Sultan (Birinci) İbrahim, Osmanlı Hanedanı’nın 18. hükümdarıydı. 4. Murat’tan sonra tahta çıktı. Yönetimde 8 yıl kalabildi. 32 yıllık kısa hayatının 22 senelik bölümünü hapiste, çoğunlukla da ‘kafes’te geçirdi. Eski Saray’da, Topkapı Sarayı’nda mahpus yattı. Hizmetine bakan halayıkları sağır ve dilsizdi. Gözetimdeki şehzadenin haremi mütevazı olurdu. Bir veya iki nazenin, sultanzade ile aynı kaderi paylaşırdı. Hamile kalmalarına, doğum yapmalarına müsamaha gösterilmezdi. Tarihi kayıtlara bakılırsa, rahimleri dağlanırdı, kısırlaştırılırlardı. Gebe kalanın, durumunu saklayanın sonu belliydi. Çoğunlukla yaşamalarına izin verilmezdi. Boğ(dur)ularak hayatları nihayete erdirilirdi.
‘Kafes uygulaması’nın fikir babası: - Osmanlı’nın 14. padişahı! - Birinci Ahmet’ti. Sultan (Birinci) İbrahim’in de atasıydı. Fatih Sultan Mehmet’in ünlü kardeşkanı dökmeye izin veren kanunnamesinin ortadan kaldırılmış/’askıya alınmış’ türevinin banisiydi.
- Birinci İbrahim Vasat Zekâya Sahipti… -
Birinci İbrahim, ağabeyi 2. (Genç) Osman’ın yeniçeriler tarafından öldürülmesine şahitlik etti. Kendisinden önceki tahtın sahibi, diğer ağabeyi 4. Murat’ın müstebit uygulamalarını iliklerine kadar hissetti. Çile doldurduğu ‘kafes’in kapısının her açılışında, her gürültü duyuşunda cellât(lar)ın geldiğini sandı. Her lâhzası ölümü düşünmekle geçti. Soğuk ecel terleri döktü, sinirleri harap duruma geldi. Kendisine taht nasip olduğunda da, ‘müjde’ye inan(a)madı. ‘Saray oyunu’ sandı. Ağabeyinin cenazesini görünce korkusu geçti. Makama oturmayı kabul etti.
Sultan İbrahim, yeterli eğitim al(a)madı. Dört duvar arasında yıllarca ölüm kalım savaşı verdi. Devlet yönetme yeterliliği ve tecrübesinden yoksundu. İngiliz asıllı diplomat/tarihçi Sir Paul Rycaut’un saptamaları ürkütücüydü: ‘Gelişmemiş zekâya sahipti. Sakin yapılıydı. Uzun yüzlü, olabildiğince geniş alınlıydı. Gözleri pırıl pırıldı. İri burunlu, al yanaklıydı. ‘Yakışıklı’ diye tanımlanabilirdi. Ortadan uzunca boyluydu. Saçları ve sakalı koyu kumraldı. Konuşurken aceleciydi. Ağzından dökülen kelimeler çoğunlukla anlaşılmazdı. Emirleri yerine getirilmezse çabuk sinirlenirdi. Ani ve şedit kararlar verirdi.’
- Sultan İbrahim Ten Zevkinin Peşinden Koşturuldu… -
1640 - 1648 arasında, - 8 yıl! - Osmanlı tahtında oturabildi. Hayatına 8 kadın girdi. - Sayı üzerinde tam mutabakat yoktu. Evliya Çelebi’ye göre 7, Ahmet Refik Altınay’a göre 8, Anthony Dolphin Alderson’a göreyse 14 hasekiye sahipti! - 9 kız, 9 erkek evladı oldu. Tarihçilerin genel kanısına göre, devleti yönetmekten çok, cinsel hazzın ve beden mutluluğunun peşinden gitti. En sevdiği hanımı: ‘Hümaşah’ adlı göz alan/kamaştıran cariyesiydi. Kalbini çalan nazendeye masallarda anlatılan, günlerce süren muhteşem düğün yaptı. Hiçbir masraftan, tantanadan kaçınmadı. Eğlence süresince İstanbul’un her sokağı bayram yerine döndü. Saray vakanüvisleri, İbrahim’in aklını başından alan güzel kadına, ‘Telli Haseki’ yakıştırması yaptı.
Sultan İbrahim, kendisinden sonra gelen 3 padişahın - IV. Mehmet, II. Süleyman ve II. Ahmet’in! - babasıydı. ‘Tarihteki diğer lakabı da: ‘Osmanlı’nın 2. atası’ydı!’
- Birinci İbrahim Samur Kürke Düşkündü… -
Kadınlara düşkünlüğü aşırı hale getirildi. Bazı tarihçilerin kıyaslaması dikkate alınırsa, büyük dedesi 3. Murat’ı geride bırakırdı. Eleştirel kayıtlara göre, gecesi gündüzüne karışırdı. Sayısız cariye ile koyun koyunaydı. Annesinin desteği/himayesiyle bazen 20’den fazla kadınla tensel ilişkiye girerdi. Dermansızlıktan adım atamaz, yere serilirdi.
Bazen bayılma nöbetleri geçirirdi. Saray hekimlerinin ortak teşhisi: ‘Elemi asabi’ydi! Tarihçi Çağatay Uluçay’ın belgeleri değerlendirmesinden ortaya çıkardığı gerçek, ‘psikonevroz’ teşhisiydi. Hastalığa yakasını kaptıranlar kadınlara aşırı düşkünleşirdi. Bazılarında sapıklığa/sapkınlığa giden ilişkiler görülebilirdi. Üstada göre, Sultan İbrahim, ‘deli değil’di! Ölüm korkusu, yoğun baskı(lar), davranışlarını etkilemişti!
‘Sarayını Samur Kürkle Kaplatan Hükümdar’ anlatısından çok etkilendi. Hikâyeyi Yahudi asıllı cariyesinden dinlediği yazıldı. Dünyanın her yerinden samur kürk(ler) getirtti. Sarayın özellikle de harem dairesinin duvarlarını samurlarla kaplattı. Aynı hammaddeden pencerelere perdeler yaptırdı. Kürk fiyatları birkaç kat arttı. Talep patlaması yaşandı. Yöneticiler, padişaha hoş görünmek için elbiselerinin yakalarını samur kürkünden diktirdi. Deri ticaretine vergi konuldu, karaborsası canlandı/hortladı. Bazı müverrihler, Sultan İbrahim devrini, ‘Samur Sever Padişahın Zamanı’ şeklinde değerlendirdi.
- Sultan İbrahim ‘Amber’ Kullanıp Rahatlardı… -
Birinci İbrahim’in bir diğer özelliği, ‘amber’ düşkünlüğüydü. Nadir ve çok pahalı madde kullanıldığında, cinsel gücü artırır, sinirleri yatıştırırdı. Hükümdar, saray doktorlarının tavsiyesi ve gözetiminde doğal afrodizyağı alırdı. Neşesi yerine geldiğinde de, cariyelerini yanına çağırırdı. Şen, cilveli, masalcı dişi yoldaşlardan hoşlanırdı. Şakalaşır, oynaşır ve sonra da ödüllendirirdi. İç sıkıntılarını, sinirli halini giderirdi.
Çocuk sahibi olduğu hasekiler çok küçük yaştaydı. On ikisine, on üçüne, on dördüne yeni girmiş gözdelerin görevi: Bebek doğurmaktı! Kendilerine sıra geldiğinde padişaha sunulur ve hamile kalırlardı. Bir daha ne zaman ziyaret edileceklerini bilemezlerdi. Yavrularına bakarlar, haremde günlerini geçirmeye çalışırlardı. Bazen bir daha hatırlanmazlardı! ‘Bazıları da saray bürokrasisinde parlayan kullara nikâhlanırdı!’ ‘Haremden gelin almak’ kimi yönetici için övünç meselesiydi. ‘Gelin hanım şanına uygun çeyiz, damat beye parlak istikbal getirirdi/sağlardı!’
Sultan İbrahim, görkemli düğünlere bayılırdı. Ama ne şehzadeleri, ne de hanım sultanları, düğün(leri) yapılacak çağda/yaşta değildi. Yakın çevresinin ve yağcılarının tavsiyesi üzerine küçük kızlarının mürüvvetlerini görmeye karar verdi. Hem eğlenecek, hem tebaasına hoşça vakit geçirtecekti. Dersaadet ahalisi de bayram yapacaktı. Günlük kaygılardan, savaş sıkıntılarından, geçim derdinden anlık da olsa uzaklaşılacaktı.
- Sultan İbrahim Eğlenceye Düşkündü… -
Sultan İbrahim, babası, 1. Ahmet’i örnek alacaktı. Sultan Birinci Ahmet, - Kösem Sultan’dan doğma! - kızı Ayşe Sultan’ı 7 yaşında evlendirmişti. İlk kocası Sadrazam (Gümülcineli) Nasuh Paşa idi. Tam 8 nikâhı kıyılmıştı. Karakaş Mehmet Paşa, Van Valisi Hafız Ahmet Paşa, Diyarbakır Valisi Mürteza Paşa, Halep Valisi Ahmet Paşa, İbşir Mustafa ve Ermeni Süleyman Paşa ile hayatını birleştirmişti. ‘Tarihçilere göre, evliliklerinin çoğu siyasiydi!’
Ayşe Hanım Sultan, 3. kocası Hafız Ahmet Paşa’dan 2 çocuk sahibi olmuştu.
Sultan İbrahim, babasının izinden yürüdü. Küçük yaştaki evlatlarını evlendirmeyi gelenek haline getirdi. Hayatı renklenecek, neşe ve eğlence dolacaktı. Çevresinin de etkisiyle 2 - 2,5 yaşındaki kızı - henüz yürümeye ve konuşmaya yeni başlamış! - Fatma Sultan’ı dünya evine sokacaktı. Damat adayı en azından vezir rütbesinde olmalıydı. Saray Akağalar’ından - genellikle hadımdılar! - Yusuf uygun görüldü. Yusuf Ağa, hemen rütbece yükselişe geçti. Önce Silahtar Ağalığa, ardından da 2. Vezirliğe getirildi. Güvey namzeti 50’sindeydi.
Düğün hazırlıkları sürerken, Girit’e sefer kararı alındı. Fatma Sultan, Yusuf Paşa ile nikâhlandı. Debdebeli törenler düzenlendi. Gelin ile damat kendilerine tahsis olunan konağa gönderildi/yerleştirildi. ‘Merasimler tamamen formaliteden ibaretti!’
- Yeni Damat Osmanlı Donanmasını Ve Ordusu’nu Yönetti… -
Çiçeği burnunda damat, kaptan-ı deryalığa layık görüldü. ‘Serdar-ı ekrem’ payesiyle de onurlandırıldı. Padişah adına sefere çıkacaktı. Osmanlı kuvvetlerine komuta edecekti. - Girit’in tamamının fethi zordu ve meşakkatliydi. Yıllarca sürecekti. Tamamı 25 senede ele geçirilebildi! - Yusuf Paşa, adaya çıkarma yaptı. Çok şiddetli çatışmalardan sonra Hanya’yı ele geçirdi. Artık adının önünde ‘Hanya Fatihi’ unvanı da vardı. Ama İstanbul’daki merkezi hükümeti memnun edemedi. Padişah ve yöneticiler, Girit Seferi’nden muhteşem ganimet(ler) bekliyordu. Donanma için büyük masraflar edilmişti. Hazinenin ve sarayın maddi açıdan rahatla(tıl)ması gerekliydi. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Hanya ahalisi, Venedik yönetiminden hoşnut değildi. Sömürge idaresinin ağır vergilerinden, zulüm derecesindeki icraatından yaka silkerdi. Halk desteğini çekince, Venedikli vali için yenilgi kaçınılmazdı. Osmanlı, ‘kurtarıcı gibi karşılandı’! Teslim bayrağını çekecekti fakat bazı şart(lar) koşuldu: ‘Şehir talan edilmeyecek, insanlarına zarar verilmeyecekti! Haraç da alınmayacaktı. Ahaliye adaletli davranılacaktı.’
Yusuf Paşa, Hanya halkının isteğini kabullendi. Şehrin kapıları Osmanlı askerine açıldı. Verilen söze uyuldu, talan yapılmadı, ganimet peşinde koşulmadı. Adalet elden bırakılmayacak, yerli toplum yeni yönetimden/yöneticilerden memnun kalacaktı. ‘Adanın tamamının zaptı açısından önemli mevzi kazanılmıştı!’
Mevsim kışa dönerken, ‘Hanya Fatihi’ de İstanbul’un yolunu tuttu. Ama eli boş gitmeyecekti. Eski Yunan’dan kalma harabenin kırmızı mermerden 2 sütununu yanına alacaktı.
Altın ve mücevherat dolu sandıkların yerine göz kamaştıran somaki kolonlar aynı itibarı sağlayacak mıydı?
- Hanya Halkı, Osmanlı’nın Sözüne Güvendi… -
Hanya Fatihi, İstanbul’a girişinde kahraman(lar)a yaraşır törenlerle karşılandı. Huzura çıkana kadar el üstünde tutuldu. Dualara, övgülere mazhar oldu. Başarısı göklere çıkarıldı. Devlet hazinesine gerekli finansmanı sağladığına inanıldı. Gemilerdeki sandıklar indirildiğinde, kazancın büyüklüğü görülecekti. Padişah, saray mensupları, devlet yöneticileri paylarına düşecek hediyeleri bekle(r)di. Herkes umut yüklüydü: Hayallerini çil çil altınlar, körpe köle kızlar süsle(r)di.
Fakat beklenilen gerçekleşmedi. Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa, huzura çıkıp uygun lisanla elde edilen kazanımları sıraladı. Yaşadıklarını ve Hanya halkına verdiği sözü anlattı. Güvence üzerine şehir teslim olmuştu/alınmıştı. Müslüman - özellikle de Osmanlı! - ahdine sonuna kadar uyardı. Dolayısıyla talan yapılmamış, haraç/ganimet alınmamıştı. Sultan için tarihi kıymeti yüksek, 2 kırmızı mermer sütun getir(il)mişti.
Dersaadet’te cadı kazan(lar)ı kaynamaya başladı. Her kafadan ses(ler) çıktı. Her çevreden eleştiri(ler) yağdı. Hanya Fatihi bir anda yerin dibine sokulmaya çalışıldı. Başarısı küçültüldü/küçümsendi. Savaşa harcanan binlerce kese altının karşılığı 2 kırmızı mermer sütun olmamalıydı.
Yusuf Paşa inatla görüşlerini savundu. Kayınpederi Sultan İbrahim’i ikna etmeye uğraştı: ‘Girit’in tamamının alınması daha çok zamana ve altına patlayacaktı. Sabırlı davranılırsa, başarı muhakkaktı!’
- Kış Ortasında Denize Açılması İstendi… -
‘Olay kapandı,’ denirken yeni iftiralar/iddialar ortaya saçıldı. Komuta heyetinin rüşvet aldığı ileri sürüldü. Elde edilen hazineler saklanmış olabilirdi. Padişah da için için şüphelen(ir)di. Dedikodular kulağına gelince sesini yükseltti. Damadını, Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa’yı huzuruna çağırttı. Talimatını verdi:
‘Hemen hazırlıklara başla! Sonra da yola çık! Girit’i fethedip dön!’
Yusuf Paşa, şaşırdı. 22 Ocak 1644 günüydü. Kış ortasıydı. Huzurda yere kadar eğildi. Kayınpederinin eteğini öptü. Kelimelerini dikkatle seçip durumu anlatmaya çalıştı:
‘Padişahım! Emriniz başım üstünedir! Ancak kışın ortasındayız. Deniz mevsiminin gelmesini beklemeliyiz. Şu anda yola çıkamayız!’
Birinci İbrahim içindeki şüpheyi kustu. Kızgındı, kendini kaybetmiş haldeydi:
‘Kendini fatih mi zannedersin? Beklediğim başarıyı sağlayamadın! Muhteşem hazinemin dibine darı ektin! ‘Sözüme bağlı kalacağım,’ diye bir alay Allahsız zengini serbest bıraktın! Servetlerini kaçırmalarına göz yumdun!’
Yusuf Paşa ithamların altında kal(a)ma(z)dı. Ayağa kalkıp kendisini savundu. Bütün cesaretini topladı, cüretini artırdı:
- Kaptan-ı Derya Dik Durunca Kellesinden Oldu… -
‘Hünkârım,’ dedi. ‘Küçümsenmeyecek kalenin fethini sağladım. Sizin adınıza söz verdim. Kimsenin malına, namusuna dokunulmayacaktı. Talan ve katliam yapılmayacaktı. Vaadimizde durmazsak, devletimize güven sarsılırdı. Dinen vebal altına girerdim. Yanlış yapmadım. İsterseniz beni affedip başka kulunuzu görevlendiriniz!’
Damadı bile olsa, Paşa’nın dik duruşu, boyun eğmemesi, Sultan İbrahim’in nevrini döndürdü. Yine de sağduyulu davranmaya, muhatabını uyarmayı denedi. Avazı çıktığı kadar bağırdı:
‘Ne diye karşılık verir, durursun! Sana git, dedim. Hemen uzaklaş! Görevine dön! Yoksa başını cellâda teslim ederim!’
Yusuf Paşa geri adım atmadı. Sinirlerine yenildi. Velinimetine saygısını yitirdi. Karşı durmayı sürdürdü:
‘Denize açılma zamanı gelmedi. Beklemek gerek,’ diye uyarısını tekrarladı. Huzurdan ayrılmadı. ‘Bilmeden/istemeden idam kararını kabullendi!’
Sultan İbrahim’in hışım dolu kükreyişi duyuldu: ‘Bostancıbaşı! Kaldır bu gafili!’
Yusuf Paşa, Sultan’ı adeta kışkırttı:
‘Ne duruyorsun? Hemen vurdurt boynumu!’
Bostancıbaşı, Paşa’nın boynuna ilmeği geçirdi. Sürüyerek huzurdan çıkardı. Sadrazam Salih Paşa, Sultan’ın ayaklarına kapandı. Kaptan-ı Derya’nın affını talep etti. Yalvardı, ağladı fakat dileği kabul görmedi.
Çok geçmeden, Birinci İbrahim kararından pişmanlık duydu. Ama zaman aleyhine işlemişti. Damadı, ‘donanmanın başı’, bir anlık sinirinin kurbanıydı. Gözyaşlarını tutamadı, hüngür hüngür ağladı. Arabozuculara, dedikoduculara lanet okudu:
‘Güveyimin katline sebep olanların Allah belâsını/müstahakkını versin!’
Yusuf Paşa boğazlandığında, eşi Fatma Sultan 4 yaşındaydı. Babasının eğlenmesi için evlendirilen küçük kız, kızması üzerine dul kalmıştı.
Ali Hikmet İnce