15 asırlık Ayasofya, sahibinin/maliklerinin egemenlik sembolüydü. Bizans’tan Osmanlı’ya kalan en önemli tarihi/kültürel mirastı. Devlet-i Âli de geçmişten gelen muhteşem/emsalsiz yapıyı korudu, zamana karşı dayanmasını/devamlılığını sağladı.
Ayasofya, neredeyse 5 yüz yıl cami olarak kullanıldı. Süleymaniye, Sultanahmet gibi selâtin camileri inşa edilene kadar imparatorluğun en büyük mabediydi. 1918 Kasım’ında payitaht işgal edilip, Osmanlı teslim bayrağını çekince, Ayasofya yeniden kilise yapılmak istendi.
İşgal kuvvetlerinden destek gören İstanbul’un gayri Müslim cemaatlerinden - özellikle de! - Rumlar, Yunan askeri yetkililerinin de kışkırtmasıyla Ayasofya’nın kiliseye dönüştürülmesini ve ayine açılmasını talep etti/istedi. Patrikhane de arkalarındaydı. Tarihî mabede çan takılacak ve 5 asır sonra İstanbul semalarında çan sesleri duyulacaktı/yükselecekti.
Hatta merkezi otoritenin zafiyeti/güçsüzlüğü yüzünden, Müslüman ahaliye karşı taşkınlık ve eziyet etmeye de giriştiler. Yer yer rahatsızlık veren hareketlere başladılar.
- Rum Azınlık Ayasofya’yı Kilise Yapacaktı… -
Ayasofya’ya Yunan askerlerinin de desteği ile ani baskın yapılacaktı. Camiye fiilen el konulacak, görevlileri ve cemaati dışarıya çıkarılacaktı. Sonra da çan takılacak ve kilise için gerekli teçhizat yerleştirilecekti. Plana İngiliz ve Fransız yetkililer de - görünürde! - arka çıkacaktı. Silahlı çatışma çıkması ihtimali de göz ardı edilmeyecekti.
Bir Fransız yetkilisi, Türk makamlarına hain/kabul edilemez planı iletti. Proje - ilk anda! - inandırıcı/mantıklı gözükmese de, ilgisiz kalınamazdı. Gerekli tedbir alınmalı ve girişimin önü - mutlaka! - kesilmeliydi.
Ayasofya’nın güvenliği bir tabur Türk askeri tarafından sağlanırdı. Birliğin komutanı Binbaşı Muhtar Bey’di. Ulu mabedin her köşesinde konuşlanan piyadelerimiz, tarihi mirası muhtemel saldırılara/tecavüzlere karşı korumak için - daima! - elleri tetikte beklerdi. Camii şerifin muhafazasına ve müdafaasına - her daim! - hazırdılar.
- Piyade Tugayı Ayasofya’yı Son Erine Kadar Savunacaktı… -
Ömer Cemil (Karabekir) Bey, Harbiye Dairesi İkinci Piyade Şubesi Müdürü idi. Rum azınlığın planını haber alır almaz Binbaşı Muhtar Bey’in yanına gitti. Kendisini durumdan haberdar etti. Sonra da fikrini sordu.
Muhtar Bey, ‘Arkadaşlarımla görüşeyim,’ dedi. ‘Sonucu size bildiririm…’Kısa süre sonra gelip müşterek kararı iletti. Taburun bütün subayları ve eratı ile durum değerlendirmesi yapılmıştı. Ve şu sonuca varılmıştı:
‘İçinde dört yüz yıldan beri namaz kılınan camii şerifi, bilhassa Fatih Sultan Mehmet Han gibi Peygamber Efendimiz Hazretleri’nin (S.A.V) övgüsüne mazhar olan bir padişahın, pek büyük ve emsalsiz komutanın emanetini nankör, nâmert, zebunkeş düşman(lar)a teslim etmektense, kahramanca ölmek hayırlı bir vazifedir.’
Taburun subayından erine kadar herkes aynı fikirdeydi. Kanlarının son damlasına kadar ata mirası savunulacaktı. Ayasofya’yı düşmana teslim etmektense, hep beraber can verilecekti. Bir asker dahi sağ çıkmayacaktı. Kur’an-ı Kerim’e el basarak yemin etmişlerdi.
- Sultan Fatih’in Emaneti Cami Olarak Kalacaktı… -
Yakın tarihimize ait pek çok hatıratta ‘Mitralyoz Binbaşı Cemal Bey’ diye geçen, sonradan korgeneralliğe kadar yükselen Ömer Cemal Karabekir Paşa, adı unutulan - ama kalplerimizde daima yaşayan! - binlerce mütevazı kahramanımızdandı. İşgal altındaki İstanbul’da Ayasofya’nın kiliseye çevrilmesini engellemek, Sultan Fatih’in mirasını korumak için şahadeti göze alan kahraman Türk askerlerinin içindeydi.
Direnme kararı alan askerlerimiz, ‘Biz öleceğiz. Yalnız bir kararımız daha var: ‘Biz öldükten sonra, cami de yaşamasın! O da bizimle beraber yeryüzünden silinsin!’ demişti.
Binbaşı Muhtar Bey, Binbaşı Ömer Cemal (Karabekir) Bey’e yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarını tutamadı:
‘Askerin son isteğini de siz yerine getireceksiniz. Ben, Fatih Hazretleri’nin türbesinden geliyorum. Sultan’ın manevi huzurunda durdum. Taburumuzun asker ve subaylarının aldığı kararı arz ettim. ‘Son neferimize kadar vuruşacağız. Bir tek asker kalmayıncaya kadar emanetini müdafaa edeceğimize söz veriyoruz. Müsterih ol, koca Fatih!’ dedim.’
- Piyade Tümenine Ağır Silahlar Verildi, Maneviyat Yükseltildi… -
Binbaşı Ömer Cemal Bey çok duygulandı. Muhtar Bey’in şahsında bütün arkadaşlarını kutladı. Amirleriyle konuşup gereken desteği sağlayacağını vaat etti.
Amirleri planı yerinde ve uygun buldu. Ayasofya’daki piyade taburu derhal takviye edildi. Bol miktarda uzun namlulu parabellum tabanca, otuz iki fişekli şarjörlerden verildi. Tabancaların her biri dakikada 96 mermi atabilen cinstendi. Makineli tüfeği aratmazdı. Çok miktarda el bombası da ulaştırıldı. Ayasofya’nın muhtelif münasip yerlerinde yuvalar hazırlandı. Tahrip kalıpları yerleştirildi. Son ana kadar müdafaaya devam edilecekti. Ümit kalmayınca, patlayıcılar ateşlenecek, hem geride kalanlar hem de cami havaya uç(urul)acaktı.
Kahraman fedai tabur, Ayasofya’yı içerden müdafaa edecekti. Dışarıdan da halk ve askerler tarafından yardım almaları sağlanacaktı. Ayasofya’yı savunmak isteyen pek çok gönüllü çıkmıştı.
Öte yandan piyade taburu hazırlıklarını - iki gün içinde! - tamamladı. Subaylar evlerine gitmedi. Erat ile beraber kaldılar. Maneviyatı yüksek tutmaya, savunma planlarında en küçük açık bile vermemeye üstün gayret gösterdiler.
- Fransızlar, Rumlara Durumun Vahametini Anlattı… -
Ayasofya’da yüksek seviyede yapılan askeri hazırlık, Fransız ve diğer işgal kuvvetlerinin dikkatinden kaçmadı. Türk askeri yetkilileri de kendilerini önceden haberdar eden kaynak vasıtasıyla durumun ciddiyetini işgal kuvvetlerine anlatmaya çalıştı. ‘Rumlar ve Yunanlar, Ayasofya’ya çan takıp ibadetlerine uygun zemin haline getirmeye çalışırlarsa, çok ciddi tazyik ve savunma görecekti. ‘İnsanlık mirası’ mabet tamamen yitirile(bile)cekti.’
Mesajın devamı çok açıktı:
‘Şayet böyle vahim eyleme teşebbüs edilirse, İstanbul’da çok büyük facia, pek kanlı olaylar çıkacaktı. Belki de sebebiyet verenler, herkesten daha fazla zarar göre(bile)cekti.’
General Ömer Cemal Karabekir Paşa’nın hatıralarında anlattığına bakılırsa, Fransızlar durumun ciddiyetini kavradı. Rum ahalinin ve destekçisi Yunan askerlerinin ikna edilmeleri zor olmadı. İşgal altındaki İstanbul’da, Türk askerinin gösterdiği cesaret ve direniş her türlü övgünün üstündeydi. Ata yadigârı/mirası kutsal mekân kurtarılmıştı.
- Ayasofya Taburu’nun Subay ve Erleri Anadolu’ya Geçti… -
Cemal Karabekir Paşa’nın yazdıklarına göre, Ayasofya’nın müdafaasında görevli piyade taburunun subay ve erlerinin çoğu Anadolu’ya geçip millî kuvvetlere katıldı. Binbaşı Muhtar Bey, Sakarya Harbi’nden az evvel, Sakarya Nehri’ni geçerken bir top mermisinin isabet etmesiyle şehit düştü. Tabur arkadaşlarının pek çoğu da şahadet şerbetini yudumladı.
Mitralyoz Binbaşı Cemal (Karabekir) Bey, İstanbul’un işgal yıllarında Maçka Silâhhanesi’nde görevlendirildi. On binlerce silahın düşmana teslim edilmesini engelledi, güvendiği arkadaşlarına saklattı. Zamanı geldiğinde Anadolu’ya gönderilmesini/yollanmasını organize etti.
Savaş sonrası da askerlik görevini sürdürdü ve yaşı gelince emekli edildi. Son yıllarını, Çemberlitaş Piyerloti Caddesi 44 numaralı evinde geçirdi. Fıkhî kitaplar yazıp, mütevazı imkânlarıyla yayınladı. Sosyal faaliyetlerde bulundu, hayır kurumlarında çalıştı. Savaş anılarını da, ‘Maçka Silâhhanesi Hatıraları/İstiklal Harbi Kahramanları’ adı ile gazetelerde yayınlandı. Hatıraları ölümünden 40 yıl sonra kitap haline getirilebildi.
Ali Hikmet İnce yazdı.
Ali Hikmet İnce