‘Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını / Bana çok görme İlâhi bir avuç toprağını...’
Hastalığının son döneminde yazdığı şiirinde böyle diyordu Mehmet Akif Ersoy… Belki de bu son dileğiydi…
Nitekim Akif, okuduğunuz mısraların yazılmasından iki gün sonra, 27 Aralık 1936 günü, çok soğuk ve karlı bir İstanbul akşamında, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda kaldığı mütevazı dairesinde ruhunu teslim etti. Hastalığı süresince, tanıdıkları, dostları, arkadaşları, öğrencileri akın akın ziyaretine gelmişti. Üstat, herkese ilgi göstermeye çalışmış; hastalığını unutup konuşmalarına katılmaya gayret etmişti. Ziyaretçileri arasında resmî titirli kimse yoktu. Başka bir deyişle, ne bürokratlardan, ne de siyasilerden ziyaretçisi olmamıştı.
Aynı yılın Haziran ayında İstanbul’a geri dönmüştü; hastalığının ileri devresini sevdiği şehirde geçirmek istiyordu. Vatan hasreti de, bir diğer dönüş sebebiydi. Gazetelerin ilgisi son derece sınırlıydı; ölümü de gelişi gibi kısa, tek sütunluk haberlere konu edildi. Hastalığının safahatı da haber değeri taşımıyordu. Akif’in dönüşü - daha çok - yakın dostlarını sevindirmişti.
Yeni yönetim ve idarecileri, Akif’e karşı kuşkuluydu. Zirâ, Çanakkale Şairi, Türkçe Kur’an Meali’ni tamamlamasına rağmen, teslim etmemiş, Mısır’a hicreti - kendince! - doğru bulmuştu. Yapacağı tercümenin Kur’an yerine konulmasından/okutulmasından endişe etmişti.
Cenaze için resmi tören hazırlanmamıştı. Ne İstanbul, ne de Ankara Radyoları olağan programlarının dışına çıkmamıştı. Hattâ bir iddiaya göre, dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, İstanbul Üniversitesi Rektörü’nü arayıp, öğrencilerin cenaze törenine katılmasını engellemesini istemişti. Bir başka iddia ise, adı geçen bakan, resmî bir talimat yayınlamış, Mehmet Akif’in cenaze töreninden uzak durulmasını istemişti. Belki de, tek parti yöneticileri, cenaze töreninin bir büyük protesto dalgasına dönüşmesinden çekinmişti.
Ailesi, cenazenin Beyazıt Camii’nden kaldırılmasını arzuladı. Üstat; çıplak, örtüsüz, yalnız tahtadan ibaret bir tabuta konuldu; dört kuvvetli hamalın omuz vermesiyle evinden çıkarıldı. Yoldan geçen bir at arabasına yüklendi ve arabacının yanına da son nefesine kadar başından ayrılmayan öğrencisi bindi. Hamallar bir yandan tabutu tutuyor, öbür yandan da arabadan düşmemeye çalışıyordu. Arnavut kaldırımı yolları izleyen araba, bir saatlik inişli-çıkışlı yolculuktan sonra Beyazıt Camii’nin önüne gelebildi. Öğle ezanının okunmasını daha iki-üç saat vardı. Hamallar, caminin karşısındaki Emin Efendi Lokantası’ndan sağlam bir masa çekti ve tabutu üzerine bıraktı. Refakatçi genç, hamalların parasını ödedi; herhalde ‘cami cemaati cenazenin kaldırılmasına yardım edebilir,’ diye düşünmüştü.
Çanakkale Şairi’nin ölüm haberi, sabah yayınlanan gazetelerde kısacık da olsa yer aldı. Öğrenci gençler de, cenaze merasimine katılmak istiyordu. Beyazıt Camii’nin bitişiğindeki Küllük Kıraathanesi’nde nöbete duran bir grup genç, cenazeyi karşılamaya hazırlanmıştı. Gençlerden birisi, masanın üzerindeki çıplak tabutu görünce, ‘Kim bilir hangi fakirin …’ diye düşündü. Hemen arkadaşlarını yardıma çağırdı; beraberce tabuta omuz verip, musallaya taşıdılar. Refakatçi öğrenciden cenazenin kimliği öğrenilince, bir uğultu koptu ve dalgalanma görüldü. Yüzlerce genç, ellerini semaya kaldırmış, hem dua ediyor, hem de hıçkırıyordu. Emin Efendi Lokantası’nın sahibi Mahir Usta’ya koşan bir başka genç, elinde bayrakla cenazenin yanına döndü. Nöbetçiler, arkadaşlarına haber uçurdu. Beyazıt Meydanı bir anda binlerce öğrenci ve her yaştan insan ile doluverdi. İstanbul Üniversitesi’nden getirdikleri büyük Türk Bayrağı ile tabutu sardılar. Gençlerden diğer biri de Kabe Örtüsü getirdi; tabutun üzerine serdi.
Ünlü şair Orhan Veli, Akif’in tabutunun getiriliş hikâyesini duyunca gözyaşlarını tutamamıştı: ‘Akif’in cenazesini dört hamal getirmiş; Emin Efendi Lokantası’nın önüne bırakmış. Bu nasıl olur?’ diye hayretini ve üzüntüsünü belirtmişti. Olayın şahidi, sonradan profesör olacak, Abdülkadir Karahan idi.
Tabut, cenaze namazından sonra öğrencilerce omuzlara alındı. En önde, Edebiyat Fakültesi yazılı büyük bir çelenk vardı. Aşırı soğuğa ve kar yağışına rağmen, kalabalık sırayla tabuta omuz veriyor ve tekbir getiriyordu. Saatler geçtikçe insan sayısı artıyordu: Kortej Fatih’e geldiğinde, diğer ucu daha Beyazıt’taydı. Akif’in cenazesi mezara, Fethi Tevetoğlu ve bir arkadaşı tarafından indirildi. Defin tamamlandıktan sonra, Abdülkadir Karahan uzun bir konuşma yaptı. Son duayı İstiklal Marşı izledi.
Ersoy; ailesine bir kat esvap, bir mavzer tüfeği ve bir İstiklâl Madalyası miras bırakmıştı.
Ali Hikmet İnce yazdı.
Ali Hikmet İnce