Sultan İbrahim; 18. Osmanlı Sultanı, 97. İslam Halifesi’ydi. Babası 1. Ahmet, annesi Kösem Sultan’dı. Sultan Birinci Ahmet’in 12 oğlunun en küçüğü, sonuncusuydu. 5 Kasım 1615’de İstanbul’da dünyaya geldi. 3 yaşında Kafes Köşkü’ne kapatıldı; tam 22 yıl ölüm korkusuyla - 4 duvar arasında! - yaşadı. Osmanlı Tarihi’yle uğraşan müverrihlere göre; yaşam ile ölüm arasında gidip gelen ruh haline sahipti. Ağabeyi, 4. Murat’ın despotluğundan, acımasızlığından kurtulmak için her yolu denedi. Şehzade Beyazıt, Şehzade Süleyman ve Şehzade Kasım’ın vahşice boğazlanmasından ürktü. İdamlar/boğdurmalar esnasında duyduğu gürültüler, feryatlar, haykırışlar, yakarışlar kulaklarında takılı kaldı. Sultan 4. Murat; Şehzade İbrahim’i en sona bırakırken kendisine zarar gelmeyeceğinden/ver(e)meyeceğinden emindi. Hatta iddiaya bakılırsa; Bağdat’tan dönüşünde ‘katlini ferman etti!’; ama annesi Kösem Sultan devreye girdi. Osmanlı’nın soyunun kurumasını engelledi. Sultan İbrahim; - tarihçiler tarafından! - Osman Gâzi’den sonra Osmanlı Sülalesi’nin ikinci atası/babası sayıldı.
Ağabeyi 4. Murat öldüğünde 28 yaşındaydı. Şehzade İbrahim; 9 Şubat 1640’da taht müjdesini ‘ölüm fermanı!’ şeklinde algıladı. Yeni kumpasla karşı karşıya kaldığını sandı. Ayak diredi; ağabeyine uzun ve bereketli saltanat diledi. Ama karşısındaki müjdecilerce ikna edil(e)meyince; zor kullanılarak hücresinden çıkarıldı. Bin bir ikna faaliyetinden sonra inandırılabildi. Hele ağabeyinin soğumaya yüz tutmuş naaşı ile karşılaşınca; ancak kan(dırıl)abildi. Korku ve titreme krizine tutulmuştu. Ölümün soğuk rüzgârının yarattığı dehşet anaforundan boncuk boncuk terlemişti.
- Sultan Birinci İbrahim; Osmanlı Ailesi’nin Sona Ermesini Engelledi… -
Tahtın yeni sahibi, 25 yaşında genç; ama madden ve manen çökmüş hükümdardı. Erkekliği tutuktu; kısır sanıldı. Alternatifi yoktu; değil ülkeyi, kendini idare etmekten dahi yoksundu.
Annesi Kösem Sultan - yeniden! - ipleri eline alacak; ülkeyi yönetecek ve küplerini dolduracaktı. Oğlu, haremden çıkmayacak; genç, diri, ateşli cariyeler arasında, ‘yeryüzü cenneti!’nde keyif çatacaktı. Böylece Osmanlı’nın soyu dumura uğramaktan kurtulabilecekti. Sultan İbrahim; biraz da annesinin yönlendirmesiyle doyumsuz hazzın ve beden mutluluğunun yolcusu rolüne soyunacaktı.
Kösem Sultan; Osmanlı’nın en kıymetli varlığını el üstünde tuttu: Her Cuma özel eğittiği/biat aldığı; dünya güzeli, cilveli, işveli cariyeyi koynuna soktu. Aslına bakılırsa; 16 - 17 yaşındayken hastalığının farkına varılmıştı. Tığ gibi delikanlıyken; Kafes Sarayı’ndaki odasına konulan güzel cariye(ler) karşısında utanmıştı; tutukluğunu giderememişti.
Saltanatının ilk yılında haremin en ateşli/becerikli kadınlarının cilveleri bile problemini gider(e)medi. Kösem Sultan; ülke yönetimini bir yana bıraktı; biricik şehzadesinin varis verdirmesini birincil vazife edindi. Haremdeki görevliler de canla başla çalıştı/destek verdi. Osmanlı’nın tek umut kaynağına sunulacak nazeninler dikkatle/itinayla seçildi. Fevkalade terbiye ve eğitimden geçmiş mah yüzlüler ardı ardına servis edildi. Her birisine vizeyi bizzat Kösem Sultan verdi; kendilerinden biat/bağlılık yemini de aldı.
- Sultan İbrahim; Harem’deki Yoğun Mesaisinden Bitap Düşerdi… -
Bir yandan da cinsel gücünü artıran/takviye eden otlar, macunlar ve ilaçlar sunuldu. ‘Cinci Hoca’ adıyla maruf Safranbolulu Hüseyin Efendi’nin nefesinin ve reçetelerinin etkisi görüldü.
Aşırı yükle(n)me, aklında ve zihninde bulanıklık yarattı; çılgınca hareketler yaptırdı. Müverrihlerin yazdıklarına/rivayetlerine bakılırsa; büyük dedesi 3. Murat’ı gölgede bıraktı. Zaman mevhumunu yitirdi; gece gündüz demeden türlü türlü cariyelerle ilgilendi; koyun koyuna beden hazzını doruklarda yaşadı. Bazen günde 20 kadınla münasebete girdiği iddia olundu. Sonunda da aşırı takatsizlikten/yorgunluktan yere serildi; - çoğu zaman! - bulunduğu yerde uyuya kaldı. Sık bayılma, nefes darlığı nöbetlerine yakalandı. Kadınlara ani ve aşırı ötesi ilgisi hayatını tehlikeye soktu. Annesi ve harem görevlileri endişeye ve telaşa kapıldı.
Kösem Sultan; daha dikkatli davranmaya, biricik evladını fazla yormamaya çalıştı. Sultan İbrahim’e sürpriz yaptı: Gözdelerin arasından - eskiden beri tanıdığı, eliyle evlendirdiği! - etli butlu cariyeyi, Şekerpare’yi de gönderdi. Şekerpare; tam bir afetti; 150 kilo ağırlığındaydı. Tarihi kayıtlarda zikredilen gerçek adı: Zehra Şehsuvar Hatun idi. Velinimetiyle eski sayılacak hukuka sahipti. 1. Ahmet ölünce; Kösem Sultan, Eski Saray’a sürüldüğünde yanındaydı. Şekerpare’yi, Kapıcıbaşı Taştan Kavak İsmail Ağa ile evlendirmişti. İsmail Ağa; eşini çok sevdi; aşkla bağlandı. Ama çocuk sahibi olamadı; karısı kısırdı. Kendinden çok yaşlı, çocuklu, dul başka hanımla daha evlendi; beklediği evlada kavuşabildi. Oğluna da Süleyman adını verdi.
Şekerpare, evin hanımı; kuması da, - biricik oğulları! - Süleyman’ın annesi rolüne büründü.
İsmail Ağa; bir yere görevli gönderildi; ama dön(e)medi. Mahkeme öldüğüne karar verdi; Şekerpare’yi ‘nikâhsız’/’boş’ kabul etti. Yosma henüz 20 yaşındaydı. İlk kocasından bir konak, iki dükkân ve bir bostan miras kaldı.
İkinci evliliği için fazla beklemedi. Saraydan, ekmek tablakârı, yakışıklı, - kendisinden 3 yaş küçük! - Filiz İsmail ile nikâhlandı. Genç İsmail’i tepeden tırnağa giydirdi/kuşattı. Bekâr odasından konağa gelen delikanlı ‘sınıf atladı’! Şekerpare; ikinci kocasına sıcak, samimi davrandı; aşırı değer verdi; avucunun içine aldı. Hamur gibi yoğurdu; her dediğini yaptıracak kıvama soktu.
- 150 Kiloluk Şekerpare; Sultan İbrahim’i Baştan Çıkardı; Kendine Ram Etti… -
Şekerpare; Kösem Sultan ile ilişkileri hep sıcak/samimi tuttu. Topkapı’ya dönmesinden sonra ziyaretine gitti; iltifat etti; bağlılığını/hizmetini sundu. Becerikli, dilbaz, girişken, işvebaz, iş bitiriciydi. Bir romancının anlatımıyla ‘İsviçre çakısı!’ gibiydi; her türden sorunu kolayca çöze(bili)rdi. Sarayı da, dışarıyı da iyi tanırdı; iyi tahlil ederdi. Kösem Sultan ile ‘küpleri doldurma harekâtı’nda ortaklık da ede(bile)cekti. Hem Sultan İbrahim’e hem de annesi Kösem Sultan’a - elinden gelen! - her hizmeti sundu. Kısa sürede İstanbul’un, belki de Osmanlı İmparatorluğu’nun en zengin ‘zevk erbabı’ oluverdi. Sultan İbrahim’de de ‘balık etli cariye hastalığı!’nı nüksettirdi. Belki de, ‘Somon etli cariye hastalığı/tutkusu!’ demek daha doğruydu. Virüs ise; - şüphesiz! - Şekerpare Hatun’du. Şekerpare; Sultan İbrahim’in yatağına/kanına/kalbine girdikten sonra, Topkapı Sarayı’nı ‘ilk adres’i yazdırdı. Rivayete göre; - şahsına! - Şam vilayetinin bütün vergi gelir(ler)i tahsis edildi.
Şımardı; palazlandı; kimseyi tanımadı; hatta - velinimeti! - Kösem Sultan ile saç saça baş başa kavga etme/edebilme cesaretini - kendinde! - bulabildi.
‘Somon etli!’ Şekerpare; Sultan’a yeni/taze kızlar da getirdi. Özel arabasıyla hamamları dolaştı; yıkanan tazelerden gözüne kestirdiklerini çeşitli vaatlerle ailelerinden kopardı. Hemen Saray’a koştu; Kösem Sultan’a da, Sultan İbrahim’e de müjde verdi. Abartısı, renkli anlatımı, aşırı ten zevki vurgusu dinleyeni mest ederdi.
Bir defasında da, öz amcasının kızı Leyla’yı, nam-ı diğer Saç Bağı Hatun’u, Saray’a getirdi. Bekletilmeden Sultan İbrahim’in huzuruna kabul edildi. Leyla’yı gören Sultan’ın eli ayağına, dili damağına dolaştı. Şekerpare; gördüğü/izlediği manzara karşısında gülmemek için dilini ısırdı. Ama konuşmak zorundaydı:
- Sultan İbrahim; Ağlayan, Sızlayan, Zorluk Çıkaran Kadınları Hiç Sevmezdi… -
'Haşmetmeap,’ dedi. ‘Leyla Hatun; amcazademdir. Babası tanınmış din âlimi ve müftüdür. Ama usulüne uygun istenmeden ve nikâh kıyılmadan kızını vermez!’ Padişah şaşırdı; kız aklını başından almıştı. Her şartı yerine getir(ebilir)di.
Duyanların aktardığı 2 rivayet öne çıktı. İlkinde yüklü başlık verdi; Saç Bağı Hatun’u nikâhına alıp muradına ulaştı. İkincisinde ise durum biraz farklıydı/karışıktı: Şekerpare’ye ceviz büyüklüğünde elmas verdi; müstakbel kayınpederine hediye götürmesini emretti. Ama Leyla’nın babası inatçıydı; evliliğe muhalifti; rıza göstermedi. Padişah; işi sıkı tuttu: Sadrazam Ahmet Paşa’yı görevlendirdi. Biraz da zorba yüzünü gösterip dünya güzelini getirtti.
Sultan İbrahim; beklenmedik anda dengesizleşirdi: Birkaç gün gönül eğlendirdi; sonra bıktı. Leyla Hatun’u babasının evine geri gönderdi. Genç kızın ağlamasından, yalvarıp yakarmasından çabucak sıkıldı.
Kösem Sultan; olayı duyunca küplere bindi. Şekerpare’yi un ufak etmeyi, etkisini kırmayı - bir kere daha! - kafasına koydu.
Sultan İbrahim de; annesinden sonra özel hizmetine en çok koş(uştur)an Şekerpare’yi ödüllendirirdi. Fettan güzel; Sultan’ın en zayıf anını kollar; dilediğini/istediğini hemen yaptırırdı. Rüşvet karşılığı, devletin önemli makamlarına tayin(ler) çıkarırdı. Sadece Saray’ın ihsanlarından değil, topladığı yedirmeliklerden de devasa boyutta servet biriktirdi. Diğer nedimeler, gözdeler, musahibeler tarafından kıskanıldı. Hatta Kösem Sultan’ın serzenişlerine/iğnelemelerine muhatapdı.
- Şekerpare’nin Yamakları/Yardımcıları; Aldıkları Her Rüşveti Kaydederdi… -
Şekerpare Hatun; Osmanlı Tarihi’nde aldığı rüşvetin muhasebesini tut(tur)an ilk kişi sayılabilirdi. Muhasebecileri; üvey oğlu Süleyman ile 2. kocası Filiz İsmail idi. Kösem Sultan’ın yaptırdığı/işlettiği Çakmakçılar Yokuşu’ndaki Büyük Han’ın 2. katında geniş oda kiralanıp merkez yapılmıştı. Sadece para, altın, kıymetli taşlar, mücevherler değil; her türden kumaş, halı, antika eşyalar, hayvan postları da itina ile depolanmıştı. Şekerpare’nin yardımcıları; tayin/torpil isteklerini not alır, listeler ve takip ederdi. İşlem(ler) bitirilmeden rüşvet(ler) kasaya girerdi. Öyle bir döneme gelindi ki; Kösem Sultan ve çevresindekiler, Şekerpare tarafından tasfiye edilmeye kalkışıldı.
Şekerpare’nin saraya girişinin 5 yılında, Süleyman ile Filiz İsmail; İstanbul’da parmakla gösterilen, zenginlikleri ile imrenilen kişilerin arasındaydı. Rüşvet karşılığı makam dağıtımı, sandıklar dolusu servet gözden kaçacak/saklanacak gibi değildi. Dedikodular öylesine aldı yürüdü ki, Divan-ı Ali’de konuşulur duruma geldi. Divan Üyesi Sofu Mehmet Paşa dahi, Şekerpare Hatun ve taifesini Kösem Sultan’a defalarca şikâyet etti.
Kösem Sultan; - bir kere daha! - Şekerpare’yi kenara çekip kendine çeki düzen vermesini istemeyi düşündü. Saraya geldiği bir gün yanına çağırttı. Ama Şekerpare davete icabet etmedi. Rakibesi cariyelere kafa tutmaya kalktı; Kösem Sultan’ı saçlarından tutup duvara çaldı. Devletin kadın hâkimi, Sultan 1. İbrahim’in kıymetli annesinin ağzı yüzü kan içinde kalıverdi. Kibri aklının önüne geçmişti. Yaptığının karşılığını da gördü: 1. İbrahim; âşık dahi olsa kabahatini affetmedi. Bütün mal varlığının el konulmasına; ‘somon etli’ Şekerpare’sinin Mısır’a sürülmesine emir buyurdu. Suç ortakları da yakalanacaktı. Bir başka rivayete bakılırsa; Mısır’a değil de Sakız Adası’na sürüldü; yanına gerekli eşyalarını almasına izin verildi.
- Şekerpare’nin Deposu’ndan Bir Orduyu Donatabilecek Servet Çıktı… -
Sözde kocası Filiz İsmail ile üvey evladı Süleyman kıskıvrak yakalandı. Sıkı bir sopa ve sıkıştırmadan sonra istenilen bilgi(ler) edinildi. Şekerpare Hatun; Sultan’ın armağanlarını ve topladığı yedirmelikleri biriktirmişti. Kösem Valide Sultan’ın Büyük Hanı’ndaki kiralık odaya/depoya ulaşıldı. 16 büyük sandık içinde mücevher, altın ve gümüş yığılmıştı. Sandıkların kilitlerinin üzerinde Şekerpare’nin mührü görüldü. Top halinde kıymetli kumaşlar ve ipekliler diziliydi. 200’den fazla kaz tüyü, deve tüyü, koyun/kuzu yününden yorgan(lar) depolanmıştı. Altın, gümüş muhtelif süs eşyaları da sayıldı.
Handaki depoyu basanlar kıymet takdiri yapmakta zorlandı. Sonunda el konulan servetin bir ordunun iaşesine yetebileceği hesaplandı. Sultan İbrahim bizzat depoya kadar geldi; gördükleri karşısında şaşkına döndü: ‘Hay Kâfir!’ dedi. ‘Bana her seferinde yiyecek/harcayacak tek akçem yok, derdi. Bak! Nelere sahipmiş… Benden bile zenginmiş… Bütün mallara el koyun ve hazineye irat - gelir! - kaydedin!’
Şekerpare’nin kocası Filiz İsmail ile üvey oğlu Süleyman’ın boynu vuruldu; murdar cesetleri Aksaray Çarşısı’na - ibret alınsın diye! - terk edildi.
Noel Barber adlı yazarın aktarmalarına bakılırsa; Şekerpare’nin maceraları hemen bitmedi. Sultan İbrahim’in tahtan haledilmesinin hemen ardından sürgünden döndü. Tatli dili, güler yüzü, cilveli tavrıyla eski mesleğine kavuştu. Esir pazarlarından güzel kızlar satın aldı; eğitti; zengin yöneticilere ve şehrin varlıklı eşrafına sundu/pazarladı. İstanbul’un en bilinen ‘muhabbet tellalı’ydı. Ünüyle beraber düşmanları da çoğaldı. Bir fincan kahve ile dünyası değişti. Kahvesine katılan küçük cam parçaları bağırsaklarını parçaladı; iç kanamaya yol açtı. Can veriş süreci uzun ve ızdıraplıydı. Şekerpare’nin vefatı; Venedik kriptolarına bile girdi: ‘Şişman ama güzel sultan öldürüldü!’
Osmanlı’nın 2. atası Sultan İbrahim’in 8 yıla sığa(bile)n hükümdarlığı; 8 ciltlik romana konu edilebilecek renklilikte/çılgınlıktaydı. Başka yazılara da konu edilebileceği muhakkaktı!
Ali Hikmet İnce