Babasının belirtmesiyle 1880, kendi ifadesiyle 1882’de, Ocak ayının 17’sinde, buz kesen gecenin yarısında, Baruthane Yokuşu’nda harap/yıkık dökük evde dünyaya geldi. Yoksul hanesinde kör lambaya konulacak gram gaz yağı yoktu. Mum ışığında, ebenin mucize eseri doğurttuğu kıza ‘Yaşar’ adı verildi. Kendisinden önce doğan 4 kız kardeşi yaşa(tıla)mamıştı. Sonuncunun hayatta kalması için dua edildiği ve temenninin ifadesi için ‘Yaşar Nezihe’ denildi.
Baba Kadri Efendi, Şehremaneti Kantar İdaresi’nde hademe/kantarcı idi. Kazandığı 3-5 kuruş ile ailenin boğazını ancak doyururdu. Fakirliğine karşın şarap içmekten de vazgeçmezdi. Çevresinde hep sarhoş, sinirli, dediğim dedik ve geçimsiz tanınırdı. Çilekeş anne Kaya Hanım, Kırım göçmeni Tatar’dı. Öldüğünde 25 yaşındaydı. Kısacık hayatına 5 doğum, mutsuz, fakr-u zaruret içinde evlilik sığdırmıştı.
Yaşar, annesini yitirdiğinde altı yaşındaydı. Barındıkları viranede yalnız değildi. Yürümekte zorlanan/kötürüm amca, titiz ve son derece sinirli teyze ile hayatı bölüşürdü. Teyzesi, biricik yeğenine karşı daima şefkatliydi. Annesinin yerini dolduramasa da, kanatlarının altındaki sabiye dönemin aşk hikâyelerini anlatırdı. Sevda şiirlerini tekrarlardı. Kendisi çok genç yaşında tek taraflı aşk yaşamış, hüsrana uğramıştı. Hayata küsmüş, kabuğuna çekilmiş ve kardeşinin yanına sığınmıştı. İlk derslerini, edebiyat/şiir zevkini teyzesinden aldı. Çilekeş/talihsiz kadın yeğenin ilk penceresi/ilham kaynağı oldu. Küçük Yaşar, geleneksel halk öykülerini, masallarını dinledi. Ferhat ile Şirin’i, Leyla ile Mecnun’u, Tahir ile Zühre’yi tanıdı. Aşklarının derinliğini, maceralarını öğrendi. Halk ozanlarının seslenişlerini, divan şairlerinin mısralarını - beraber! - terennüm etti.
Teyzesi, küçük Yaşar’ın içindeki sanat aşkına ilk kibriti çakandı. Ölünceye dek de minnetini, şükranını tekrarladı.
- Babası Okula Gitmesini İstemedi… -
Yoksulluk, talihsizlik doğuştan ‘yakasına yapışmış kene’ydi. Babası evde oturmasını, mutfak işlerini öğrenmesini istedi. 5. kızına - doğumundan sonra! - ‘Yaşar’ değil de ‘Eda’ demeye başladı. Okula gitmesine, okuma yazma öğrenmesine muhalefet etti. Yeni masraf kalemlerinin açılması, zaten zorlukla doyan karınlarına inecek yemeği daha da azaltacaktı. Ama Yaşar direnmeyi teyzesinden öğrenmişti. Kendi göbeğini kendi kesecekti. Mahallelerindeki Kapıağası İbrahim Ağa İptidaisi’ne başvurdu. ‘Okumak istiyorum! Öksüzüm! Çok da fakirim,’ dedi. Hayat hikâyesini özetledi. Okul müdürü, küçük kıza imkân sağladı. Kaydını yaptırdı ve devam etmesine izin verdi. Sınıf arkadaşları arasındaki adı: ‘Kendi Gelen’di.
Babası, sözünü dinlemeyen kızını evden kovdu. Uzun saçlarından tuttu ve kapının önüne koydu. Küçük kız, komşuya sığındı. Kaç gün misafir olabilirdi ki?! Kendi anlatımına bakılırsa, ‘En zorlu/güç günleriydi. Dere kenarlarında papatya, ebe gömeci topladı ve aktarlara sattı…’ Bir lokma ekmek parası kazanmak yüzünden okula devam edemedi ve bırakmak zorunda kaldı. Parasızdı, çaresizdi, başını sokabileceği çatıdan da yoksundu.
Ama teyzesi araya girdi, talihsiz Yaşar geri döndü. Evi çekip çevirmeye, anne yarısıyla hasbıhale devam etti. Kırlardan ot ve faydalı bitkiler toplamayı sürdürdü. Komşu kadınlardan öğrendiği dikiş nakışı geliştirdi. Hayatını kazanabileceği yeni meslek edinmeye çalıştı. Karnını doyurabilmesi tamamen emeğine bağlıydı. Nakışlarını Kapalı Çarşı’daki esnaflara yok pahasına satsa da evine bir dilim ekmek götürmeyi başardı. Bir fabrikada ya da atölyede çalışmasa da, evinde alın teriyle yaşamaya uğraşan, helal emeği ile geçinen genç kızdı.
- Şiir Damarını Teyzesi Körükledi… -
İlk şiirleri 14 yaşında dökülmeye başladı. Teyzesinden aldığı edebiyat feyzi yeni köklere ulaştı. Kavuşamayan sevdalılar, hayatın pahalılığı/zorluğu, insanların vefasızlığı/acımasızlığı vb. küçücük yüreğinde patlayan fırtınaları konu edindi. Ne bulduysa okudu, aruz veznini kendi kendine öğrendi/uyguladı. Şiire yaslanmasını sağlayan kişi: Ahmet Rasim Bey’di. Üstadın ‘Leyla Feride’ imzasıyla yayınladığı ‘Çare bulan olmadı bu yareye’ mısrası ile başlayan şiirini Malumat gazetesinde okuyup hicaz makamındaki bestesini de dinleyince şiir damarlarının kabardığını fark etti ve - bir daha bırakmamak üzere! - kaleme sarıldı. İçinden çıktığı toplumun gerçeklerini mısralara/dizelere döktü. Ama acı gerçekleri anlatan şiirleri yerine, aşk, keder, bağlılık ve kavuşamamak gibi temalı eserleri ilgi uyandırdı/yayınlandı. Dönemin edebiyat dergilerinin çoğunda imzası görülür oldu. Bir mülakatında; ‘Eski zaman dergilerinde en çok benim şiirlerim yayınlanırdı,’ diyecekti.
Toplumdaki sosyal çarpıklıkları, haksızlıkları, hırsızlıkları, sömürü düzenini anlatan dizeleri pek az yer bulabildi. Fakirin, çaresizin sesi olacaktı fakat beklemesi, keşfedilmesi gerekecekti.
1898 yılı felaketlerin miladıydı. Babası, sarhoş Kadir Efendi işten çıkarıldı. Zaten beş parasızdı, kenarda köşede kara günde harcayacağı birikimi de yoktu. İş aradı, başvurmadık kapı bırakmadı. Ama her seferinde eli boş döndü. Ev halkı gelebilecek küçük müjdeyi/hayat öpücüğünü boşuna bekledi. Ailenin geçim sıkıntısı ağırlaştı. Evin hanımları temizlik, ütü, çamaşırcılık gibi kısa süreli/geçici işlerde çalıştı. Sonuç nahoştu, bütün kapılar kilitliydi. Eşyalar bir bir satıldı. Yaraya da merhem olmadı. Sonra soğuk/kuru tahta döşemeler üzerinde uyuma günleri geldi.
- Para Kazanmak İçin Çamaşırcılık Yaptı… -
Küçük Yaşar Nezihe, hayatının her gününde üst üste gelen acımasız/can yakan tokatlarına karşı durmaya gayret etti. Zengin komşuların çamaşırlarını yıkadı. Oğlu askere gidenlerin mektuplarını yazdı. Vakit buldukça mevsimine göre aktarların aradığı/satın aldığı şifalı bitkileri/otları toplayıp harçlığını çıkarmaya uğraştı.
İşte böylesine buhranlı günlerin birinde aşk perisinin dokunuşuyla uyandı. Mahalle karakolunun önünden geçerken, - kalbini sarsacak! - Yusuf Niyazi Çavuş’u gördü. Birkaç defa göz göze gelince, ilgisinin karşılıksız kalmadığını fark etti. Çavuş’un da kalbi gül goncasına aktı. Bir gün evin kapısında bohçacı kadının getirdiği/avucuna sıkıştırdığı mektuba şaşırdı. İkili arasında nameler gidip geldi. Birbirlerini tanımaya, hislerini tartmaya çalıştılar. Fakat sonuç beklenilen/umulan gibi gelmedi. Kader soğuk yüzünü gösterdi, keskin bıçak gibi ikiliyi ayırıverdi. Kavuşmaları başka bahara kalıverdi.
Yaşar Hanım 16’sında - babasının zorlamasıyla! - nişanlandı. 2 yıl bekledi, yine atasının arzusuyla yüzüğü damat adayına geri gönderdi.
Babası hayatının tek yönlendiricisiydi. Karşı durursa başına ne(ler) gele(bile)ceği konusunda yeterli tecrübeye sahipti. Yine zorlamayla ilk evliliğini yapacaktı. Eşi Atıf Zahir, kendisinden 27 yaş büyüktü. Daha önce 3 evlilik gerçekleştirmiş, sudan bahanelerle de sonlandırmıştı: ‘Çocuğum olmadı!’ Yine aynı sebebi ileri sürecekti. Genç gelin için yeni yıkım, yeni hüsran kapıda beklemedeydi.
- İki Defa İntihara Teşebbüs Etti… -
Mehmet Fevzi Bey, ikinci kocasıydı. Evlilikleri 6 yıl sürebildi. Mehmet Fevzi görevi gereği şehir dışındaydı ve çok nadiren görüşebildiler. Çiftin 3 erkek çocukları doğdu: Suat, Sedat ve Vedat! İlk iki evladı yetersiz beslenme, daha doğrusu açlıktan gözlerinin önünde can verdi. Vedat’ı yaşatmak için elinden geleni ardına koymadı. Büyük acıya dayanamayıp intihara kalkıştı. Alacak nefesi, yiyecek lokması vardı ki, uçurumun kenarından geri döndü. Zorlu hayat mücadelesine kaldığı yerden devam etti.
İlk kez, Yusuf Niyazi Çavuş’tan ayrılığın acısına/elemine katlanamamış, intihara teşebbüs etmişti. Bin bir çaba ve şefkatle hayata döndürülebildi.
Mehmet Fevzi Bey’in kendisini terk ettiğini de öğrenecekti. 5 yıl sonraysa kocasının amansız hastalığın pençesinde kıvrandığını haber aldı. Ölüm döşeğinde yanına gidebildi ve son yudum suyu elleriyle içirdi.
‘Ağır dram’ı andıran hayatında daha neler görecekti?
İlk aşkı, ilk göz ağrısı Yusuf Niyazi (Çavuş) bir anda/aniden karşısına çıktı. Mazi yeniden canlandı. Kalp atışları yeni sevda şarkısının heyecanıyla arttı. Bir süre görüştüler ve 1912’nin Temmuz’unda evlendiler. Yusuf Niyazi Bey, tahrirat memuruydu. Tanınmış hikâyeci ve gazeteciydi. Hatırı sayılır şöhrete sahipti.
Yanına biricik oğlu Vedat’ı da alıp, yeni eşinin çalıştığı Cide’ye gittiler. Sürpriz yine peşindeydi/yanı başındaydı: Niyazi Bey’in iki hanımı daha vardı. Aynı evde beraber yaşayacaklardı. Nezihe yılacak, boyun bükecek değildi. Kumalığı reddedecekti. Savaşmayı öğrenmişti. Oğluyla İstanbul’a döndü ve boşanma davası açtı. Kocasının direnmesine rağmen kararından vazgeçmedi. Hürriyetini yeniden elde etti.
- Biricik Oğlu Vedat Bütün Dünyasını Doldurdu… -
İki temel hedef edindi: Biricik oğlu Vedat’ı okutmak ve şiirini sürdürmek…
Acıları, yoksulluğu, ezilmişliği hicveden/dile getirilen şiirleri belli çevrelerde ilgi çekti ama yayınlan(a)madı. Muhalif haykırışın sesi daima kısılmıştı/kısıktı. ‘Mahallede iki gündür verilmiyor ekmek / Kolay değil gece gündüz bu açlığı çekmek,’ diyerek dile getirdiği çileye kulaklar tıkalıydı.
Dramın bir adım ilerisini de kaleme aldı: ‘Satıldı evlerin eşyası hep bir ekmek için / Ne yaptı millet acep bu azabı çekmek için?’
Yaşanan toplumsal zaruretin boyutu daha da acıydı: ‘Şaşırdı yollarını genç kadınlar oldu zelil / Eden bu milleti açlıktır hep bu rütbe sefil…’
Sonuç ise göz yaşartıcı/kalp kanatıcıydı: ‘Elimde iğne kalem var da ben de muhtâcım / Yetim Vedat'ım ile kırk sekiz saattir açım…’
İlerleyen yıllarda bazı şiirleri bestekârların ilgisini çekti. ‘Ne Dökmek İstesem Yaş var / Ne Çeşmânımda Fer Kaldı / Bu sevdadan bana bitmez / Tükenmez gam keder kaldı,’ Sadi Hoşses tarafından hüzzam makamında bestelendi. ‘Hatırla ma'ziyi mes'udu sen de ben gibi yan…’ Münir Nurettin Selçuk’un çalışmasıyla nihavent notalara döküldü. ‘Açıldı gül figan etmekte bülbül nev-bahar oldu…’ diye başlayan şiirinin - hicazın! - bestekarı da Sadettin Kaynak’tı.
Çeşitli musiki kaynaklarında söz yazarı/şaire diye adı anılmadı. Şarkıları da kendisi gibi şanssız sayılabilirdi.
- En Büyük İlgiyi Gazelhanlardan Gördü… -
Bir röportajında tevazuu elde bırakmayacaktı: ‘Bestelenen bir iki şarkım vardı ki, meyhanelere devam eden, mutsuz kişileri ağlatırdı…’
Şanlıurfalı müzisyenlerden/gazelhanlardan Kazancı Bedih ile Tenekeci Mahmut Güzelgöz, Yaşar Nezihe Hanım’a büyük kıymet verdi. Fuzuli’yle denk sayılacak sevgi ve ilgi gösterdiler. ‘Mecnun isen ey dil sana leyla mı bulunmaz,’, ‘Sabret gönül eyyâm-ı sefâ yâre de kalmaz / Gam çekme ki vuslat demi ağyâre de kalmaz,’ gibi gazellerini sıra gecelerinde/konserlerinde seslendirdiler.
İlk gençlik döneminden başlayarak şiirlerini yayınladı. Malumat ve Terakki, Nazikter gibi dergilerde Mazlume, Mahmure ve Mehcure imzalarını kullandı. İlk şiir kitabını 1913’da, ikincisini ise 1924’de yayınladı. Hanımlara Mahsus Gazete, Kadın Yolu, Kadınlar Dünyası, Menekşe ve Sabah’ın sürekli yazarlarındandı.
Siyasi görülen, toplumsal muhalefeti konu edinen, ‘sivri’/’dobra’ dizeleri birilerinin dikkatini çekecekti. Yaşar Nezihe Hanım, şiirlerine el konulan, yayın yasağı getirilen ilk şaireydi.
- Kitle Örgütlerinde Çalıştı, Yöneticilik Yaptı… -
Biricik oğlu Vedat ile geçin(ebil)mek için terzilik, kâtiplik yaptı. Emeği ile yaşayan, alın terinin karşılığını almaya çalışandı. Devrinin kadınlarına - gücü nispetince! - öncülük etti. Amele Cemiyeti’ne üye oldu. Kadınlar Halk Fırkası’nın kurucuları ve yöneticileri arasındaydı. Bazı düz yazılar da kaleme aldı. Yönetimi acımasız, alaycı ve hayli keskin şekilde eleştirdi. Yerleşik sisteme muhalif tenkitlerinden ötürü kovuşturmaya da uğradı.
Asıl kalıcı şöhreti ‘1 Mayıs İçin’ adlı şiiri/marşı ile kazandı. Türk dilinde, Türk edebiyatında ilk 1 Mayıs şiirini yazma onuru/payesi kendisine aitti.
Aydınlık dergisinin Mayıs 1923 tarihli sayısının kapağı, Yaşar Nezihe Hanım’ın ‘1 Mayıs İçin’ şiirine ayrılmıştı. Şaire, emeği ile ekmeğini kazanan işçiye sesleniyor ve örgütlü mücadeleye destek veriyordu. İşgal altındaki İstanbul’da gazhane, tünel, tütün, tramvay, demiryolu gibi çeşitli/farklı işkollarında çalışan işçiler birlikte sokağa çıkıp 1 Mayıs’ı kutladı. Daha az çalışma süresi, sendika, grev hakkı için bağırdı/yürüyüş yaptı. Aynı törenler, 1919’dan beri işgal kuvvetlerine kafa tutarcasına tekrarlandı. Büyük Zafer’in ardından daha başka coşkuya kavuştu.
- TKP’li Diye Tutuklandı ve Yargılandı… -
Yaşar Nezihe Hanım’ın Aydınlık çevresiyle tanışmasına ilişkin iki farklı anlatı mevcuttu. İlki gruba kendisinin katıldığıydı. İkincisiyse oğlu Vedat’ın daha önce kurduğu bağlantıydı. Nazım Hikmet ile tanıştı. Yakınlık ve saygı gördü. Hikmet, Yaşar Hanım’a hep ‘Abla!’ diye seslendi ve eserlerini övüp destekledi.
1925’de, Şeyh Sait İsyanı bahane edilerek çıkarılan Takriri Sükun Kanunu’ndan nasibine düşeni aldı. TKP (Türkiye Komünist Partisi) ile ilgisi/bağlantısı ileri sürüldü ve tutuklandı. Aynı dava dosyasında Dr. Şefik Hüsnü, Hasan Ali Ediz, Sadrettin Celal, Nazım Hikmet, Şevket Süreyya Aydemir gibi Sol/Sosyalist çevrelerin yakından tanıdığı isimler de yer aldı. Bir süre hapis yattı. Suçsuzluğu anlaşılınca serbest bırakıldı ve beraat etti.
Beş parasızdı, biricik oğlu Vedat’ı özlemişti. Yine nafakasının derdine düştü. Zorlu/acımasız hayat şartlarıyla karşı karşıyaydı. Mahkeme/tutuklanma haberleri şiirlerinin yayınlanmasını engeldi. Kendi kabuğuna çekildi ve edebi/siyasi çevrelerden - istemese de! - uzaklaştı.
Zorunlu ayrılık, kısmen unutulmasına sebep oldu. Bazı entelektüel solcular/sosyalistler adını anmaktan, şiirlerini anımsatmaktan kaçındı. Aralarından küçümseyen, yazdıklarını beğenmeyenler çıktı. Kerim Sadi (Ahmet Nevzat Cerrahoğlu) kadir bilendi. Şaire ile yakın ilişki kurdu, ailesinden eksik malumatı tamamladı ve risale yazdı. Ayrıca sahasının klasiklerinden sayılan ‘Türkiye’de Sosyalizm Tarihine Katkı’ adlı eserinde Yaşar Nezihe (Bükülmez)’e gereken yeri verdi.
- Taha Toros Yeniden Hatırlanmasını Sağladı… -
Yeniden hatırlanmasını Taha Toros sağladı. Toros, Yaşar Nezihe Hanım’a ilişkin ilk bilgiye Martin Hartmann’ın 1919’da yazdığı ‘Dichter Der Neuen Türkei’ - Yeni Türkiye’nin Şairleri! - adlı kitabında rastladı. Uzun yıllar süren araştırma neticesinde, 1934’de izine ulaşabildi. Ünlü şaire, Aksaray’da, yıkık dökük/harabe evde kalırdı. Perişan haldeydi ve yoksulluğun pençesindeydi. Dostluğunu ilerletti, güvenini kazandı ve hakkında edindiği bilgilerin çok azını ‘Mazi Cenneti’nde yayınladı. Yaşar Nezihe Hanım, oğlu yaşındaki Toros’a yayınlanmamış 55 şiirini kaybettiği bir defterini de emanet etti.
Son dönem Türk tarihine çok önemli eserler kazandıran İbnulemin Mahmut Kemal İnal da ‘Son Asır Türk Şairleri'nde Yaşar Nezihe Bükülmez’e yer verdi ve metheden satırlar kaleme aldı.
Türk şiiri antolojisi hazırlayan bazı edebiyat heveslileri, Bükülmez’e haksızlık etti. 1934 yılında öldüğünü bile kaydettiler. Oysa Yaşar Nezihe Hanım, 1970 yılında 91 yaşında hayata veda edecekti.
- Oğlu Vedat’ın Annesine Şiddet Uyguladığı İddiaları… -
Hayatının tamamı ‘kördüğüm çile yumağı’ Yaşar Nezihe Hanım, oğlu Vedat’tan da aradığı sevgiyi/ilgiyi gör(e)medi. Binbir emekle büyüttüğü Vedat’tan - iddialara bakılırsa! - şiddet gördü. Vedat Bükülmez, 1932’de Yüksek Ticaret Mektebi’ni bitirdi, iyi bir işe girdi, sonra da evlendi. Ama Nezihe Hanım gelini ile anlaşamadı. Oğlu da karısı Hasibe Hanım’dan yana tavır koydu. Hatta bazı kaynaklara göre, annesine şiddet uyguladı.
Yaşar Nezihe Hanım, ağır şeker hastalığından dolayı görme yeteneği kaybetti. Son yıllarında hiç görmüyordu. Taha Toros son görüşmelerinden bahsederken, ellerinin titrediğini, gözlerinin görmediğini, ama belleğinin pırıl pırıl/dipdiri olduğunu yazacaktı.
Yaşar Nezihe Bükülmez, 6 Kasım 1971’de aramızdan ayrıldı. Küçükköy Altıntepe Mezarlığı’na defnedildi. 3 yıl sonra da Vedat Bükülmez hayatını yitirdi.
Yaşar Nezihe Hanım, ‘Bir Deste Menekşe’ (1913) ve ‘Feryatlarım’ (1924) adlı iki şiir kitabının sahibiydi. Şanlıurfa, çilekeş şaireye bir kere daha sahip çıktı. İ. Halil Çelik, 1987’de, ‘Yaşar Nezihe Hanım / Hayatı, Sanatı, Gazelleri’ adlı bir kitap yayınladı. İlknur Tatar Kırılmaz da ‘Yaşar Nezihe Bükülmez’ adlı bir monografi kaleme aldı.
1 Mayıs Marşı’nı yazan, başörtüsünü hiç çıkarmayan Yaşar Nezihe Hanım, bir röportajında hayat hikâyesini şöyle özetleyecekti:
‘(...) Silivrikapı'da büyüdüm. Şiirlerim edebî dergilerde yayınlandı. Bana, ‘Şairsin!’ dediler. Yazdıklarım şiirse, kucak dolusu şiire mâlikim. Altmış senelik hayatımda iki gün gülebildim…’
‘Zevk alamadım hayatın bahârından yazından / Kara bahtım utansın saçımın beyazından…’
Ali Hikmet İnce