaştığı sayı 200’ü buldu. Çok renkli/ilginç olayla karşılaştı. Yönetmenlerin eli çok hızlıydı: 3 günde bir film çekil(ebil)irdi. Bora’ya göre, - mesela! - Semih Evin cin gibi adamdı. Bazen aynı sürede iç içe 2 film bile çıkarabilirdi. Mesela ‘Ayşe Kız’ı (1960) çekerken 2 değişik elbise getirmesi istendi. Daha yapımın adına bile ısınamadan film tamamlandı. 3 günde 1,500 metre ham film kullanıldı. Sonuçta 2 farklı kurdele ortaya çıktı. İlki, köyde geçen hikâyeydi. Diğeri ise, vurdulu kırdılı ayrı öyküydü. Filmlerin sahneleri arka arkaya kameraya alınırdı ve oyuncular tek yapım sanırdı. Birbiriyle ilgisiz sahneleri bağdaştırmasalar dahi sesleri çıkmazdı. Bir film parasına 2 filmde oynarlardı. Bora’nın savına göre, tek filmden 3 farklı ürün bile alınırdı.
- Sürekli İş Bulan Aktörlerin Gardıropları Zengindi… -
Kazandığı paranın çoğunu üstüne başına harcardı. Zengin gardıroplu oyuncu daha çok iş teklifi alırdı. Mesela, filmi yönetecek rejisörünün asistanı elinde pusula ile gelirdi. ‘Ağabey,’ derdi. ‘Yarın yanında 6 takım resmi, 4 - 5 tane de spor elbise getir…’
Giyimine dikkat etmeyen pastadan pay alamazdı.
Bora, sinemada emeği, ortak/kolektif çalışmayı önemsedi. Tek filminde, ‘Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu’da (1990) kendi sesini kullandı. Filmlerinin çoğunda seslendirmesi Sadettin Erbil’e aitti.
Meslektaşı ile evlenmek istemedi. Sinema dünyasının çalışma şartları ve genel yapısı evlilik birliğinin sürdürülmesini zorlaştırırdı. Beraberlikte sevgi, saygı ve itimat gerekliydi. 3’lü bir aradaysa sorun yoktu. Sinema oyuncusunun hayranı, dostu, düşmanı çoktu. Dedikodusu da boldu.
Ekrem Bora, 7 Mayıs 1932’de - bazı kayıtlara göre de 1934’de! - Ankara’da doğdu. Gerçek adı: Ekrem Şerif Uçak’tı. Babası Hava Kuvvetleri’nde Önyüzbaşı pilot Mazhar Uçak’tı. Annesi Ayşe Nuriye Uçak ev hanımıydı. Aslında ailenin ilk soyadı ‘Yazıcıoğlu’ydu. Mazhar Bey’in görev yaptığı üssün komutanı Zeki Paşa öneride bulundu. Başarılı önyüzbaşı pilotun ‘Uçak’ soyadını almasını sağladı. Ailenin soyadı, babanın kullandığı uçan demir kanatlı makinenin ismi oluverdi.
- 40 Günlük Bebekken Yetim Kaldı… -
Küçük Ekrem, ailesinin 4 erkek çocuğunun en küçüğü ve en şanssızıydı. 40 günlük bebek iken babasını yitirdi - şehit oldu! - ve yetim kaldı. Mazhar Bey’in de içinde bulunduğu askeri uçak Eskişehir yakınlarında düştü, kimse kurtulamadı.
Ayşe Nuriye Hanım, ailenin sorumluluğunu üstlendi. Babanın kaybından sonra 3 ayda bir ödenen 900 lira şehit maaşı bağlandı. Aile kıt kanaat geçinmeye çalıştı. Ekrem, ilkokul 2. sınıfta okurken İstanbul’a taşındılar. Büyükbabalarının - Suadiye Camii’nin ilk imamıydı! - vefatı üzerine yalnız kalan anneannenin yanına yerleştiler. İki ağabeyi Haydarpaşa ve Hayriye Liselerine kaydettirildi.
Küçük Ekrem, ilkokuldan sonra ortaokula devam ettiyse de eğitimini tamamlayamadı. Kadıköy Birinci Ortaokulu’nda 2. sınıfta kalınca ayrıldı. Sultanahmet Devlet Basımevi’nce düzenlenen kursa katıldı. Mücellit (ciltçi!) ve mürettip (dizgici!) sertifikası aldı. Ama mesleğini yapamadı. Okul sıralarından beri sinema ile ilgilenirdi. Film dünyası dergilerini son satırına kadar yutarcasına okurdu. Gösterime giren yerli ve yabancı filmleri seyrederdi.
- Gazeteci/Senarist Sezai Solelli’den Büyük Destek Gördü… -
Yakışıklı, nazarları üzerinde toplayan delikanlıydı. Mahallesindeki genç kızlardan hatırı sayılır hayranı oldu. Oturduğu evin sokağına girdiğinde, pencerelerden ‘Artist geliyor!’ fısıltıları duyulurdu.
Mahalle komşuları Sakıbe Soyukut Hanım sinemaya girmesine vesile oldu. Sakıbe Hanım, dönemin ünlü/çok satan magazin dergileri Yıldız ve Hafta’da tercüme ettiği sinema yazılarını yayınlardı. Bir mektup yazdı, Ekrem’i ünlü gazeteci Sezai Solelli’ye gönderdi. Solelli, Yıldız dergisinin - 1953’de! - açtığı yarışmaya katılmasını temin etti. Ailenin haberi yoktu. Ekrem Şerif Uçak, ‘erkekler kategorisi’nde birinci seçildi.
Solelli, yarışmayı kazanan Ekrem’i hep destekledi. Hafta dergisinin yazı işleri müdürüydü. Aktör adayını tanıtan bol fotoğraflı, detaylı röportaj yayınlattı. Soyadını da değiştirdi: ‘Uçak’ yerine ‘Bora’yı kullanmasını şiddetle tavsiye etti. Mülakatta yer alan bir resminin altında şu satırlar okundu: ‘Burt Lancester gibi sert, Clark Gable gibi yakışıklı, Rory Calhoun gibi tatlı…’ Desteğini bir adım daha ileriye götürdü: Ekrem Bora için özel senaryo kaleme aldı. Lale Film, Erman Film, İpek Film gibi piyasanın önemli firmaları ile anlaşma(lar) imzalamasına önayak oldu.
Tam film çekimlerine başlanacakken beklenmedik gelişme yaşandı. Postacı, askerlik şubesinin çağrı pusulasını getirdi. Aktör adayı Ekrem Uçak, yoklamaya çağrıldı. Ardından da 2 yıl sürecek, Erzincan ve Diyarbakır’a kadar uzanacak vatan hizmeti başladı.
- İlk Filminde Kendisi İçin Özel Yazılan Senaryoyu Oynadı… -
1955’de hem sanat hayatına hızlı giriş yapacak, hem de kendi ailesini kuracaktı. Sema Yurdanur isimli hanımla hayatını birleştirdi. Sema Hanım, Bora’nın ilk kızı Sevil’in annesiydi. Sevil Uçak, Altaylı futbolcu Ümit Kayıhan ile evlenecekti.
Sezai Solelli’nin Ekrem Bora için özel kaleme aldığı ‘Alın Yazısı’ da aynı yıl çekildi. Yapımcı Türk Film adına Mehdi Özgürel’di. Oyuncular Melike Cihangir, Türkan Şamil, Hasan Ceylan ve Gani Turanlı’ydı.
Ekrem Bora şöhrete hızlı adım attı. Fakat istediği parayı kazanamadı. Kendisi ve ailesi ekonomik sıkıntı içindeydi. Üstün oyun kabiliyetine karşın geliri sınırlıydı. Yeşilçam şöhretlerinin tamama yakını mütevazı şartlar içinde yaşam kavgası verirdi. Yapımcıların başrol oyuncularına ödedikleri rakam 3-5 bin lira arasındaydı. Bora yıllar sonra bir röportajında, ‘O yıllarda patronlar film yıldızlarını adeta sömürürdü,’ diyecek ve dönemin vahşi şartlarını dile getirecekti.
Ekonomik zorluklar, psikolojik bazı sebepler aile birliğini de sarstı. Bora, sevgili eşi Sema Hanım’dan ayrıldı/ayrılmak zorunda kaldı.
- Sinemadaki Sağlam Yerini Metin Erksan’a Borçluydu… -
Hayat felsefesini değiştirdi: ‘Bekârlık sultanlıktı’! ‘Tatlı hayat’ sürmeye girişti. Yakışıklılığını, ününü kullanıp gününü gün etti. Heyecan, eğlence, zevk ve serüven dolu yılları devirdi. Evinin telefonu hiç susmadı. Kapısının önü dolar taşardı. O günleri anlatırken, ‘Bağıranlar, çağıranlar, çığlık atanlar ne ararsanız bulabilirdiniz. Benim için intihar edenler bile vardı,’ diyecekti. Ama para sıkıntısı hep sürdü.
‘Camp Der Verdammten’ - ‘Cehennemde Buluşalım’ ! - (1961) adlı filmde Fikret Hakan ve Öztürk Serengil ile başrol için Almanya’ya gitti. Cristiane Nielsen adlı Alman asıllı başrol oyuncusu hanım tarafından aylarca misafir edildi. Villasında kaldığı ve iyi anlaştıkları haberleri yayınlandı.
Magazin basınının yakıştırmasına göre, sinema dünyasının bazı ünlü kadınları tarafından ‘kapışılan erkek’ti. Sari Refia ve Semiramis Pekkan ile nişanlanıp ayrıldı.
Ocak 1966’ya kadar hızlı tatlı yaşamı sürdü. Ekrem Bora, bir arkadaşının işyeri açılışına katıldı. İkinci evliliğini yapacağı Gül Hanım’la tanışacaktı. Bora, uzaktan izlediği Gül Hanım’ı fırsatını bulunca dansa kaldırdı. Sonra da kızdırmak için dalına bastı: ‘Biliyor musun, parfümün hiç güzel değil,’ dedi. Cevap beklenmediği derecede sertti: ‘Sen ne anlarsın? Bu kokudan benden başka kimsede yok!’
Gül Hanım, İsviçre’den yeni dönmüştü. Adanalı zengin Pamukçular ailesinin kızıydı. - Aile o kadar varlıklıydı ki, ilâçlama uçakları bile vardı! - Çevresinde giyimi kuşamı ile örnek alınırdı, maddi durumu ve kültürü yerindeydi. Bora, kendisini tersleyen genç kızın peşini bırakmadı. Ortak arkadaşlarından ev telefonu numarasını aldı ve görüştü.
- Gül Hanım İle Karşılaşınca Evlenebileceği Kadını Bulduğuna İnandı… -
Eşinin bilgilendirmesine göre, 13 Şubat’ta nişan, 7 Mayıs’ta da nikâh yapıldı. Gönlünü çalan adamı şöyle tanımlayacaktı:
‘Ekrem o zaman civciv gibi sapsarı bir adamdı. Çok yakışıklıydı. Karizma bin beş yüzdü. Burt Lancester gibi sert, Clark Gable gibi havalıydı. Kılık kıyafeti çok düzgündü. Bakışları anlamlıydı. Kendine has bir zampara bakışı vardı…’
Ekrem Bora’nın da duygu ve düşünceleri eşinin paralelindeydi:
‘Görür görmez anladım. Evlenebileceğim tek kadındı. Meslektaşımla yuva kurmak istemedim. Saygı, güven ve sevgi bir arada olursa evliliklerde problem yaşanmaz. Evcil adamım. Evlendikten sonra hiç çapkınlık yapmadım. Gezmeyi tozmayı da zaten sevmem…’
Ekrem Bora’nın Gül Hanım ile birlikteliğinden Yasemin ve Lale adlarında 2 kızı doğdu.
Bora, Yeşilçam’da çok önemli, ses getiren, seyirci rekorları kıran yapımlarda rol aldı. 1958’de ‘Mavi Boncuk’, ‘Tilki Leman’, ‘Bir Kadın Tuzağı’ ve ‘Bana Gönül Bağlama’da oynadı. 1961’de ‘Seni Benden Alamazlar’, ‘Kahraman Üçler’, ‘Cehennemde Buluşalım’ ve ‘İnleyan Dağlar’ın afişlerine büyük harflerle ismi yazıldı. 1962’de ‘Çifte Kumrular ve ‘Beş Kardeştiler’ de kilit rollerdeydi.
Metin Erksan, Bora’nın hayatını etkileyen/değiştiren bir diğer isimdi. ‘Acı Hayat’ da çok önemli rolü verip önündeki maddi engelleri aşmasına yardımcı oldu.
Ekrem Bora, Erksan’ın yönettiği ‘Acı Hayat’ta, Ayhan Işık ve Türkan Şoray ile ilk üçlünün içindeydi. Filmdeki enerjisi ve çizdiği portre ile Yeşilçam’da yerini sağlamlaştırdı. Sert, tavizsiz karakterlerin aranan ismiydi.
- Babasının Şehit Düştüğü Eskişehir’de Film Çekti… -
1963’de çok şanslı yıldı. Halit Refiğ’in yönettiği ‘Şafak Bekçileri’nde jet pilotu yüzbaşıya hayat verdi. Göksel Arsoy ile pilot iki arkadaşı oynadılar. Film, Eskişehir’deki hava üssünde çekildi. Hep şehit babasını hatırladı. Tıpkı atasının kaderini filmde yaşayacaktı: - senaryoya göre! - Kullandığı uçak düşecekti.
Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel film çekimine hatırı sayılır destek verdi. Filmin senaryosu, Sansür Kurulu tarafından reddedilmişti. Red gerekçesi: ‘Pilot üsteğmenin kızlarla öpüşmesi’ydi.
Ekrem Bora, 1960’lı yıllarda en yoğun çalışma dönemini yaşadı. 1965’te 15. 1966’da 11, 1967’de 17, 1968’de 11, 1969’da da 8 filmde çalıştı.
Neriman Köksal, Semiramis Pekkan, Ajda Pekkan, Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray, Fatma Girik gibi Yeşilçam’ın pek çok ünlü hanım oyuncusu ile film çevirdi. Hatta 1965’de ‘Artık Düşman Değiliz’ isimli kurdelede Pekkan kardeşlerin her ikisi ile de kamera karşısına geçti.
Bora’nın çalıştığı film setlerinde şaka yapılır, neşe dağıtılırdı. Mesela Fatma Girik’i çok beğenirdi. 'Gel! Seninle bir çocuk yapalım' diye takılırdı. Türkan Şoray’ın ünlü ‘Şoray Kanunları’nı del(en)di. Uygulamaya göre Şoray, - senaryo gereği! - aktörlerle ne sevişirdi, ne de öpüşürdü. Ekrem Bora ile Türkan Şoray, Ülkü Erakalın’ın yönettiği ‘Kaybolan Kadın’ filminde oynuyordu. Bora, senaryodaki öpüşme sahnesinin çıkarılmasını önerdi. Yönetmen kabul etmedi. Yazılanın harfiyen uygulanmasını istedi. ‘Gerçek bir aktör, Şoray’ı öper,’ dedi. Ekrem Bora denileni yaptı. Türkan Sultan şoka girdi. Rüçhan Atlı feci şekilde bozuldu. Olaydan sonra da Şoray’ın film şirketleriyle yaptığı bütün sözleşmelere, ‘Öpüşemez!’ kuralı konuldu.
- Sahneye Çıkmadan Musiki Dersleri Aldı… -
1970’lerde Türk sineması ekonomik krize girdi. Televizyonun yayın saatlerinin çoğalması, videonun yaygınlaşması ciddi sebeplerdi. Seks filmleri furyası da yaşanınca, Ekrem Bora çok sevdiği mesleğinden uzaklaştı. Sinemadan servet kazanamadı. Hayatını belli seviyede sürdürmeye çalıştı.
1971’de mobilya mağazası açtı. Avrupa’dan özellikle de İtalya’dan kaliteli ağaç ürünleri getirtti. Bir yıl sonra da sahneye çıktı. Ekici Över Gazinosu’nun sahibi Hasan Ekici ahbabıydı. Israr etti: ‘Gazinomda sahneye çıkacak ve şarkı söyleyeceksin,’ dedi. Fecri Ebcioğlu ve Sadun Aksüt’ten Türk Sanat Müziği dersleri aldı. 4-5 yıl sahne hayatını sürdürdü. Bütün Türkiye’yi dolaştı, turnelerle hayranlarının karşısına çıktı. Bir röportajında, ‘Sinemadan kazanamadığı parayı solistlikten edindiğini,’ söyleyecekti.
Film yapımcısı Hasan Kazankaya’nın Caddebostan Gazinosu’nda da çalıştı. Yazlık mekândaki hatıraları zengindi.
Yeşilçam’ın pek çok ünlü ismi film yapımlarına ara veri(li)nce gazinolarda şarkı söyledi. Ekonomik durumlarını iyileştirdi.
- ‘En Başarılı Erkek Oyuncu Ödülü’nü İki Defa Kazandı… -
Ekrem Bora sanat hayatında 2 ödül kazandı. 1965’de Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘Sürtük’ filmi ile ‘En Başarılı Erkek Oyuncu Ödülü’nü aldı. 1991’de yine Antalya’da ‘Soğuktu Ve Yağmur Çiseliyordu’daki başarılı canlandırması ile aynı ödüle 2. defa layık görüldü.
Orhan Aksoy’un yönettiği ‘Yumuşak Ten’ - 1994 yapımı! - son filmiydi.
Ekrem Bora, halkın desteğini hep arkasında buldu. Hep halkın içindeydi/yanındaydı. Gittiği her yerde sevgi haleleriyle karşılandı. Seyircisi ile sıcak/samimi ilişki(ler) kurdu.
Hayatının büyük bölümünü Kadıköy’de geçirdi. Fenerbahçe’nin hiçbir maçını kaçırma(z)dı. - Son yolculuğunda da tabutunun üzerine tuttuğu takımın bayrağı serildi! -
Bora’nın az bilinen hobisi fotoğrafçılıktı. Ünlü senarist Safa Önal’ın anılarında aktardığına göre, profesyonel fotoğrafçı tecrübesine sahipti. Yaşadığı apartman dairesinde bir ‘karanlık oda’ hazırlamıştı. Daima çalışır, çektiği negatifleri banyo ederdi.
Muzaffer Hiçdurmaz, ‘Yaşamın Müşfik, Perdenin Sert Yakışıklısı: Ekrem Bora’ adlı belgesel hazırladı. Yapımın danışmanları Agah Özgüç ve Burçak Evren’di.
Bora, 1 Nisan 2012’de, 78 yaşında kalp yetmezliğinden vefat etti. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Ali Hikmet İnce