Hollywood’un moda ikonu, Amerikan filmlerinin kuğu boyunlu, sıfır beden, esmer güzeliydi. Öldükten sonra da yaşamayı başaran, hakkında konuşulan ve yazılan nadir sinema insanıydı. Bir güz yaprağı gibi zayıf ve kırılgan, kraliyet ailesinden gelen soyluluğa sahip, zarafetin ve masumiyetin toplandığı kadındı.
Olağanüstü rol kabiliyetine sahipti: Aynı anda çocuksu, şımarık, komik, sevdalı, çekici, saf görünebilirdi. Hollywood’un 50’li ve 60’lı yıllarına damgasını vurdu. Oyunculuğu kadar sıra dışı/şık giyim tarzı, kendine has, özgün modasıyla dikkate değerdi. Hayırseverliği ile anıldı/hatırlandı.
Flemenk-İngiliz asıllı, ABD’li oyuncu Audrey Hepburn; ölümünden 33 yıl sonra yine kendisinden bahsettirdi. Hepburn hakkında yazılan iki kitap; güzel yıldızın bilinmeyen/şöhretinin gölgesinde kalmış yönlerini açıklarken, bazı itirazları da beraberinde getirdi..
- Öz amcası, Kont Otto van Limburg, Naziler tarafından idam edildi… -
Belçika’da nüfus kaydına göre Eudrey Kathleen Ruston; Hollanda kimliğinde Eda van Heemstra; ABD’deki ya da Hollywood’daki adı ile Audrey Hepburn; 2. Dünya Savaşı’nın bilinmeyen/isimsiz kahramanlarındandı. Öz amcası, Kont Otto van Limburg’un Naziler tarafından idam edilmesinden sonra, derin travma geçirdi; direnişe katılmaya karar verdi. Hollanda’da yaşadığı savaş günlerinde, Alman işgaline karşı durdu. Hollanda Direniş Ordusu’nun gönüllü fedaisi/üyesiydi. Örgüt yazışmalarının iletilmesi ve cevaplarının getirilmesinden sorumluydu. Yahudiler için sahte belgeler temin etti; jenositten kurtulmalarını, sürgün edilmemelerini sağlamaya çalıştı.
Hollywood ikonu, UNESCO’nun iyilik meleği, başarılı sinema sanatçısı Audrey Hepburn; 4 Mayıs 1929’da Belçika’nın Brüksel şehrine bağlı Ixelles bölgesinde doğdu. Annesi Hollandalı Barones Ella van Heemstra idi. Babası, İngiliz vatandaşı, zengin bankacı/banker, Joseph Victor Anthony Ruston’dı. İşi dolayısıyla hep ülke dışındaydı; biraz da çapkındı. Evde kaldığı süre içinde karı koca arasında kavga eksik değildi. Küçük Audrey; evde hiç mutlu değildi; annesinin ilgisi de çok azdı. Özgüven sorunu yaşadı. İyi eğitim alması, kendine güvenini pekiştirebilmesi için - 6 yaşında! - Londra’da yatılı bale okula gönderildi. Bir yıl sonra da, 1935’de babası evi terk etti; karısını da boşadı. - Bir başka iddiaya göre; annesi ile babası, Audrey Hepburn daha bir yaşındayken ayrıldı! - Küçük talihsiz Audrey; aile sevgisini, anne baba sıcaklığını yeterince hissedemedi; babasını bir daha hiç görmedi. Hayatının son gününe kadar tek başına kalma, terk edilme korkuları yaşadı. Yalnızlığını ve sevgi eksikliğini daha çok bale çalışarak aştı. Annesi 2. kez evlendi.
- İngiliz Kökeninin Bilinmemesi İçin Adı Değiştirildi… -
2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, milyonlarca insan gibi küçük Audrey’in de hayatını alt üst etti. Hollanda’ya Arhnem şehrine taşındılar. Ailesi de kalabalıklaşmıştı: 2 üvey kardeşi vardı. Audrey; okulu bırakmak zorunda kaldı. Annesi ileri görüşlüydü. Kızının adını Eda van Heemstra olarak değiştirdi. Audrey Kathleen Rustan ismi İngiliz kökenini vurguluyordu.
Nazi Orduları; Kuzey Avrupa’da irili ufaklı ülkeleri işgale başladı. Çok geçmeden de Hollanda ele geçirildi; kukla yönetim kuruldu. Öz amcası, Kont van Limburg’un servetine Naziler tarafından el konuldu; kısa süre sonra da idam edildi. Kontun idamını bütün aile üyeleri izledi. Küçük Audrey; gördükleri karşısında şok yaşadı; derin sarsıntı geçirdi. Nazilerin ne kadar gaddar, gözü kara, zalim ve insanlıktan uzak davrandıklarını gördü. İşgalciler; ülkenin üzerine çökmüş çekirge sürülerine benziyordu. Hollanda’nın bütün zenginliklerini, yer altı ve yer üstü kaynaklarını Almanya’ya aktarıyorlardı. ‘Kıtlık kışı!’ denilen ayaz ve açlığın at başı gittiği çile günlerinde, binlerce Hollanda vatandaşı yetersiz beslenme ve besin darlığından hayatını yitirdi. Yiyecek bulabilenler de astım, sarılık hastalıklarına yakalanmaktan kurtulamadı. Küçük Audrey; hem astım hem de sarılığın pençesine düştü; dönemin izlerini ömrü boyunca çekti.
Hakkında yazılan iki kitaba göre Audrey; savaş boyunca antinazist/antifaşist örgütlerde çalıştı. Direniş teşekküllerinin faaliyetlerine katıldı. İlk oyunculuk yetenekleri de gizli mesajları iletirken/alırken gösterdi. Küçük güzel ulak; şifreli mesajları götürürken yakalanmaktan korkmadı. Berry Paris tarafından kaleme alınan biyografisinde yukarıdaki iddialar sıralandı.
- Biyografi Yazarları Olayları Abartıyor muydu? -
Robert Matzen’in ‘Hollandalı Kız: Audrey Hepburn ve 2. Dünya Savaşı’ adlı eserinde de güzel yıldızın Hollanda Direniş Örgütü’ndeki faaliyeti inceden inceye aktarıldı. Kitabın önsözünü Hepburn’un küçük oğlu Luca Dotti yazdı. Annesinin 2. Büyük Savaş’ta yaşadıklarını/hatıralarını anlattı. Oğlu’na göre; Audrey Hepburn bir ‘kahraman’dı; tam bir ‘cesaret abidesi’ydi.
Hollanda’daki Airborne Savaş Müzesi Müdiresi Sarah Thurlings; biyografi yazarlarıyla aynı fikirde değildi. Hepburn için yazılan/yakıştırılan pek çok olay; ya hiç yaşanmamıştı ya da hayal mahsulüydü. Thurlings’in anlattıklarına ve aktardıklarına bakılırsa; Brüksel’den Avustralya’ya kadar çok geniş alanda, detaylı çalışma yapılmıştı. Binlerce belge incelenmişti; yaşayan binlerce tanıkla görüşülmüştü. Hepburn’ün direnişe katıldığına ilişkin bilgi ve bulguya rastlanmamıştı. Güzel kadın; savaş boyunca Arhnem’de tanınan bir dansçıydı. Direnişe katılma riskini alamazdı/almamıştı.
Müze yetkililerinin belirlemesine göre Hepburn’ün annesi Ella van Heemstra; Hollanda Faşist Partisi’nin çok etkin ve tanınan üyesiydi. Edindiği çevreyi ve sağladığı nüfusu, kızının dans dünyasında ilerlemesinde, ailesinin hayatta kalmasında kullandı. Savaşın son iki yılında Hepburn; Alman askerlerinin tanıdığı ve seyretmekten zevk aldıkları taze bir dansçıydı.
Annesi; Audrey Hepburn’ün üzerine titredi. İkinci evliliğinden olan çocuklarını Arhnem’de bıraktı. Londra’daki bale okulunun seçmelerine katılmak için kızıyla İngiltere’nin yolunu tuttu. Ama uzun yıkıcı savaş, kızın vücudunda derin izler bırakmıştı. Sağlıklı beslenememekten ötürü kasları yeterince gelişememişti ve kuvvetsizdi. Sözün özü: Vücudu bale yapacak dayanıklıktan ve beklenilen kıvraklıktan uzaktı.
- Annesi Menejerliğini de Yaptı… -
Ella van Heemstra; şahsi bağlantılarını kullanıp, kızının Londra’da kalmasını ve müzikallerde rol bulmasını sağladı. Hepburn; Londra’ya ısındı; bütün benliğiyle işine sarıldı. Güzelliği, masumiyeti, zarafeti, sadeliği ve hüzünlü yüzüyle fark edildi. Kısa sürede önemli rollere can verdi. Dans yeteneğini ve performansını geliştirdi. Olağanüstü başarımı sayesinde bütün dikkatleri üzerinde topladı.
Hollywood kapılarının açılmasında, dans yeteneğinin ve müzikal performansının payı tartışılmazdı. Annesinin menajerliği ve etkilediği sanat çevresinin yükselişinde rolü de azımsanamazdı.
1948’de, ilk filmi ‘Dutch in Seven Lesson’da oynadı; hostes rolündeydi. İlk uzun ve etkili oyunculuk gösterisi: ‘Young Wives Tale’ (1951)’deydi. Linda Farell karakterine hayat verdiği, 1951 yapımı ‘Monte Carlo Baby’ ile adını duyurmaya başladı. Aynı yıl, ‘Lavender Hill Mob’ ve ‘Secret People’ filmlerinde oynadı.
1952’de çıkışı yakaladı. ‘Roman Holiday’ (Roma Tatili) adlı film için deneme çekimi önerisini kabul etti. Tecrübe filmi Londra’da çekilip, Hollywood’a gönderildi. Filmde bir prensesi canlandırdı; ilk başrolüydü. Karşısındaki erkek oyuncu Gregory Peck’di. İlk başrolünün ödülü de büyüktü: ‘En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü’nü kazandı. ‘Roman Holiday’; aynı yıl 10 dalda Oscar’a aday gösterildi; 3 tanesini aldı.
Billy Wilder’in ‘Sabrina’sında ünlü aktör Humphrey Bogart’ın karşısındaydı. Bir defa daha Oscar adayları listesinde yer buldu. Döneminin bütün ünlü aktörleriyle kamera karşısına geçti; en tanınmış rejisörlerinin yönettiği yapımlarda oynadı. ‘War And Peace’, ‘Funny Face’, ‘Love in the Afternoon’, ‘Green Mansions’, ‘The Unforgiven’ gibi sinema tarihine geçmiş yapımlarda adı hep en üstte yazıldı. ‘My Fair Lady’, ‘Breakfast At Tiffany’s’, ‘Wait Until Dark’… gibi filmlerdeki başarısı tartışılmazdı.
- Özel Hayatında Aradığı Aşkı Bir Türlü Bulamadı… -
Özel hayatında fazla başarılı sayılmazdı. Fransız şarkıcı Marcel le Bon ile kısa süren bir beraberlik yaşadı. İş adamı James Hanson ile nişanlandı. Aldatıldığını öğrenince hemen terk etti. Başrol arkadaşları Gregory Peck ve Humprey Bogart ile aşk ilişkisine girdi. Sonuç yine hüsrandı.
Çocuk sahibi olmak, kalabalık bir aile sofrasına oturmak isterdi. William Holden ile fırtınalı aşka yelken açtı; evladı olamayacağını öğrenince dünyası yıkıldı.
İlk evliliğini, 1954’de Mel Ferrer ile yaptı; 1968’de boşandı. Sean adını verdiği ilk oğlu doğdu; sonrası dramatikti. 4 defa halime kalıp düşürdü. Geniş/büyük aile kurma hayali kursağında kaldı. Her hareketi, yaşantısının her anı basının ilgisindeydi. İtalyan asıllı pisiyatrist, Dr. Andrea Dotti ile ikinci evliliğini yaptı. Küçük oğlu Luca Dotti’yi doğurdu. Luca’dan ikinci kez hamile kaldı; ama yine düşük yaptı.
Amerikalı aktör Ben Gazzara ile mutluluğu yakaladığını sandı. Son birlikteliğinin kahramanı Hollandalı aktör Robert Wolders’dı. O’nun kollarında son nefesini verdi.
- Anne Frank’ın Hatıra Defteri’inde Oynamayı Reddetti… -
İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve İspanyolca’yı açık, anlaşılır, ana diline yakın, akıcı şekilde konuşurdu. Filmlerinde dublaja gerek görülmezdi.
1959’da The Diary of Anne Frank (Anne Frank’ın Hatıra Defteri)’in önerilen rolü kabul etmedi. 2. Dünya Savaşı boyunca yaşadığı acı tecrübeleri hatırlamaktan korktu. 1963’de Kleopatra filmi için düşünüldü; ancak rolü Elizabeth Taylor kaptı.
Hollywood’daki kadın oyunculardan oldukça farklıydı. Çok zayıftı ve uzundu. Gülen yüze, etkileyici/delici bakışlara sahipti. Yüz ifadesi daima biraz hüzünlüydü. Dikkat edildiğinde görülebilen tarifi imkânsız/zor melankoli yüklüydü.
Hayatının son yıllarını hayır işlerine ayırdı. Oğullarının yönettiği yardım fonuyla dünyanın her yerinde yardıma ihtiyaç duyan insanlara/kurumlara el uzatmaya çalıştı. UNICEF’in ‘iyi niyet elçiliği’ni başarıyla yürüttü.
Sanat macerası ve sinema, hayatının bütününü doldurmuyordu. Aşkı; ama sürekli aşkı arıyordu. Hayalinde kalabalık, mutlu ve sevgi yüklü bir aile hüküm sürüyordu. Yün yumağı gibi sıkı, birbirine saygılı ve bağlı ailesi için her şeyini verebilirdi. Bağlandığı, nikâhlandığı bütün erkeklerde babasını aradı. Ömrünün sonuna kadar da macerasını sürdürdü.
Aşırı sigara - günde 60 tane! - içerdi. Akciğer kanserinden - bir başka iddiaya göreyse; kolon kanserinden! - öldüğü yazıldı. Son yıllarını ağır tedavi şartlarında geçirdi.
Ali Hikmet İnce