Telefon dinleme olayları, Osmanlı’da da, mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti’nde de biline geldi. 2. Abdülhamit, muhaliflerinin bağlantısını kesmek için telefon dağıtımını yavaşlattı/adeta yasakladı; mevcutları da sıkı kontrol altına aldı. Muhalefetin ne dediğini, ne düşündüğünü, ne yaptığını öğrenmeye çalıştı.
Kurtuluş Savaşı boyunca istihbarat işlerinden ünlü yazar/şair, Türk Ocakları’nın efsane Genel Başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver sorumluydu. Kimleri, hangi muhalifleri dinledi, hangi bilgileri derledi ve üstlerine bildirdi; hâlâ da bilinmiyor.
Bizde, MEH (Millî Emniyet Hizmeti) örgütü, 19 Aralık 1926 tarih ve 4507 sayılı gizli kararname ile kuruldu. Ankara merkez olmak üzere, İstanbul, İzmir, Kars ve Diyarbakır şehirlerinde şubeleri bulunuyordu. MEH’in ihdasında ve personelinin eğitiminde Birinci Dünya Savaşı’nda Alman Genelkurmay İstihbarat Servisi Başkanlığı görevini yürüten Leh asıllı (Polonyalı) Albay Walther Nicolai’den yardım alındı. Walther Nicolai gizlice ülkemize gelip, İstanbul’da Yıldız Sarayı’nda Türk istihbarat elemanlarına dersler ve konferanslar verdi. MEH’in ilk adresi Hacibayram’daki Şehit Keskin Sokak 14 numaralı binaydı. MEH’in bütün giderleri örtülü ödenekten karşılandı. MEH’in ilk başkanı Albay Şükrü Öğel’di. MEH (Millî Emniyet Hizmeti) adı daha sonra MAH (Millî Amâla Hizmet (Millî Emellere Hizmet)) olarak değiştirildi.
MEH elemanları, dinleyecekleri ev/iş yerine tavandan burguyla/matkapla delik açardı. Aşağıya sarkıtılan mikrofondan dinleme yapılırdı; genellikle de üst kattaki daire kiralanırdı. 2. Dünya Savaşı boyunca Ankara ve İstanbul’da ‘elmas’ adı verilen dinleyiciler kullanıldı. Sinyaller, Neptün diye kotlanan ofiste toplanır ve kayda geçirilirdi.
Ankara’daki dinlemeler Kavaklıdere’deki iki katlı bir binada yapıldı. Buraya Teknik Servis Bölümü denildi. Birinci katın iki odasında aletlerin imalatı ve tamiratı yapılırdı. Arka odalarda idari büro ve güvenliği/korumayı sağlayan askerlerin koğuşu bulunurdu. Üst/ikinci kat lojmanlara ayrılmıştı. Servisin asker yöneticileri, aileleriyle beraber burada otururdu. Binanın garajı dinleme aletlerinin yer aldığı, bilgilerin toplandığı bölümdü. ABD yapımı/bağışı cihazlar kullanılırdı. Personel eğitimi de ABD’li subaylar tarafından verilmişti.
DP (Demokrat Parti)’nin değişmez Başbakanı Adnan Menderes istihbarata aşırı meraklıydı. CHP’nin önde gelenlerini, partisinin muhalif milletvekillerini dinle(t)meyi, adım adım izletmeyi severdi. Muhalefet lideri İsmet İnönü listenin ilk sırasındaydı. Paşa her sabah taksiye binip CHP Genel Merkezi’ne gelirdi. Taksi şoförü, görevliler tarafından çevrilirdi. Paşa’nın ne konuştuğu sorulur, bazen ifadesine bile başvurulurdu. Menderes; DP’li milletvekillerini de dinletip, dikkatlerini çekerdi. Özellikle eleştirinin dozunu kaçıranların üzerinde durulurdu. CHP’li ve DP’li parlamenterler telefon konuşmalarına son derece dikkat ederdi; açık vermemeye çalışırdı. O günlerde MEH, MAH adını almıştı ve günde ancak 8 telefon dinleme kapasitesine sahipti.
CHP’lilerin ve CHP Genel Merkezi’nin dinlenmesine ilişkin tutanaklar, Yassı Ada Mahkemesi’nin ünlü ‘9 Numaralı Dosya’sına ayrıntılarıyla girdi. Aslında Menderes izletirken izlenmişti de… Bazı MAH mensupları da, Başbakan’ı adım adım takip etmişti.
Hatta dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın yatak odası ve çalışma odası da dinlenmişti. Bayar’ın kızı Nilüfer Bayar Gürsoy’un aktarımına göre, izlenme/dinlenme şüphesi ve belirtisi Şale Köşkü’nde ortaya çıkmıştı. Gürsoy olayı şöyle anlatmıştı/yazmıştı:
‘Darbeden önce Mart ayında, bir-iki gün için Şale'deydik. Daha önce hiç görmediğimiz çatı katını geziyorduk. Bu koridor üzerine iki taraflı sıra sıra açılan odalar, harem odaları imiş. Bu odalardan birinin önünde gördüğümüz manzara şu oldu: Ahşap zemin döşemesi yer yer sökülmüş, alt katın tavan tezyinatına ait alçılar meydana çıkmıştı. Bir an hesap ettim, burası babamın çalıştığı odanın veya bitişiğindeki yatak odasının üstüne rastlıyordu. Niçin söküldü diye sorduğumuzda, hademe müphem bir cevap verdi. Alt kata indiğimizde yaverlere bunu naklettiğimizi hatırlıyorum.’
27 Mayıs Darbesi’nden sonra açılan Başbakanlıktaki özel kasadan bazı mektuplar çıkmıştı. Sahipleri, DP iktidarının hapse attırdığı gazetecilerdi. Eşlerine yazılmış çok özel satırları barındırıyordu.
Aslında istihbarat dünyasının yıldızı PTT memuresi Ayten Akturan, mahkeme zabıtlarındaki namıyla Telefoncu Ayten’di. 1961’deki Yassı Ada duruşmalarında şahitlik yapan Ayten Hanım, devrik Başbakan Adnan Menderes’in aleyhinde ifade verdi. Başbakan’ın milletvekilleriyle yaptığı konuşmaları dinlediğini açıkladı. Mesela Menderes, İstanbul’daki mekânı, Park Otel’den DP İzmir Milletvekili Muzaffer Kurbanoğlu’na aramış, fırça çekmişti. Mahkeme reisi bile konuşmanın detayları karşısında şaşırdı. Akturan kendini şöyle savundu: ‘Efendim! Önemli konuşmaları kesintiye uğramaması için dinleriz. Birisi araya girer de bölünürse, bizi şikâyet ederler. Aksamaya meydan vermemek için dinleriz…’
Dava sonunda aralarında Menderes’in de olduğu 16 sanık çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Davanın savcısı Ömer Altay Egesel’di. Mahkemenin sonuçlanmasından sonra, Akturan’ın Egesel’in metresi olduğu savı ortaya atıldı. PTT’de bir odacı, Akturan’ın Egesel’e yazdığı iddia edilen mektupları ele geçirdi; gazetede yayınlanmasını sağladı. Son Havadis Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi Barlas Küntay’ın imzasını taşıyan haberler, Akturan/Egesel birlikteliği iddiasını sergiledi.
Akturan, ‘şehirlerarası servisi’ndeki vazifesinden başka bir birime, ‘muhasebe’ye kaydırıldı. Resmi bir yazıyla da dikkati çekildi.
Yassı Ada’daki DP’li mahkûmların kaldığı bütün koğuşlar dinlenirdi. Ada Komutanı Yarbay Tarık Güryay yeterli sayıda mikrofon yerleştir(t)mişti. Bir gün, kadın tutukluların kaldığı koğuştan ses gelmeyince, dinlemeleri kayda alan askerler telaşlandı. Cihazların arızalandığını sandılar. Oysa koğuş sakini hanımlar aralarında kavga etmişti ve birbirlerine küsmüştü.
CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in dinlendiğini öğrenmesi de tamamen şans eseriydi. Ecevit’in TBMM’deki makam odasının telefonu çaldı. Bir ses uyarıyordu: ‘PTT’den arıyorum. Telefonunuzun borcunu ödeyiniz. Aksi halde kesilecek!’ Konuşanın iddiasına göre, 18 95 24 numaralı telefonun faturası yatırılmamıştı. Sekreter fatura gelmediğini söyleyince, karşısındaki ses, ‘Orası MİT Müsteşarlığı değil mi?’ diye sordu. Sekreter hemen CHP Genel Sekreteri Orhan Eyüpoğlu’na koştu ve olayı anlattı. Eyüpoğlu da, Genel Başkan Bülent Ecevit’e konuyu aktardı. Ecevit; Eyüpoğlu’dan telefon faturalarının bulunmasını istedi. Ama hiçbir faturaya rast gelinmedi. Telefon, Bülent Ecevit’in CHP Genel Başkanlığı’na seçilmesinden hemen sonra bağlanmıştı. Ecevit, CHP’nin yarım asırlık lideri, tarih çınarı İsmet İnönü’yü koltuğundan etmişti. Seçim sonrası ilk demeçlerinden birisinde MİT’i eleştirmişti. Madanoğlu soruşturmasında, Mahir Kaynak’ın istihbarat elemanı/ajanı şeklinde görevlendirmesine şiddetle karşı çıkmıştı.
Ecevit; partili 2 milletvekilini, Mehmet Ergül ve Yılmaz Alparslan’ı görevlendirdi. PTT’de araştırma yapacaklardı. Alparslan, 18 95 24 numaralı telefonun borcunu ödemek istedi; ama gişe memuru borç çıkaramadı; fatura ödenmişti. Araştırma sonucunda telefonun MİT’e ait olduğu iddia edildi. Milletvekilleri tespitlerini Ecevit’e iletti. 13 Aralık 1973 tarihli gazetelerin manşetleri, Ecevit’in telefonunu anlatıyordu.
Dönemin Başbakanı Naim Talu, iddialar üzerine soruşturma açtırdı. CHP, mahkeme başvurup olayı büyüttü. Ankara 10. Asliye Hukuk Hâkimi, bir bilirkişi ve avukatlarla PTT’ye tespite gitti. PTT belgelerine göre, meşhur telefon MİT’in üzerine kayıtlıydı. Başbakanlığın açtığı soruşturmada da aynı sonuç alındı. Belirlemelere göre MİT, telefon faturalarına toplam 3.607 lira ödeme de yapmıştı.
Açığa çıkarılan telefon, TBMM İdare Amirliği’ne bırakıldı. Ama adres değişikliği yapılmadığından, faturaların yine MİT’e gönderildiği öne sürüldü.
Ali Hikmet İnce