Osmanlı padişahlarına eş olan, koynuna giren, çocuk doğuran cariyeler/hanımlar zeki, iyi eğitimli, güzel, cerbezeli, - genellikle! - sanattan anlayan kişilerdi. Çoğunluğu küçük yaşta saraya gelen/gönderilen seçilmiş kölelerdi. Çok sıkı eğitimden geçirilir, harem adabı/protokolü öğretilir, hükümdarın ailesinin hizmetine/korumasına verilir ve şahsi hizmetlerine sunulurdu. Göze giren, fark edilen, temayüz eden, hükümdarın annesi valide sultanın kanatlarının altına alınırdı. Zamanı gelince de halife padişaha takdim edilir ve çocuk vermesi beklenirdi. Bazıları ilk geceden sonra kenarda kalırdı. Bazıları da ‘ilk gecenin büyüsü’nü sürdürür, etkin konuma yükselirdi/geçerdi. Sadece güzellik, cinsellik, hamaratlık yetmezdi. Zekâsını, bilgisini, görgüsünü sergilemesi de gerekirdi/beklenirdi.
Sonuçta avuca alınan, aklı çelinen, gözü başkasını gör(e)meyecek hale gelen/’büyülenen’ halife hükümdar, naza, kaprise boyun eğerdi. Hatta bazı gözdeler, hükümdara rest çeker, bildiklerini okuyup eziyet etmekten, peşinden koşturmaktan zevk alırdı/haz duyardı. Hükümdar, kavuşamadığı gözdesine dil döker, servet yağdırır, kalp sızılarını anlatan şiirler/mektuplar kaleme alır, hatta araya hatırlı aracılar bile koyardı.
Osmanlı’nın haremi, kölelerin efendiliğe yüksel(ebil)diği sihirli/olağanüstü mekândı.
- Hürrem, Kanuni’nin Yetkilerini Paylaştı… -
Bazı cariyeler, padişahı bağladıktan sonra kaçmazdı. Yanında durur, iktidara ortaklık eder, ram eden büyünün etkisini artırırdı. Hatta kendisine gönderilen namelerin/şiirlerin karşılığını verir, edebi zevkini/yeteneğini, hissiyatını sergilerdi. Karşılıklı ‘aşk kılıçları’ çekilirdi.
Osmanlı’nın en büyük padişahı Kanuni’yi 40 yıl elinde tutan, vazgeçilmezliğini her hamlesiyle gösteren Hürrem Sultan en bilinen örnekti. Hükümdar ile gözdesi arasındaki çok özel/mahrem satırlar, bağlanmanın boyutlarını/sınırlarını sergilerdi. Hürrem, saffetli efendisi gibi çok yetenekli şaireydi. Açığa çıkan mektuplarına, ‘Allah’tan tek dileğim’, ‘Yüreğimin biricik arzusu’, ‘Işık saçan yüzüne bakmaya dayanamadığım’ gibi son derece duygu yüklü, yürekten vuran, sevdasını faş eden ibarelerle başlardı.
Kanuni’yi kendine ram etmek, gözünün başka nazenini görmesini önlemek için her türlü tedbiri al(ır)dı. Birlikteliklerinin ilk beş yılında tam beş yavru verip muhabbetini gösterdi, efendisini kıskıvrak bağladı. Nikâh altına alındı, evliliklerinin son 30 yılında ‘haseki’ unvanını kullandı. Devleti kontrol/yönetme mevkiine ulaştı.
- Hürrem Sultan Töreyi Değiştirdi… -
Şehzade sancağa çıktığında annesi ‘haseki sultan’ kendisine eşlik ederdi. Padişah da - elemini unutmak, yeni sevda denizlerine yelken açmak için! - yepyeni gözde(ler) seçerdi. Hürrem Sultan töreye/geleneğe uymadı. İstanbul’dan, padişahın yanından ayrılmadı. Hem efendisini gözünün önünde tutmayı sürdürdü, hem devlet içindeki etkisini sağlamlaştırdı. Danışmanlık yaptı, kendisine hizmet edenleri destekledi, muhaliflerini bertaraf etti. Hatta Muhteşem Süleyman’a hayatının hatalarını yaptırdı. Çocukluk arkadaşı, musahibi, eniştesi sonradan sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa’nın idamını organize etti.
Hürrem Sultan, Kanuni’yi adeta esir aldı. Hükümdar sefere çıktığında, Dersaadet’te tek yetkiliydi. Mektupları ile etkisini sürdürdü. Bir mektubunda diyordu ki: ‘Ömrüm, sevgilim, sultanım… Allah’tan tek dileğim… Yüreğimin soylu biricik sahibi… Tek arzum: Size yeniden kavuşabilmek… Işık saçan, nurlu yüzünüzü görebilmek, gözlerinizi kana kana seyredebilmek…’
- Osmanlı Sultanları’nın Cariyelere Yazdığı Aşk Mektupları… -
Hürrem zeki, saray içi oyunları/’fırıldakları’ bilen, insan yönetimine hâkim, iktidar erkini kullanan ama âşığına bağlı, duygularını haykırandı. Gönül bağının mükâfatını da gördü. Osmanlı tarihinde ilk ve tek gerçekleşen, dünya sultanı ile yan yana gömülme şerefine erişti. Süleymaniye Camii’nin kıble yönünde Mimar Sinan’ın ustalık şaheseri muhteşem türbede son uykusuna yatacaktı. Hürrem’in farkı tarihe şöyle geç(ecek)ti: ‘Osmanlı’da kocası halife hükümdar ile yan yana defnedilen başka hanım sultan olmadı/görülmedi!’
Tarihçi Orhan Özdil, Topkapı Saray Arşivleri’nde araştırmalarını sürdürmeseydi, Osmanlı’nın kaderine hükmeden halife sultanlar ile eşleri hanım sultanların özel hayatlarına ilişkin bazı bilgilerimiz sınırlı kalabilirdi. Özdil, Osmanlı hükümdarlarının kimi - hiç bilinmeyen ya da az bilinen! - hususi mektuplarını bulup yayınladı ve duygu dünyalarının renkliliğini/mahremiyetini öğrenmemizi sağladı.
Sultan Birinci Abdülhamit de ağzı kelam eden, eli kalem tutan, şair - sayılabilecek! - hükümdardı. Çoğunlukla da 2. Abdülhamit’in gölgesinde kaldı, pek bilinmedi, hatta varlığı bile hatırlanmadı. Ama 27. Osmanlı padişahı, 106. İslâm halifesi pek duygulu, naif, yufka yürekli ve güzel hatun kısmına düşkündü. Ömrünün son döneminde peşinden koştuğu cariyesinin nazına katlanır, kaprisine boyun eğer, dik kafasını okşar, gururunu kırmazdı/’aksine’ yüceltirdi. Cinsi latifin karşısında süklüm püklüm olur, perişan halini sergilerdi. Ruhşah adlı asi güzele yazdığı bir namede dedi ki:
- Birinci Abdülhamit, ‘Kafes Sarayı’nda 45 Yıl Hapis Yattı… -
‘Senden şefkat, muhabbet, merhamet bekliyorum, ama gelmiyorsun. Yüce Tanrı’ya yemin olsun ki, kalbimin acılarına ancak sen son verebilirsin. Ateşimi ancak sen söndürebilirsin. Bana merhamet elini uzatmazsan, ben kimden deva beklerim? Vallahi de, billahi de hep aklımdasın. Her gecem uykusuz geçiyor. Sabahlara kadar ayaktayım ve aklımda tek sen varsın…’
1. Abdülhamit’in babası 3. Ahmet, annesi Râbia Şermi Sultan’dı. Tahta çıktığında - 21 Ocak 1774’de! - 49 yaşındaydı. Kendini bildiğinden beri ‘Kafes Köşkü’nde misafir edildi/tutuldu. İstekleri/ihtiyaçları sınırlı yerine getiril(ir)di. Devlet yönetme tecrübesi yoksa da, okumaya/araştırmaya hevesliydi. Kitap dostuydu. Musikiden anlardı. Yakışıklı sayılmazdı, - karizma sahibi hiç değildi! - aksine ‘hayli çirkin’ diye betimlenirdi. Dindardı, saftı, hemen etkile(nebile)n ruh haline malikti. Mahpusluğu boyunca hiçbir kadınla/cariyeyle cinsel ilişki kurmadığı saray kayıtlarına geçmişti. Ölümü bekleyerek akan yıllar, ağır fiziki ve ruhi yıkıma uğratmıştı.
Tahta oturduktan sonra saray hekimlerinin, özellikle de Hekimbaşı - Ermeni asıllı! - Mordukyan Efendi’nin dikkatli ve rikkatli ellerine teslim edildi. Yaşlı hükümdara seksüel güç vermesi için 41 farklı bitki özünden oluşturulan macun tedavisi uygulandı. Aynı sihirli reçete ilk defa Birinci (Deli) İbrahim döneminde oluşturulmuş, kullanıla gelmişti. Hatta o kadar ünlenmişti ki, vezirler, veziriazamlar, ulema ve zenginler tarafından tatbik edilirdi.
Kısa süre sonra güzel hatunlara aşırı düşkünlüğü canlandı. 12 yıl süren saltanatında 17 - bir başka kayda göreyse 22! - çocuk sahibi oldu. Çağatay Uluçay’ın tesbitine göre 11, Yılmaz Öztuna’nın belirlemesiyle de 15 hanıma kocalık etti. Haremindeki cariye sayısı 100’ün üzerindeydi.
Merhametli, şefkatli ve nazikti. Halkın dilek ve isteklerini ilk elden öğrenmeye meraklıydı. Giysilerini değiştirip ahalinin içine karışırdı. Arzuları şikâyetleri dinler, tedbir almaya çalışırdı. Devlet yönetiminden arta kalan vaktini haremde geçirirdi.
- Duygulu, Duyarlı ve Halkını Seven Bir Hükümdardı… -
Zaaflarının yanında övülecek yönleri vardı. Son derece duyarlı ve vefalıydı. 1787 - 1792 arasında cereyan eden Osmanlı - Rus savaşlarında Özi Kalesi’nin düşmesi ve ahalisinin - Hepsi Türk 25 bin kişi! - topluca katledilmesine/şehit edilmesine yüreği dayanamadı. Sol yanına felç indi, sonra yatağa düştü ve kahrından öldü. İdarede, aşk hayatındaki gibi yenilgiyi kabul edemedi.
Halkının içinde ve yanında durmaya da çalışırdı. 1782 yazındaki ‘Büyük İstanbul Yangını’nda çalışmaları bizzat koordine etti, itfaiye eri gibi çalıştı. Şehrin tarihi siluetini oluşturan ahşap evlerin yarısına yakını - takriben 20 bin bina! - yandı. O yıl şehirde 3 büyük yangın çıktı. Kayıkhanelerde kullanılan zift ve kimyasallar aşırı sıcaktan tutuşmuş, - kısa sürede! - mahalleleri sarmıştı. 1. Abdülhamit’in gayretli çalışması ve zorlu mesaisi - halk arasında/nezdinde! - memnuniyet yarattı.
Cariyesi/’vuslata engel çıkaran’ gözdesi, sonradan nikâhına almayı başardığı Ruhşah (Hatice) Hatun’a yazdığı, yalvarış dolu ‘haykırışlar buketi’ mektuplarıyla da hatırlandı. Ruhşah, eziyetten zevk alan, peşinden koşulmasından hoşlanan, güzel cümlelerle taltif bekleyen, yalvartmayı seven bir kalpsizdi. Şımarıktı, mağrurdu, hatta hırçındı. Dedesi yaşındaki hükümdara karşı da soğuktu. Kelimelerin ruhundan anlamaz görünür, kişinin halinden bilmez davranırdı. ‘Umursamaz tavrı, yüzünden çıkarmadığı maskesiydi!’ Koskoca halife hükümdarın kıvranışını, serzenişini, yalvarışını kulak ardı ederdi. Osmanlı’nın 27. padişahı, 106. İslâm halifesi bir mektubunda diyordu ki:
- ‘Ayaklarının Altını Öpeyim Sultanım…’ -
‘Abdülhamit’in canı Ruhşah… Canım yoluna feda olsun. Allah’ın birliği adına yemin ederim ki, ayak izlerine yüzümü sürerim.’
‘Efendim; Hamit sana kurban olsun! Bu gece teşrifinle kulunu ihya eyle… Billahi sabra mecalim kalmadı… ‘
‘Efendim… Bu gece kendimi güç zapt ettim. Ayağını öpeyim. Allah aşkına beni mahzun eyleme. Sana kul ve kurban olayım!’
‘Efendim… Kulun ayağına gider, yüzünü sürerdi. İstemezsin, diye gitmedim. Böyle davranınca, ölüm bana daha hayırlı geliyor…’
Bir mektubunda da, ‘eğer bu gece gelmezse, kahrından öleceğini,’ belirtti:
‘Ruhşah’ım; Hamit’in sana kurban olsun! Efendim, sana bende olmuş kulunum! İster darp eyle, ister öldür, sana teslimim… Billahi ölümüme sebep olursun… Bu gece de gelmezsen, bilirim ki bana muhabbetin yoktur… Benim halime düşman bile rahmeder (acır/üzülür)…’
Başka bir namesi daha kalp acıtıcı, küçültücüydü:
'Ruhşah’ım! Hamit’in sana kurban olsun. Ben sana bağlanmış köleyim. İster döv, istersen öldür! Bu gece gelmen lazımdır. Aksi halde - vallahi! - hastalanmama, belki de ölmeme sebep olursun. Ayağının altına yüzümü, gözümü sürerek rica ediyorum. Allah için kendimi durduramıyorum. Bu gece gelirseniz, kulunuzu ihya edersiniz. Billahi sabretmeye mecalim kalmadı. Ayağını öpeyim, efendim!’
Bir diğer mektup ise hasretin derecesini/zirvesini gösterdi:
‘Yüzümü yere sürüp ayaklarına kapandığım sultan hazretleri… Güneşim, mahım, mutluluğumun yegâne kaynağı… Ayrılık acısıyla ciğerim kebap oldu. Gecem gündüzüme karıştı. Hasret denizinde boğulmak üzereyim. Tek kurtuluş yolumsunuz. Çaresiz, bedbaht kulunuzun halini sorarsanız, sultanından ayrı kaldığımdan ötürü, feryat ve figan eden, inleyen sevdiğine hasret biçare bülbül gibiyim…’
1. Abdülmecit, kavuşmak için yalvaran/reddiye alan ilk hükümdar değildi.
Ama ihtiyar padişah, ömrünün son 2 yılında muradına erdi. Başkadınefendi Ayşe Sultan’ın ölümü üzerine Ruhşah Sultan makamın sahibi olmayı, hükümdarın nikâhı altına girmeyi kabul etti. Saray hazinesinden, tahtın ve devletin imkânlarından sonuna kadar yararlandı.
- 2. Mahmut ve 2 Abdülhamit de Reddedildi… -
30. Osmanlı padişahı 2. Mahmut da gözdesi bir cariye tarafından reddedildi. Tarihe Nazip Hanım adı ile giren cesur cariye, kudretli padişahın 3 teklifini de geri çevirdi. Tek eş olması kabul edilebilirse, evlenebilirdi. ‘Sultan ömrü boyunca tek eşle yetinecek ve cariye de kullanamayacaktı…’ Sultan refüze edilmekle kaldı, ama geleneksel yapıyı korudu/sürdürdü. ‘Osmanlı’nın 3. Atası’ şerhiyle kroniklerdeki yerini aldı. Osmanlı’nın son 6 padişahından 2’si oğlu, 4’ü de torunuydu.
Osmanlı’nın 34. padişahı, 113. İslâm halifesi, 2 Abdülhamit de sevip kavuşamayan talihsizler arasındaydı. Sevgili kızı Ayşe (Osmanoğlu) Sultan’ın da doğruladığı gibi, haremindeki Gürcü asıllı dünya güzeline kalbini kaptırdı. 5 yıl gözünün önünde tuttu, yanından ayır(a)madı. Her seferinde hissiyatını aktardı. Ama Gürcü güzeli ‘çetin ceviz’di. Osmanlı’nın kudretli hükümdarını - her seferinde! - nazikâne geri çevirdi ve şartını tekrarladı. ‘Kocamın tek eşi/hanımı ben olmalıyım!’ Sonra da dedi ki:
‘Yaşadığım sürece hayatımı size feda etmeye hazırım. Asla da yanınızdan ayrılmam. Bana dünyaları bağışlasanız, gözdeniz ol(a)mam. Çünkü kocam yalnızca bir eşe - bana! - sahip olmalı! Aksi takdirde kimse ile evlenmem!’
2. Abdülhamit umudunu kesince, aşkını kalbine hapsetti. Cariyeyi çok yaşlı paşa ile evlendirdi. Ama damadın hemen murada ermesini engelledi. Düğünden sonraki 5 gün boyunca Yıldız Sarayı’nda tuttu ve gelinin yanına göndermedi.
Ali Hikmet İnce