Son önemli rolü Avrupa Yakası’ndaki Tahsin Bey’di. Dizide hanımını - İffet Hanım! - da bir dönemin çok ünlü pop yıldızı Hümeyra canlandırıyordu. Türk tiyatrosunun en önemli/bilinen oyuncularındandı. Çok renkli hayatı, ilginç davranışları, farklı hobileriyle de tanınıyordu. Gerçek hayattaki eşi Gönül Ülkü ile kurdukları tiyatro hayatlarının merkeziydi. Ağır hastalık ve ölüm dışında sahneleri hep açıktı. Hatta Gazanfer Özcan’ın annesinin vefatı gecesi bile programa uyuldu; acı kayıp, seyirciye hissettirilmedi.
Gazanfer Özcan; kendine has ses tonuna ve zengin yüz mimiklere sahipti. Cihangir’de doğmuştu; 5 çocuklu ailenin ortanca evladıydı. Alaylıydı; liseyi bitirdikten sonra Şehir Tiyatrosu’na girmiş ve bir daha da tiyatrodan ayrılamamıştı. Sevgili eşi, Gönül Ülkü ile de aynı işyerinde tanışmıştı.
Özcan’ın meslek yaşamı dışında ilginç, hareketli ve az bilinen özel hayatı vardı. Mesela, ruhsatlı iki tabancasını yanından hiç ayırmazdı. Tabancalarından birisi 38’lik Smith Wesson Magnum, diğeri ise özel kabzalı 7.65 Kırıkkale’ydi. Özcan’ın polislerle de arası gayet iyiydi. Ankara’ya her gidişinde; Polis Poligonu’na özel izinle girer ve atış talimi yapardı. Keskin nişancı bile sayılabilirdi. Tıraş fırçasına, boş şişelere, küçük aynalara ve hatta hareketli balonlara ateş ederdi. Silah sevgisi çocukluğuna dayanıyordu. Ailesinde çok sayıda polis vardı. Anlatımına göre; 12 Eylül öncesinin anarşi dolu, gri ortamında, kendini güvenceye almak için silah sahibi olmuştu. Silahlarını canlı hedeflere karşı hiç kullanmadığına - daima! - şükrederdi.
- Evleninceye - ikinci defa! - kadar çok bol çapkınlık yaptım… -
Gazanfer Özcan; fareden çok korkardı. Bu sırrını çok iyi saklar, dostlarının kendisine şaka yapmasını engellemeye çalışırdı. Ölümünden önce yapılan bir röportajda, ‘Farenin büyüğü, küçüğü söz konusu değil. Fındık faresi de benim için aynıdır, ödüm kopar,’ demişti. 6 yaşındaydı; Cihangir’deki büyük konakta oturuyorlardı. Odasında yalnızken, yanına iri, kocaman bir fare geldi. ‘Kış!’ dedi; bağırdı; ama fare yerinden kıpırdamadı. Dişlerini gösterip hırlamaya başladı. Küçük Özcan da sandalyeye çıkarak kurtulmayı başardı. Farenin aşırı cüretkârlığı şuur altında yer etmişti.
Ailesi, küçük Gazanfer’i hep kontrol altına tutardı; başına bir iş gelmemesini sağlamaya çalışırdı. Annesi hep tembihlerdi: ‘Suphi Amcan çağırırsa sakın gitme çocuğum…’ Yanına gitmesi yasaklanan Suphi Amca köçekti ve düğünlerde kadın kılığında oynuyordu. Ama ailenin korktuğu olmadı: Suphi Amca, küçük Gazanfer’i hiçbir zaman çağırmadı.
Usta tiyatrocu Gazanfer Özcan iki evlilik yaptı. İlk evliliğinden sonra 10 yıl kadar bekâr hayatı yaşadı. Yine bir röportajında, ‘Evleninceye - ikinci defa! - kadar çok bol çapkınlık yaptım,’ diyordu. ‘Bu konuda çok şanslıydım. Yakışıklı arkadaşlarımın başaramadıklarını ben başardım. Başarımda kuvvetli çenemin de etkisi var, ama ben işin reklâmına çok inanırım. Eğer insan güzel, cici bir hanımla flört ederse, diğer hanımlar kendiliğinden teslim olur. Bunun kaymağını çok yedim...’
Özcan; aşkı uğruna intihara bile teşebbüs etti. Bir avuç dolusu ilâcı yutup hayatını sonlandırmayı düşündü; ama ailesinin çabasıyla kaldırıldığı hastanede kurtarıldı. Sonradan yaptığı deliliğin farkına vardı; pişmanlık duydu.
- Her sabah ‘sinekkaydı’ tıraş olurdu… -
Gazanfer Özcan, çevresindekileri - kendi yorumu! - rahatsız edecek kadar titizdi. Eşi Gönül (Ülkü) Hanım da durumundan şikâyetçiydi. Her sabah kalktığında pijamalarını - paketlenecek gibi! - katlardı. Terlikleri, ayakkabıları ucu ucuna konurdu. Çorapları ütülenip katlanırdı. Elbiseleri önce havalandırılır sonra yerine asılırdı. Her sabah ‘sinekkaydı’ tıraş olurdu; sonrasında elektrikli tıraş makinesini dikkatle temizlerdi. Kravat, çorap ve kemer renklerinin aynı olmasına çok dikkat ederdi. Çakmağının gazını kendisi doldururdu. Yakın çevresinin ifadesine göre; kalp ameliyatına girinceye kadar günde 2,5-3 paket sigara içiyordu.
Kendi ifadesiyle ne kadar içerse içsin sarhoş olmazdı. Bir büyük rakı bitirse kendini kaybetmez, sarhoşluk belirtisi göstermezdi. Izgara ile özellikle de köfte ile arası iyiydi. Kıymayı saatlerce yoğurur; hiç yorulmazdı. Lezzetin sırrının soğansız ve kıymanın uzun süre yoğrulmasından geçtiğini söylerdi. Bir defasında, Silivri/Ortaköy’deki yazlığında; konuklarına ziyafet vermişti. Elleriyle 300 köfte yapmıştı. Köftelerin hepsi kalıptan çıkmış gibi aynı büyüklükte ve ağırlıktaydı.
Kin tutmayı bilmezdi. Birisine kızıp darılsa bile çabuk unuturdu. Aynı kişi ile karşılaştığında dargınlık sebebini hatırlamazdı. En kızdığı insanla birden bire canım ciğerim olabilirdi.
- Vasfi Rıza Zobu ve Reşit Gürzap’ı hep minnetle anardı… -
Sahnede asla küfür etmezdi; siyaset yapmazdı ve seyirciye göre oynamazdı. Evden çıkarken, tiyatroya adım atarken, sahneye girerken mutlaka sağ ayağını kullanırdı. Uğurlu sayısı 5’di.
Şehir Tiyatroları’nda başladığında iki ünlü aktörün etkisinde kalmıştı. Vasfi Rıza Zobu ve Reşit Gürzap’ı hep minnetle anardı. Her iki büyük usta için ‘gelmiş geçmiş en iyi jön komikler’ tanımlamasını yapardı. Bedia Muvahhit’i de rahmet ve minnetle yad ederdi. Müşfik Kenter için yaptığı benzetme olağanüstüydü: ‘100 yılda bir geleceğine inandığım sanatçı…’
Gazanfer Özcan sanattan para kazanamayanlardandı. Amerikan Hastanesi’nde hayatını yitirdiğinde Maliye peşindeydi. Ünlü sanatçı ömrünün son 5 yılını vergi borcunu ödemek için çalışarak geçirmişti. Öldüğünde 300 bin TL borcu kalmıştı. Ailesi de vergi borcunu kapatabilecek durumda değildi. Bu yüzden karısı ve kızı reddi miras etmek zorunda kaldılar.
Gazanfer Özcan da aynı Atıf Yılmaz gibi ‘devlete borçlu’ öldü.
Oysa devletin sanat insanlarına borçlu olması gerekmez miydi?
Ali Hikmet İnce