Ünlü ressam Avni Arbaş, Ankara’ya gelmişti. İçkili lokantada karnını doyuruyordu; bir yandan da buzlu rakısını yudumluyordu. Tam bu sırada, iki sanatçı tanıdığı/dostu içeriye girdi. Gelenler: Oktay Rıfat (Horozcu) ve Melih Cevdet (Anday) idi. İki tanınmış şair, karşılarında İstanbullu dostu görünce sevindi. Sarmaş dolaş oldular; hasret gidermeye başladılar. Masaya oturur oturmaz yiyeceklerini söylediler; bir şişe de Yeni Rakı sipariş ettiler.
Laf lafı açtı; sanat dünyasının son dedikoduları anlatıldı/öğrenildi; şişenin dibi de göründü.
Öneri, Oktay Rıfat’tan geldi:
‘Radyoevi’ne gidip Nurullah Ataç’ın konuşmasını dinleyelim,’ dedi.
Melih Cevdet teklifi destekledi; Avni Arbaş karşı çıktı. Mazeretlerini sıraladı; ikili, bahanelerin hiçbirisini kabul etmedi;
‘Gidelim! Ataç’ı dinleyelim!’ diye tutturdular.
Arbaş; Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’e uymak zorunda kaldı.
- Ataç’ın Radyo Konuşmasını Dinlemek Yasak… -
Radyoevi’nin kapısında jandarma bekliyordu. Misafirler; Radyo Müdürü’nü ziyaret edeceklerini söyledi. Jandarma, isteği müdüre iletti; yönetici nezaket gösterip kendilerini kabul etti.
Oktay; içeriye girer girmez muradını iletti: ‘Biraz sonra, aziz dostumuz, Nurullah Ataç konuşacak. Kendisini dinlemeye geldik…’
Radyo Müdürü’nün cevabı net ve kararlılık yüklüydü:
‘Maalesef, stüdyoya girmek yasaktır! Bu yüzden kimseyi içeriye alamayız!’
Oktay Rıfat, duyduklarına inanamadı; beklemediği cevap karşısında çok sinirlendi. Kendilerine şans tanınmasını isteğini yineledi. Müdürün yanıtı yine olumsuzdu:
‘İmkânı yok, kardeşim! Kesin emir var; yayın yapılırken kimse stüdyoya giremez ve çıkamaz…’
- Ankara Radyosu Müdürü’ne Yumruk Savurmak… -
Oktay Rıfat; Radyoevi Müdürü’ne bir ders vermek gerektiğini düşündü.
‘Ya öyle mi? Sen kiminle konuştuğunu bilmiyorsun galiba?’ deyip, yumruğu patlattı.
Müdür’ün eli de armut toplamıyordu. Hemen karşılık verdi; Oktay’a sert kroşe salladı. Oktay Rıfat; gelen yumruğu görünce, kenara çekildi. Müdürün yumruğu yanlış hedefe yöneldi: Melih Cevdet’in yüzüne geldi. Ve kıyamet koptu: Melih Cevdet, yumruğun acısıyla çığlık atmaya, bağırmaya başladı.
Jandarmalar odaya dalıp duruma hâkim olmaya, ortalığı yatıştırmaya çalıştı.
Olay; yakındaki karakola gidecek kadar büyüdü. Radyoevi Müdürü; Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’ten şikâyetçiydi. Melih Cevdet de, Radyo Müdürü’nden… Karakolun baş komiseri anlayışlı, olgun kişiydi. Karşısında birbirinden şikâyetçi, tanınmış sanat adamlarını ve makam sahiplerini görünce, aralarında anlaşmalarını önerdi. Taraflar teklifi reddetti. Baş komiser bastırınca, Oktay Rıfat ile Radyoevi Müdürü şikâyetlerini geri almayı kabullendi. Ama Melih Cevdet; ‘Olmaz! Ben davacıyım. Hakkımı sonuna kadar arayacağım; kovuşturma açılmasını istiyorum,’ diye katı ve kararlı tutumunu sürdürdü. Dediğinden kolay dönmüyordu. Baş komiser, tecrübeli polisti. Tarafları barıştırmayı ve şikâyetlerinden vazgeçirmeyi başardı.
Ama olay çıkaran şairlerimizi sürpriz bekliyordu: Ertesi günün sabahına kadar karakolun nezarethanesinde misafir edileceklerdi. Avni Arbaş da suçu olmamasına rağmen arkadaşlarının yanında beklemek zorunda kalacaktı.
Ünlü kültür adamı Hıfzı Topuz; ‘Elveda Afrika Hoşça Kal Paris’ kitabında anılarını aktarmasa, Ankara Radyoevi’ndeki şairlerin kavgasını öğrenilemeyecekti…
Ali Hikmet İnce