İskilipli Atıf, taraftarlarının ifadesiyle ‘İskilipli Atıf Hoca’, şapka aleyhine yazdığı kitaptan ötürü mü, yoksa başından beri Milli Mücadele’ye karşı yürüttüğü sert muhalefeti yüzünden mi yargılandı?
Atıf Hoca, kimdi, ne yapardı, kimlerin yanında/yöresindeydi? Yandaşlarının iddia ettiği gibi ‘sarığı şapkaya tercih etmesi neticesinde’ mi cezalandırıldı. Masum muydu, suçlu muydu? Cumhuriyet’e, yeni devletin kurucularına bakışı nasıldı? Muhalif miydi, muvâfık mıydı? Kuvâ-yi Milliye’yi destekledi mi, köstekledi mi? Din-i İslâm uğruna mı canını yitirdi? Şehit sayılabilir miydi? Türbesinin yapılma sebebi neydi?
İskilipli Atıf, 1875’de, Çorum’un Bayat ilçesi’nin Toyhane Köyü’nde dünyaya geldi. Doğum yeri çeşitli kaynaklarda ‘Toyana’, ‘Tophane’ diye de geçti. Baba tarafından Akkoyunlu Aşireti’nin İmamoğulları Ailesi’ndendi. Atasının adı: Hasan Kethüdaoğlu Mehmed Ali Ağa idi. Annesi, Nazlı Hanım, Mekke’den göçmüş Arap asıllı Osmanlı vatandaşıydı: ‘Ben-î Hattab Aşireti’ne mensuptu.
Mehmet Atıf, altı aylıkken babasını yitirdi. Dedesi Hasan Kethüda tarafından büyütüldü/yetiştirildi. Aile, 1875’de İskilip’e taşındı. Genç Atıf, burada eğitimine 2 yıl devam etti. 1893’de, büyükbabasının da desteği ile İstanbul’a geldi. 1902’ye kadar medrese eğitimini sürdürdü. 2 yıl sonra, 1904’de, Safranbolu’dan İstanbul’a göçmüş Fatma Zahide Hanım ile hayatını birleştirdi. Evliliklerinden Ayşe Melahat adlı kız çocuğu dünyaya geldi.
- Mehmet Atıf, Girdiği Topluluklarda Fark Edilmeyi Severdi… -
Mehmet Atıf, sinirli, öz güveni hayli yüksek, örgütçü, yanlış bulduğunu hemen eleştiren, daima tenkidi baktığına inanan ve sözünü esirgemeyen yapıdaydı. ‘Düzene çeki düzen vermek’ konusunda hazırlıklıydı. Hatalı/eksik gördüklerini hemen gündeme getirir, fikirlerini beyan etmekten hoşlanırdı. ‘Yıllarını verip icazet aldığı medreseyle ilgili dikkat çekici düşünceleri, saptamaları olduğunu farz ederdi.’ Kurumun ve kadroların ıslaha muhtaçlığını ileri sürdüğü raporu ile dikkatleri üzerine topladı. ‘Maşihat-ı İslamiyye Dairesi'ne verdiği ileti sert dili, sivri/iğneleyici tenkitleri, revizyon/yenilenme önerileri ile tepki çekti. Yandaşı bazı yazarlara göre, ‘kuruma konuşlanmış bazı kişilerin menfaatlerine dokundu.’ Şeyhülislamlık’a şikâyet edildi. Ardından da Şeyhülislam Mehmet Cemalettin Efendi tarafından görev yeri değiştirildi: Bodrum’a sürüldü. ‘Cami imamlığı yapacak, bir yandan da halkı irşat edecekti.’ Ama rahat durmadı, bazı suçlamalara muhatap oldu. İddiaya göre, ‘izin almadan para toplamıştı!’ ‘Aslında muhalif tavrı ve düşüncelerini açıklamaktan çekinmemesi cezalandırılması için yeterli sebepti!’ - Her fırsatta Jön Türk Hareketi’ni yerden yere vururdu. İttihat ve Terakki’nin amansız karşıtıydı. Hilafete, Padişaha, Hanedana, Sünni İslam öğretilerine ve geleneksel kurumlarına bağlılığını tekrarladı. - İstanbul’da yayınlanan dergilere yazı göndermekten geri durmadı. Her şart altında fikirlerini açıklamayı sürdürdü. Cezalandırma ihtimaline karşı kendince tedbir geliştirdi. ‘Rivayete/yakıştırmaya göre, medreseden arkadaşı Kırımlı İbrahim Efendi’nin pasaportunu kullandı. Kırım’a firar etti.’
23 Temmuz 1908’de, 2. Meşrutiyet’in ilanı üzerine Payitaht’a döndü. Görevine iade edildi. Bıraktığı yerden yazılarına/söylemlerine devam etti. ‘Beyanül'l Hak’ ve ‘Sebilürreşad’ dergilerinde kalem oynattı. Seçimleri kazanan İttihat ve Terakki Partisi’ne iflah olmaz muhalifti, yıldızı hiç barışmadı. ‘Yine sivri dilinin cezasını çekecekti.’ 31 Mart Olayı’ndan önce neşredilen yazısından ötürü takibata uğradı ve tutuklandı. Olayın tahrikçileri arasında sayıldı. Mahkeme sonucunda suçsuz bulundu, tahliye edildi. Ama cezalandırıldı: ‘Devletteki görevine hemen döndürülmedi, kızakta bekletildi.’
- Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin Samimi Takipçisiydi… -
13 Haziran 1913’de, Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa, makam otomobilinde suikasta uğradı. Aldığı kurşunlar neticesinde hayatını yitirdi. Hükümet, cenazeyi defnettikten sonra geniş tutuklama operasyonuna girişti. Olayda fikri ve zikri eylemleri görülenler/belirlenenler gözetim altına alındı. Divan-ı Harp’te yargılamalar başladı. İskilipli Mehmet Atıf da - olayda rolü/etkisi belirlendiği iddiasıyla! - sanıklar arasındaydı. 5,5 yıl sürgün cezasına çarptırıldı. Önce Sinop’a gönderildi. ‘Cemaate vaaz vermesi, talebelere derse girmesi yasaklandı.’ Sürgün yerinde rahat durmadığı anlaşıldı. Çorum’un Sungurlu ilçesine, sonra da Boğazlayan’a gitmeye zorlandı. ‘Nefiy uygulaması 1,5 yıl sürdü.’ Ebul'ula Mardin’in kayıtlarına bakılırsa, ‘bigünah’tı. ‘Suçsuzluğunun anlaşılması üzerine İstanbul’a dönüşüne izin verildi.’ Fakat görevine iade edilmedi. ‘Muhalifin iyisi göz önünde tutulandı!’
İstanbul’daki müderrislerle sıkı ilişkiler içindeydi. Mustafa Sabri Efendi’nin ‘samimi, güvenilir dostu/sırdaşı’ idi. ‘Söylediklerini çoğu zaman emir telakki ederdi, karşı durmazdı.’ Onun sayesinde Veliaht Vahdettin Efendi ile tanıştı. ‘Dost halkasına, yakın arkadaş grubuna girdi. - Danışmanlığını yaptığı da iddia edildi! -’
İttihat ve Terakki Partisi’ne muhalefetini sürdürdü. Yöneticilerini Padişah, Hilafet ve Din düşmanı/karşıtı şeklinde değerlendirmeyi sürdürdü. Nitelemesine göre, ‘bu kadro, Osmanlı’nın çöküşünü/yıkılışını getirmişti.’ Siyasi gelişmeleri yorumlayan/eleştirilen yazılarına devam etti. 2 kitabı: ‘Şeriat Medeniyeti’, ‘Mir’at'ul İslam’ yayınlandı. Kendisini bildiğinden beri, ‘Sünni İslam Öğretisi’ni savuna geldi. ‘Saltanatçı, hilafetçiydi.’ ‘İlmi seviyesi konusunda yazdığı kitaplar belli fikir verebilirdi!’ Dönem âlimlerine göre, ‘Ulema’dan sayılma(z)dı!’ ‘Fatih ve civarında tanın(ır)dı.’
- ‘Cemiyet-i Müderrisin'in Kurucuları Arasındaydı… -
İttihatçı liderlerin - Alman Gizli Servisi’nin yardımı ve sağladığı vasıtalarla! - yurt dışına çıkmasından sonra, Mehmet Atıf eski görevine iade edildi. Fatih Camii’nde - ‘dersiâm’ unvanıyla/kadrosuyla! - Arapça, fıkıh ve tefsir derslerine girdi.
Müderris Mehmet Atıf, örgütlenmeye de hızla döndü. 15 Şubat 1919’da, ‘Cemiyet-i Müderrisin'in - ‘Medrese Öğretmenleri Derneği!’ - kurucuları arasındaydı. ‘Mustafa Sabri Efendi de çekirdek kadrodaydı. Başkanlığa getirilecekti. İkinci reis de Atıf Hoca olacaktı.’
Dernek adını, İstanbul’un ve Anadolu’nun İtilaf Devletleri’nce işgali üzerine ‘Teal-i İslam Cemiyeti’ - ‘İslâmı Yüceltme/Yükseltme Derneği!’ - olarak değiştirdi. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın fikirlerini desteklemeyi sürdürdü. Hatta aynı vücudun uzvu gibi hareket etti. ‘Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ni İttihat ve Terakki Partisi’nin devamı şeklinde değerlendirdi. Düşmanca tavır(lar) takınmaktan çekinmedi. ‘Kuva-yı Milliye’yi de aynı kulvarda gördü ve sert muhalefeti sürdürdü.’
Dernek nizamnamesinde, üyelerin ve azalığa kabul edileceklerin benimsemeleri gereken düşünceler sıralıydı. Yazılanlara göre, ‘‘Hilafet’ her halükarda savunulacaktı.’ İddiaya bakılırsa bu makam, ‘bütün Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği sağlardı. Etrafında toplanmak ve paralel hareket etmek gerekliydi. Osmanlı Devleti, şeriat ilkelerine ve kurumlarına bağlı kalınarak kurtarılabilirdi. Saltanatın ve Halifelik makamının korunması/güçlendirilmesi zorunluydu. Bütün Müslümanlar, halifenin etrafında kenetlenmeliydi!’
Cemiyetin İzmir’in işgali üzerine bir protesto bildirisi yayınladığı iddia edilse de, Payitaht’a - İstanbul’a! - giren güçlerin özellikle de İngilizler’in saldırgan, insan onurunu çiğneyen tavırlarına tepki gösterdiği görülmedi. ‘Rusya’da ortaya çıkan Bolşevizm ‘yeni tehlike’ şeklinde yorumlandı. Kâfirlikle suçlandı.’
- Şeyhülislam’ın Fetvası Yunan Uçaklarınca Dağıtıldı… -
‘Teal-i İslam Cemiyeti’nin İngiliz isteklerini yerine getirdiği, düşmana hizmet ettiği dahi ileri sürülebilirdi. Başkan Mustafa Sabri Efendi, Sultan Vahdettin tarafından Şeyhülislamlık makamına getirildi. Mehmet Atıf Hoca da cemiyette başkanlık görevini yürütmeye başladı.
Padişah ile İngiliz yetkililer, Anadolu’da yeşeren muhalefete ve direnişe müdahale fikrindeydi. Halkın desteği kırılmalı, İstanbul’a ve Halife’ye bağlılık duyguları - gerektiğinde zor kullanılarak! - güçlendirilmeliydi. Millî güçlere karşı beyanname/fetva yayınlanması fikri gelişti. İstek Şeyhülislamlık’a iletildi. Bildiri, Şeyhülislam tarafından yazılacaktı. - Günümüze kadar Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi tarafından kaleme alındığı bilindi. Ancak daha sonra Dürrîzâde Abdullah Efendi’nin eseri olduğu da iddia edilecekti! - Teal-i İslam Cemiyeti’nin imzasını/mührünü de taşıyacaktı. Ama - ‘Mehmet Atıf Hoca taraftarlarının savına göre!’ - ‘bu noktada yönetimde ayrışma oluştu. Bildiride, cemiyet mührünün kullanılmasına Tahirü’l Mevlevi - Tahir Olgun! - ile Atıf Hoca karşı çıktı.’ Ama Mustafa Sabri Efendi’nin damadı Bergamalı Zeki Efendi, ısrarla projeyi kabul ettirme gayretindeydi: ‘Hükümetin arzusu yerine getirilmeliydi. Aksi halde bildiri yine yayınlanacak ve reddiye sahipleri ‘vatana ihanet’ ithamına muhatap olabilecekti.’ İstanbul Hükümeti, beyannameleri Anadolu’da dağıttıracaktı. ‘Atıf Hoca’nın iddialarına bakılırsa, ikna mümkün olmadı. Hocaya göre, zamanlama hatalıydı.’ Ankara İstiklal Mahkemesi’ndeki duruşmasında, ‘imza vermediğini öne sürdü. Yunan uçaklarınca atılan bildirileri haber yapan ve desteklediğini yazan Vakit Gazetesi’ne tekzip gönderdiğini de iddia etti.’
Bildiride, ‘Milli Mücadele’nin lider kadroları ve destekçileri, Halife ve Saltanat düşmanı ve İslam karşıtı şeklinde yorumlandı/suçlandı. Hatta utanılmadan ‘eşkıya’, ‘asi’ diye yaftalandı. İngiliz destekli Yunan işgalcilere karşı duranların öldürülmeleri dini vazifeydi!’
- ‘İşgalci Yunan Kuvvetlerine Karşı Konulmaması İstendi…’ -
Yunan askeri uçakları tarafından atılan bildirideki ‘iğrenç’/’hayâsız’ son paragraf, ‘Bu fetva, Allah'ın emridir, Padişah fermanıdır. Sizler, katil canavarları daha fazla yaşatmamakla mükellef ve görevlisiniz. Vücutlarını külliyen ortadan kaldırmak Müslümanlık için farz olmuştur,’ şeklindeydi. ‘‘Katil’, ‘canavar’ diye nitelenenler, kuvva-yi milliye’nin yiğit/vatansever evlatlarıydı!’
Öldürülmeleri için fetva çıkarılan Yunan işgalcileri ya da teşvikçi İngiliz kuvvetleri değildi. İstanbul’a çöreklenen istila güçleri hiç değildi. Anadolu’nun bağrında toplanmış bir avuç vatansever, düşman çizmesi altında çiğnenen vatan toprağını geri alma gayreti güden ‘ölüme gülümseyerek giden’ Millî Kuvvetler’di.
İskilipli Atıf, bildiriyi desteklediğine ilişkin iddiaları hep reddetti. ‘Ankara İstiklal Mahkemesi’ndeki savunmasında, beyannamelerin dağıtılmasının ardından istifa ettiğini tekrarladı. Vakit gazetesinde yayınlanan tekzip metnini beyan edip, suçlamaları geçersiz kılmaya çalıştı.’ Mahkeme Başkanı ‘Kel Ali’ lakabıyla maruf Ali Çetinkaya’nın sözleri dikkat çekiciydi: ‘Bunu ancak gizli maksat için yaparsın! Baktın ki aksi tesir yaptı. Anadolu insanı, Millî Mücadele’ye destek verdi.’
Bir diğer mühim nokta da: Bildirinin yayınlanmasına karşı çıkan İskilipli Atıf’ın cemiyetin başkanlığından ayrılmamasıydı. ‘Bu durum, mahkemenin elindeki kozlardandı.’
İskilipli Atıf, Teal-i İslam Cemiyeti’nin reisliğini sürdürürken, Alemdar gazetesinde Anadolu Hareketi’ni eleştiren yazılar yayınladı. Hatta Ankara’daki Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi için - 1920’de! - yapılacak seçimlere katılmayı planladı. Arzusu, derneğinin Konya Şubesi aracılığıyla iletildi.
- ‘Şapka Giyenler Dinden Çıkar’ (!) Yalanı… -
İskilipli Atıf ile Ankara’daki yeni yönetimin yolları 1924’de yeniden kesişti. Hoca, ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka’ adlı, 32 sayfalık risale - ‘broşür’! - yayınladı. İstanbul’da Kader Matbaası’nda basılan eserde bazı önermeler mevcuttu. Yazılanlara göre, ‘Avrupa’nın ilmini ve fennini almak caizdi. Gayrimüslimlerin kılık kıyafetleri, kültürel alışkanlıkları son derece zararlıydı, uzak durulmalıydı. Batılı giysiler dinen caiz değildi. Avrupalılara benzemek ya da taklide çalışmak dinen yasaktı ve günahtı. Müslümanlar amel/iman bütünlüğünü korumalıydı. Batı medeniyeti, insanın hayvani ve cismani yönüne hizmet ederdi. Şapka giyenler dinden çıkardı ve büyük günaha girerdi!’
25 Şubat 1925’de, TBMM’de, ‘Dini ve Dinin Kutsal Kavramlarını Siyasete Alet Edenler Hakkında Kanun’ kabul edildi. Yasanın ilgili maddelerine göre, dinî sebepleri ileri sürüp halkı kışkırtanlar/galeyana getirenler ‘vatan haini’ sayılacaktı.
İçişleri Bakanlığı, 26 Eylül 1925 tarih ve 4717 sayılı emri ile İskilipli Mehmet Atıf’in ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka’ adlı broşürünün toplatılıp yasaklanmasına karar verildiğini duyurdu. Her il ve ilçedeki kitapçılar dikkatle araştırılacak ve adı geçen risalenin nüshalarına el konulacaktı.
25 Kasım 1925 tarihinde, TBMM’de kabul edilen 671 No'lu ‘Şapka İktisası Hakkında Kanun’ ile TBMM üyeleri ve memurlara şapka giyme zorunluluğu getirildi. ‘Türk halkı da aykırı bir alışkanlığın/davranışın devamından men edildi/yasaklandı.’
Aynı yılın Aralık ayı boyunca Konya, Rize, Giresun, Antep ve Maraş gibi şehirlerde olaylar çıktı. Bazı kışkırtıcıların tahrikleri sonuç verdi. Halkı galeyana getirenlerin iddialarına bakılırsa, ‘Hükümet halkı dinsiz yapacaktı!’, ‘Şapka gelince, din elden gidecekti!’ Hatta iftirada sınır da tanınmadı: ‘Yakında Kur’an bile kaldırılabilirdi!’
- İsyancıların Ellerinde ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka’ Risaleleri… -
İşgal güçlerini ülkeden kovan, Saltanata ve Hilafete son veren yeni yönetim hedefteydi. ‘Halkın nezdinde/gözünde kötülenip oluşturulan huzur ortamı yok edilmek isteniyordu.’ Osmanlı’yı diriltmek rüyası gören, İngiliz/Yunan çizmelerine karşı durmayan muhalifler her fırsatı değerlendirme peşindeydi. ‘Kula kulluk etmeye alışanlar, birey olmayı kabullenemiyordu!’
İskilipli Atıf, 9 Aralık 1925’de, İstanbul’un Laleli semti Fethi Bey Mahallesi’ndeki evinden emniyet güçleri tarafından gözaltına alındı. Karar, Giresun İstiklal Mahkemesi tarafından verilmişti. Giresun’daki olaylarda yakalanan kişilerin ellerinde/evlerinde Atıf Hoca’nın broşürleri bulunmuştu. Mahkeme Heyeti, risale yazarının ifadesini almayı kararlaştırmıştı: ‘Kitabın isyancıların ellerinde/evlerinde ne işi vardı?’ Atıf Hoca, Giresun’a gidip savunmasını yaptı. Müdafaasına göre, kitapçığını ‘Şapka Devrimi’nden önce yazıp yayınlamıştı. Ele geçirilen nüshaları kendisi göndermemişti. Bilgisi de yoktu. Bedeli karşılığında satın alınmış olabilirlerdi. İldeki kitapçılar da ifadesini destekledi. ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka’ bedeli karşılığı satın alınabilirdi.
Giresun İstiklal Mahkemesi, beraat kararı verdi. İskilipli Atıf’ı serbest bıraktı. Risalenin neşrini, dağıtımını ve satışını yasakladı.
Ama mahkemenin kararına rağmen diğer illerde ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka’nın el altından dağıtımının sürdüğü ve yeni nüshalarına ulaşıldığı anlaşıldı. İskilipli Atıf yeniden gözaltına alındı. 25 Aralık 1925’de Ankara’ya getirtildi. Hükümet, Şeyh Sait İsyanı’nın ardından etkin tedbirler almak zorunda kalmıştı. Toleranslı davranmak, yeni yönetimin zaafı şeklinde değerlendirilmişti. Atıf ve 13 arkadaşı, Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanacaktı.
- Mahkeme Savcısı Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün Amcasıydı… -
Yargılama, 26 Ocak 1926’da başladı. Mahkeme Başkanı - rahmetli gazeteci/yazar Altemur Kılıç’ın babası! - Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali idi. Reislik de yapan diğer üye ise Afyon Milletvekili ‘Kel Ali’ lakabıyla da tanınan Ali Çetinkaya’ydı. Savcı - çok ilginç bir ismin, Yalçın Küçük’ün amcası! - Denizli Milletvekili Necip Ali Küçüka’ydı. Diğer aza ise, Aydın Milletvekili Reşid Gâlib ya da tam adı ile Mustafa Reşit Baydur’du.
Bazı beyanlara/kayıtlara göre Savcı Necip Ali Bey, Atıf Hoca’nın 3 yıl hapisle cezalandırılmasını talep etti. Ertesi gün savunma yapması kararlaştırıldı.
İskilipli Atıf, suçsuzluğunu savundu. Risaleyi kanunun çıkmasından önce yayınlamıştı. Yasaya muhalefet iddiası söz konusu edilemezdi. ‘Eserinin fikri içeriğine ilişkin görüşlerini hâlâ savunduğunu belirtti.’ Mahkeme Başkanı’nın ‘şapkanın da ve sarığın da bez parçasından yapıldığı, aralarında fark bulunmadığı’ fikrine karşı çıktı. Şapkanın sarığa benzetilemeyeceğini beyan etti. Kendisinden emin ve dirençliydi. Mahkeme heyetini kaale almaz tavır/tutum içindeydi.
Mahkemede beraber yargılandığı, dönemin ünlü gazetecisi/Mevlevi Dedesi Tahir’ül Mevlevi - Tahir Olgun! - anılarında İskilipli Atıf’la ilgili detaylara yer verdi. Olgun’a göre, ‘zikredilen risale kanunun çıkarılmasından 1,5 yıl önce neşredilmişti. Tabı için Maarif Vekâleti’nden özel izin alınmıştı. Kitabın 2. baskısı yapılmamıştı. İlkinin tamamı da satılamamıştı.’
‘Giresun İstiklal Mahkemesi’nin dağıtım ve satış yasağına uyulmadığı anlaşılmıştı. Ankara İstiklal Mahkemesi görevlilerinin Rize’de yaptığı tahkikatta, kitapçılara 2 ayrı seferde kitap gönderildiği belirlenmişti. Şehirdeki hadiselerde etkisi görülmüştü.’
İskilipli Atıf, mahkemede kapsamlı müdafaa yapmaktan vazgeçti. Taraftarı kalem sahiplerinin abartılı iddialarına bakılırsa, ‘hakkında verilecek hüküm önceden malumu’ydu. (!) ‘TCK’nın 55. maddesi uyarınca, Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs ve vatana ihanet suçundan idama mahkûm edildi.’
‘Yunan işgaline karşı durulmamasını savunan, durumu belgelenen Babaeski Müftüsü Ali Rıza da aynı cezaya çarptırıldı.’ Ömer Rıza (Doğrul), Elmalılı Hamdi (Yazır), Ahmed Hamdi (Akseki) ve Tâhirü'l Mevlevî gibi toplumca tanınmış/daha sonra da tanınacak isimler beraat etti. Sanıkların bazıları hafif cezalarla veya aklanmayla kurtuldu.
- Hükümlüler, Karaoğlan Çarşısı’nda Asıldı… -
Sanıklar hakkındaki idam hükmü bir hafta sonra uygulandı. İskilipli Atıf Hoca ile Babaeski Müftüsü Ali Rıza, 4 Şubat 1926 Perşembe günü, Ankara’da Karaoğlan Çarşısı’nda - bir diğer sava göreyse, Samanpazarı Meydanı’nda! - sabah ezanına müteakiben asıldı. Aynı tarihli Hâkimiyet-i Milliye - 1934’de Ulus adını alacaktı! - gazetesinde idam haberi yayınlandı. Mahkeme Başkanı Ali Çetinkaya’nın beyanına göre İskilipli Atıf, ‘vatana ihanet suçundan hüküm giymiş’ti.
Taraftarlarının aktarımına göre cenazesi yıkanmadı, namazı kılınmadı. Havanın kararmasından sonra Mamak Gülveren Mezarlığı’nda Kimsesizler Kısmı’na defnedildi. 1954’de mezarlığın kaldırılıp park yapılması - Şafaktepe Parkı! - kararı alındı. Kabirler açılıp kemikler Cebeci Asri Mezarlığı’na nakledildi. İddiaya göre, Atıf Hoca’nın ve diğer taşınmayan kimi gömütler bahçelik alanda kaldı. 2009’un başında, DNA testinden geçirilen/belirlenen kemikleri toplandı. İskilip’teki Gülbaba Mezarlığı’na taşındı.
‘Mezar yerinin tespiti bazı görgü şahitlerinin yakınlarına aktardığı bilgi üzerine gerçekleştirdi. 15 kişilik heyet 9 yıl boyunca çalıştı. İskilipli Atıf’ın Toyhane köyünde ikamet eden yeğenlerinden saç, kan ve tırnak örnekleri alındı. Aile bireylerinin DNA’sı, Hoca’nınkilerle eşleşti. Vefatından 81 yıl sonra cenaze namazı kılındı.’
Yönetmen Mesut Uçakan, 1993’de, İskilipli Atıf’ın hayat hikâyesini ‘Kelebekler Sonsuza Uçar’ adı ile filme çekti.
‘İslâmcı şair/yazar Necip Fazıl Kısakürek, ‘Son Devrin Din Mazlumları’ adlı kitabında İskilipli Atıf Hoca’yı ‘şehit’ ilan etti. Şeyh Sait’ten Menemen Olayları’nın tertipçisi Derviş Mehmet’e kadar pek çok ismi ‘masum’ (!) diye niteledi ve miraslarına sahip çıkmaya çalıştı.’
- Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, ‘Türklükten İstifa Etti’… -
Ünlü düşün ve siyaset insanı Şevket Süreyya Aydemir’in anılarını aktardığı ‘Suyu Arayan Adam’ adlı kitabında, İskilipli Atıf’tan bahsettiği doğruydu fakat ‘haksız yere ipe gönderildiği’ hükmü ‘kocaman bir balon’du. ‘Aydemir, olayı kaydetmekle yetinmişti.’
İstiklal Mahkemeleri, Kurtuluş Savaşı boyunca - 1920 - 1923 arasında! - 1.350 kişiyi idama mahkûm etti. 1927’ye kadar devam eden 2. devrede ise 360 sanık ölüm cezasına çarptırıldı.
İstiklal Mahkemelerinin kuruluş amacı: Asker kaçaklarını ve Yunan yanlılarını yargılamaktı. Türk Ordusu’nun varlığına karşı çıkan, İstanbul Hükümetleri’nin görüşlerini destekleyenler de sanıklar arasındaydı. ‘İskilipli Atıf da aynı Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi gibi Hilafete, Saltanata, Hanedan’a ve Şeriate son anına kadar bağlı kaldı. Ankara Hükümeti’ne, Kuva-yı Milliye’ye, yeni devlet yapılanmasına ve devrimlere muhalifti.’
Sabık Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, 1922’de İngilizlerin tedarik ettiği yük gemisiyle Mısır’a gitti. Ailesi de yanındaydı. Kendisi, ‘150’likler Listesi’ndeydi. Daha sonra Yunanistan’a geçti. Oğlu İbrahim Efendi ile Yarın gazetesini yayınlayacak, ‘Türklükten istifa ettiğini’ (!) de duyuracaktı.
Ali Hikmet İnce