Seher (Baştaş) Şeniz, son dönemin en önemli dansözlerindendi. Prenses Banu, Leyla Sayar ve gibi, geleneksel Türk oryantal dansını günümüze aktaran zincirin son halkaları arasındaydı.
Şeniz, özel hayatında fazlasıyla utangaçtı. Bir erkeğin yüzüne dikkatle bakamazdı. Öldüğü güne kadar mahcubiyetini gideremedi; şikâyetini sürdürdü. Son röportajında da - ömür boyu! - kurtulamadığı sorunu - bir daha! - tekrarladı:
‘Utangaçlığım hiç geçmedi. Bir erkeğin yanında soyunamam; yüzüm kızarır. Gizlemek için karanlıkta çamaşırlarımı çıkarırım. Yatak odam daima karanlıktır. Hayatıma giren erkekler içinde, benimle aydınlıkta sevişen yoktur…’
- Hep Bir Gül Goncasıyla Aşk İlanı Bekledi… -
Son derece romantikti; el ele tutuşup saatlerce oturabilirdi. Şovlarında, başından aşağıya kovalar dolusu gül yaprağını döken hovardalara kızardı. Zamanında/yerinde verilen bir gül goncasına gönlünü sunabileceğini/teslim edebileceğini söylerdi.Seher - gün ortaya çıkmadan önceki zaman, tan ağartısı! - vakti doğmuştu. Ailesi de adını ‘Seher’ koymuştu. Mayıs 1948’de, İzmir’in Narlıdere ilçesinde dünyaya geldi. Babasını hiç tanımadı. - Doğumundan az sonra bırakıp gitmiş; sırra kadem basmıştı! - Annesi tarafından büyütüldü. Ablası ve ağabeyi vardı. Fakat aile bağları pek zayıftı. Sıcak, kuvvetli aile ilişkilerini özledi/hayal etti. ‘Biz, asla birbirine bağlı/kenetlenmiş aile olamadık,’ diye üzülecekti.
Ortaokul 2. sınıfa kadar okuyabildi. Küçük yaşta - 16’sında! -, çok kısa süren, mutsuz evlilik yaptı. Bir ay kadar evli kalabildi. Kocasını hiç sevmemişti. Bir tanıdığı, hukuki çıkış yolu önermişti. Ülkemizde, 18 yaşına basan/giren kişi ‘reşit’ sayılırdı. Ama evlenirse; özgürlüğüne daha önce kavuşabilirdi. Gözünü kararttı; özgürlüğünü kazanma pahasına nikâh defterini imzaladı.
Bir röportajında o günlerdeki psikolojik durumunu özetledi:
‘Evlendiğim gün, kadın ile erkek arasındaki biyolojik farkı bile bilmiyordum. Utançtan ölüyordum. Tam 2,5 saat banyodan çıkamadım. İlk gecem felaketti. Ben de, eşim de tecrübesizdik. 25 yaşıma kadar, cinsel teması düşünmedim.’
- Artist Olmayı, Şöhreti Amaçladı… -
Bir ay sonra ayrıldı. Sabık kocası, zengin akrabasıyla hayatını birleştirince; Seher’i hemen unuttu.
Ailesiyle İstanbul’a taşındı. Kimseden destek/yardım gör(e)medi. Hayatta tek başınaydı; kendi ayakları üzerinde duracaktı. Aklında hep artist olmak vardı. Soyadını ‘Şeniz’ diye değiştirdi. Artist dergisinin 1965’de düzenlediği yarışmaya resim gönderdi. Annesine haber vermedi; hâlâ korkuyordu. Derginin arka kapağında fotoğrafı yayınlandı. Fakat yarışmanın performans bölümlerine katılamadı.Kadıköy’deki Caddebostan Plaj Gazinoları, her yıl ‘Plaj Güzellik Yarışması’ düzenlerdi. Aynı yılın - 1965! - müsabakasına girdi. ‘Plaj Güzeli’ seçilince; şansı açıldı. Aynı yarışmanın 3.’sü Seyyal Taner’di.
Güzellik yarışmalarının şöhret getirdiğini anlamakta zorlanmadı. 1966 Türkiye Güzellik Yarışması’na da katıldı. İkinci seçilince, sinirlendi. İkincilik kurdelesini jüriye fırlatıp protestosunu gösterdi. Armağanı almayı da reddetti.
Sevtap Eti, birinci/kraliçe seçilmişti. Güzel kızdı; fakat formundan uzaktı. Seher’e göre; birincilik kendi hakkıydı. Seyirci de sonuçtan gayrı memnundu: Saatlerce, ‘Seher… Seher...’ diye bağırmış; durumu protesto etmişti. Seher Şeniz de, seyirciden destek bulmuş; ikincilik kurdelesini jüriye atmıştı.
Protestosu, magazin basınının, gazino camiasının, menajerlerin ve organizatörlerin dikkatini çekti. Kusursuz sayılacak vücuda sahipti; tek sorunu - yüzüne göre biraz büyük sayılabilecek! -burnuydu.
- Rol Aldığı İlk Filmi ‘Kelle Koltukta’ İdi… -
Yarışma sonrası, Muhterem Nur’un başrolünü oynağı filmde küçük bir sahnesi oldu. Birkaç filmde de sıradan rollerde göründü. Aslında sinema kariyerine, ‘Kelle Koltukta’ (1962) filmiyle başlamıştı. Yılmaz Duru, Muhterem Nur ve Vahi Öz yapımın önemli isimleriydi. 22 sinema - daha çok avantür ve erotik! - eserinde oynadı. Güzelliğine karşın vamp portreler adeta üzerine oturdu/kaderiydi. Hasan Kazankaya’nın yönettiği, Yılmaz Güney’in oynadığı ‘Tehlikeli Adam’ (1965)’daki rolü kayda değerdi.
Filmleri içerisinde günümüzde en fazla tanınanı/bilineni; senaryosunu Sezgin Burak'ın yazdığı, Mehmet Aslan'ın yönettiği, başrollerini Kartal Tibet, Eva Bender'in paylaştığı, 1971 yapımı ‘Tarkan: Viking Kanı’ydı.
1970’li yılların magazin basınında, ‘ünlü çıplak!’, ‘seks sembolü!’ nitelemeleriyle anıldı. Kendisini erotik film furyasında buluverdi. Eleştirmenlere göre; yüzü ve ifadesi seyirciye samimi/çekici gelmedi. Düzgün fiziği ile dikkatleri üzerinde topladı. Yaptığı işi yine sevmedi. Adı; Feri Cansel, Arzu Okay, Melek Görgün ve Zerrin Egeliler ile beraber hatırlandı; ‘erotik filmlerin vazgeçilmez/temel taşı yıldızları’ kategorisine yazıldı.
İran yapımı bir filmde de başrol oynadı; ama arkası gel(e)medi.
Sinemada aradığını bulamadı. Sonraki durağı müzikhollerde ‘striptizcilik’di. Bir dizi estetik operasyondan sonra kendine güvenini kazandı. Dans edebilir; güzelliğini - cömertçe! -sergileyebilirdi.
Hedeflediği şöhrete ve paraya - kısa sürede! - ulaştı. Dönemin en ünlü, en görkemli müzikhollerinden Parizyen - Parisien! -’de sahne aldı/çalıştı. Yabancı personel arasında tek Türk: Seher Şeniz’di. ‘Zora’ adını kullandı. ‘Nights of Arabian’ - Arabistan Geceleri! - adlı tablolardan oluşan görkemli dekor önünde kıvrak, iç gıdıklayan raksları göz doldurdu; müşterileri büyüledi. Şovu süresince, ahenk içinde vücudunu sergiliyor; seyircilerin göz bebeklerini irileştiriyordu/büyütüyordu. İlk günkü yevmiyesi: 150 liraydı. Bir ay sonra en çok aranan/kazanan yıldızdı; müessesenin gözdesiydi. Günlüğü, 500 liraya yükseldi. Her gece, mütevazı bir devlet memurunun aylık maaşına dans ediyordu.
- Celal Şahin, Hayatının Gidişini Değiştirdi… -
Şöhret, hayranlarının sayısını artırdı. Eğlence sektörünün ünlü çalışanlarının/patronlarının ilgisini çekti. Komedyen Celal Şahin de, Parizyen’in müdavimiydi. Seher Şeniz’le samimiydi. Şeniz, Şahin’e ‘Ağabey,’ der; tavsiyelerine dikkat ederdi/uymaya çalışırdı. Şahin, - bir gün! - yanında Fahrettin Aslan’ı getirdi. İkili, Şeniz’in şovunu izledi. Şahin, önerisini patlattı: ‘Hayatını soyunarak; striptizle sürdüremezsin. Dansözlük yapsana…’
Aslan, Şahin’e arka çıkıp; öneriyi destekledi. Şeniz de denilene/tavsiyeye uydu. Ama dansözlüğü içine sindiremedi. ‘Kötü, ayıp iş yaptığı,’ düşüncesine kapıldı. Dönemin en tanınan dans hocaları tutuldu. Uzun, yoğun ve sonuç alan çalışma/hazırlık maratonu sonunda sahneye hazır(lan)dı. 1971’in sonunda, ‘Seher Şeniz’ adı Maksim Gazinosu’nun göz alan neonlarına yazıl(ıy)dı.
Kendi ifadesine göre; ilk 6 yıl, yaptığı işten iğrendi. Ama zamanla alıştı. Oryantalin sanat olduğuna inandı; zevkle dans etmeye başladı. En beğendiği dansöz: Nesrin Topkapı’ydı.
Arap müziği eşliğinde raks ederdi. Arap tarzını bilen müzisyen azdı; kendi ifadesiyle; ‘Koskoca İstanbul’da, Arap müziğinden anlaya(bile)n 6 musikişinas vardı!’ diyecekti. Bir araya getirip, aynı sahnede çaldırmak da mümkün değildi. Bu yüzden de ‘playback’ - önceden kayda alınmış parçanın fonda çalınması! - müzikle dans edebil(ir)di. Farklı parçalar için Mısır’a dahi gitti; 15 gün kalıp, araştırmalar yaptı. Kendi dans formuna uyan yeni melodilere şiddetle ihtiyaç duymuştu.
- Adı Çok Sayıda Erkekle Anıldı Ama… -
Şeniz’in ifadesine göre; ‘fırtınalı’ hayat yaşamadı. Fakat yaşamı durgun da sayılmazdı. Şöhretinin doruğunda iken; adı, çok sayıda erkekle anıldı. İlişkileri daha çok ‘duygusal temelli’ydi. Yine kendi anlatımına göre amacı: Salt ilişki yaşamak değil; sıcak/mesut yuva kurabilmekti. Gazinocular Kralı Fahrettin Aslan’ın oğlu Sacit Aslan ile nişanlandı. Traktör üreticisi Osman Hattat ile adı anıldı.
Uluslar arası piyasada ‘elmas kralı’ diye tanınan Ermeni asıllı John Vahe Tosunyan ile de aşk dedikodusuna ismi karıştı.
Tosunyan, katıksız Türk dostuydu. Türk yöneticileriyle, siyasetçileriyle yakın/sıcak ilişkiler kurmuştu. Süleyman Demirel’in ifadesine göre; Paris’teki Fahri Türkiye Büyükelçisi’ydi. ASALA’ya karşı Türkiye’nin tezlerini destekledi. Paris’te Türk Evi’nin açılması için yoğun gayret gösterdi. Evliydi; Şeniz’in ifadesine göre de; çok muhterem/modern/olgun bir hanıma sahipti. Özel hayatında muhafazakârdı; reklam yapmaktan hoşlanmazdı. Şeniz ile Eyfel Şov’unda tanıştı. Türk Turizm Bürosu’nun açılış kokteylinde yeniden karşılaştılar.
Şeniz, Tosunyan ilişkisini hep reddetti. Eşinin de bulunduğu lokantada - beraber yemek yerken! - çekilen ortak resimlerini gösterdi; dedikoduları tekzip etti.
- Anneliği, Çocuk Sahibi Olmayı Hayal Ederdi… -
Her röportajında, Tanrı’ya ve reenkarnasyona inandığını tekrarla(r)dı. İnanışına göre; bir dahaki sefer dünyaya erkek kimliği ile gelecekti. Hayvan severdi; fakat yılan ve akrepten uzak dur(ur)du. Ölümlerini görmemek için hayvan besleme(z)di. Anneliği, çocuk doğurmayı çok arzulardı. İfadesine göre; çocukları ve aileyi çok severdi.
Aradığı sevgiyi bulduğuna inandığı - dönemin önemli/tanınmış demir tüccarı/toptancısı! - İ.Ö.’nün ihanetini kaldıramadı. Ağır bunalıma girdi; 29 Haziran 1984’de intihara kalkıştı. 4 tüp Mogadon adlı hapı içti. Nişantaşı’nda Bozyaka Apartmanı’nda dairesinde kalırdı. Ölümle adeta dans etme/kaçma kovalamaca oynadı; müdahaleden sonra eşikten döndürülebildi. Amerikan Hastanesi’ne kaldırılması en büyük şansıydı.
İkinci resmi evliliğini, ABD vatandaşı Anthony Wilkins ile yaptı; ama uzun süre devam ettiremedi. Tek kazancı: ABD vatandaşlığı kazanmasıydı/almasıydı.Üçüncü ve sonuncu evliliğini, Ermeni asıllı, Fransız pasaportu taşıdığı ileri sürülen Teknur Kiraz ile gerçekleştirdi. Paris’e yerleşti; dünyaca bilinen Moulin Rouge gibi çok ünlü gece kulüplerinde striptiz sanatını icra etti. Fransız kamuoyunda ve dans aleminde tanındı; ‘Türk Lokumu Seher!’ diye anıldı. Meşhur erotik dergi Playboy’a da imzasını attı. Vücudunun en mahrem noktalarını sergileyen fotoğrafları yayınlandı. Adı geçen dergiye poz veren ilk Türk yıldızıydı. - Sıla Şahin ile Elif Çelik adlı genç mankenler de Playboy için resim verdi! -
- Erotik Obje Şeklinde Değerlendirilmekten Usandı… -
Seher Şeniz; 44 yıllık kısa sayılabilecek ömründe mutluluğa, huzura ve sevgiye erişemedi/ulaşamadı. Bardağın bir tarafı daima boş kaldı/doldurulamadı. ‘Cinsel meta’ şeklinde değerlendirilmekten bıkmış; insanlara güvenini yitirmişti. Hayatına son vermeyi – yeniden/bir kez daha! - planladı. 1992’nin Mayıs ayının başıydı. Bozyaka Apartmanı’ndaki evinin anahtarını, ağabeyi emekli Yarbay Turan Baştaş’a verilmesi için, kapıcıya bıraktı. ‘Avrupa’ya gidecekti; evine göz kulak ol(un)malıydı…’
Şeniz’in ağabeyi, - 15 Mayıs 1992 Cumartesi günü! - kapıcıdan anahtarı aldı; daireye girdi. İçeriyi kesif şekilde çürümüş et kokusu sarmıştı. Kız kardeşinin morarmış cesediyle karşılaştı. Odadaki boş 2 viski şişesini ve hap tüplerini gördü. Aşırı dozda içki ve hap ile hayatını sonlandırmıştı. Kısa sayılabilecek veda mektubu/vasiyetname bırakmıştı: ‘Ölümümden kimse sorumlu değildir,’ notu ile başlıyordu. Kararının gerekçelerini - kendince! - açıklamıştı:
‘Nihayet iğrenç dünyadan gitmeyi başardım. Ölmenin, ölmeye çalışmanın zorluğunu söyleselerdi; alay ederdim. İnsanların ne mal olduğunu 15 yaşımda öğrendim. Fahişelik yapmak için yaratılmadım. Hassas ve duygusalım. Öldüğümü kimse bilmesin ve üzülmesin. Peruklarımı yakın; küllerini savurun. Müslüman geleneklerine göre gömülmek istemiyorum. Beni, beyaz bornoza sarın ve defnedin!’
Vasiyetine tam uyul(a)madı: Cenaze namazı, Teşvikiye Camii’nde kılındı. Müslüman geleneklerine göre kefenlendi ve mezara konuldu. Giysileri fakirlere dağıtıldı.
Ali Hikmet İnce