Uzun siyah saçları, iri kömür gözleriyle hemen fark edilirdi. ‘Malkoçoğlu’, ‘Battal Gazi’ gibi epik filmlerde, üstlendiği ‘vamp kadın’ rolleriyle iyiden iyiye ünlendi. Aslında yakın çevresinde ve eğlence dünyasında belli şöhrete sahipti. Ama tanınmış yıldızlara eşlik etmek ismini daha da parlattı.
Birsen Ayda; 1946 yılı, Ankara doğumluydu. Ama ilk gençliği İzmir’de geçti. Aile parçalanmasının kurbanıydı. Annesinin yanında kaldı; İzmir Kız Lisesi’nin orta kısmını zorlukla bitirebildi. Çalışkan ve zekiydi; ama yetersiz maddi şartlar eğitimini yarım bıraktırdı. 10 yaşında Yeşilçam ile tanıştı. Seyfi Havaeri’nin senaryosunu yazıp yönettiği ‘Sevda Sahilleri’ adlı filmde küçük rol aldı. Filmde, eski sevgilisiyle karşılaşan balıkçının hikâyesi anlatıldı.
Ayda; hayatın yükü omuzlarına binince; para kazanmak mecburiyetinde kaldı. Annesinin geliri yetersizdi. Bir komşusundan oryantal dersleri aldı; dansözlük yapacaktı. 1961’de İzmir ve İstanbul gazinolarında dans etti; ekmek parasını çıkardı. Farklı güzelliği, körpeliği, cilvesi ve cazibesiyle kendine yer edinmeye çalıştı. Etrafında hayran halkaları oluştu. Dans kıyafetleri, makyajı ve iri siyah gözleriyle çarpardı. Sinemadan da teklifler aldı. Hep 2. derece roller önerildi; yalnızca güzelliğini sergilenmesi/göstermesi beklendi.
- ‘Fatih’in Fedaisi’nde Kartal Tibet ile oynadı… -
Asıl çıkışı ve adını duyurması 1966’daydı. Senaryosunu Safa Önal’ın yazdığı; Tunç Başaran’ın yönettiği ‘Fatih’in Fedaisi’nde Kartal Tibet ile oynadı. Kenan Pars, Ayfer Feray, Tijen Par, Sevda Ferdağ, Süleyman Turan ile beraberdi. Yaşının körpeliğini ve farklı/değişik güzelliğini sergiledi. Türk Sineması yeni, hayli başarılı vamp kazandı.
Sinema serüveni 20 filmle sınırlı kaldı. Okullu değil; alaylı idi. Sinemada kariyer amaçlamadı; niyeti para kazanmaktı. Ayhan Işık, Cüneyt Arkın, İzzet Günay, Tanju Korel, Erol Taş, Zeynep Değirmencioğlu ile de aynı setleri paylaştı. ‘Malkoçoğlu Kara Korsan’ (1968), ‘Ayşecik ve Ömercik’ (1969), ‘Cehenneme Dolmuş Var’ (1971) gibi filmlerde göz doldurdu.
Kartal Tibet’in başarı ile canlandırdığı, ‘Tarkan Altın Madalyon’daki rolü önemliydi. Eva Bender gibi sarışın İskandinav afet ile aynı kadrodaydı. Birsen Ayda; şuh, azgın, gözü doymaz Vandal Kraliçesi’ni oynadı. 2 güzelin ‘cazibe defilesi’ perdede harikalar yarattı. Film beklenilenin/tahminin çok üstünde ilgi gördü.
- Birsen Ayda; Duygu Yüklü, Kalbi Mantığının Önünde Yürüyen Kadındı… -
‘Battal Gazi Geliyor’daki (1973) Maria rolü ile adını ‘vamp kadınlar kategorisi’ne kalıcı yazdırdı. Seksapalitesini, iri gözlerini, dansını sergiledi. Cüneyt Arkın başroldeydi. Natuk Baytan da yönetmendi.
Ayda; duygu yüklü, kalbi mantığının önünde yürüyen kadındı. Paraya, şöhrete, sosyal statüye itibar etmezdi. Romantik yönü hep ağır basardı. 1960’lı yılların yumuşak sesli, romantik solisti Atınç ile hayatını birleştirdi. O güne kadar kazandığı her şeye - aniden! - veda etti. Şöhretinin üzerine sünger çekti.
Atınç; müzik yaşamına basgitar çalarak girdi. 1942’de İstanbul’da doğdu. 1966’da, Ergüder Yoldaş’ın kurduğu ‘Halikarnas Altılısı’ ile eğlence sektöründe tanındı. Sonraki yıllarda tek başına çalıştı. Gitarının yanına sesini de gösterdi. EGEFON’dan çıkan 45’lik plağı ‘Sarmaşık Gülleri’ ile şöhreti yakaladı. Adını geniş kitlelere duyuran plağının öteki yüzündeki şarkı: ‘Nisan Yağmuru’ydu. Gazinolarda sahneye çıktı. 1970’li yılların sonunda müziği tamamen bıraktı. Eşi ile Beyoğlu Küçükparmakkapı Sokak’taki küçük dükkânda ticarete girişti. Mekânın ruhsatı ve sorumluluğu Birsen Ayda’nın üzerindeydi.
- Yoğun Hayat Trafiğinden Çocuk Sahibi Olamadılar… -
Bir ömür boyu beraberlik yemini veren çiftin evliliği 1992’de sona erdi. Zengin değildiler; fakat kimseye de muhtaç olmadılar. Yoğun hayat mücadelesinden çocukları da yoktu.
Atınç; 1992’de, aniden hayatını yitirdi. Birbirine dayanarak, hayata direnen ikilinin ortaklığı bozuldu. Birsen Ayda; yeryüzü meydanında tek başınaydı. Sosyal güvencesi yoktu; sürekli geliri de namevcuttu. Yardım almadan dükkânı yürütmesi de imkânsızdı. Kiraya vermeyi ve getirisiyle hayatını sürdürmeyi kararlaştırdı. Beyoğlu’nda küçük odaya sığındı; pansiyoner kalacaktı.
Birsen Ayda; ölümünden az önce yerleştirildiği huzurevinde, ziyaretine gelen gazetecilere yaşadığı dramı/başına gelen faciayı anlattı.
Ayda; dükkânını kiralamaya gelen 2 delikanlıya güvenmişti. Gereken kolaylığı gösterdi; cafe şeklinde düzenlenecek mekânın ‘sorumlu müdürlüğü’ne de kabul etti. İddiasına göre; tuzağa düşürüldü. Tahakkuk eden vergi(ler) ödenmedi. Adına çıkarılan kredi kartları da patladı. Borçlar her gün büyüdü; altından kalkılmaz hale geldi. Dükkânın mülkiyeti, Millî Emlak’e aitti; ruhsatı ve vergi levhası Birsen Ayda’nın üzerineydi. Cafe’yi çalıştıranlar; kiracının kiracısı konumundaydı. Gençler; vergileri ödememekle kalmadı. Defterdarlık ile anlaşarak, mekânın işletme iznini üzerlerine geçirdiler. İşletmenin bütün sorumluluğu, 1983 yılından beri Ayda’nın şahsındaydı.
Uyanık müstecirler; dükkânı elinden aldı; yalnız kadını sokağa bıraktı/attı. Birikmiş borçları da sırtına yüklediler.
- Tek Gelir Kaynağı; Beyoğlu’ndaki Küçük Dükkân da Elinden Çıktı… -
Müteveffa Birsen Ayda’nın ifadesine göre; ‘nefes borusu kesildi’! ‘Borcu başıma kiracılarım sardı. Tek gelir kaynağım: Beyoğlu’ndaki küçük işyeriydi. Hem dükkânımı kaybettim, hem de dolandırıldım,’ diyecekti.
Hakkını aramak için dava açtı; savcılığa suç duyurusunda bulundu.
2008’de, 63 yaşındaki Birsen Ayda’nın vergi borcu 150 bin lirayı aştı. Ölümünden 2 yıl önce, böbreğini satışa çıkardı. Doktorlarının karşı çıkmasına rağmen, kararından dönmedi. Hayatı boyunca sigara ve içki içmemişti. Eline geçecek para ile borcunu ödeyebilecek; kalanı ile de ahir ömründe rahat edebilecekti. Ama organ satışı kanunen yasaktı. Organ mafyasının eline düşmekten de korktu. Kararını uygulayamadı.
Huzurevi’ne yerleştirilinceye kadar; Beyoğlu Ülker Sokak’ta tek odalı kira evinde yaşadı. Bir dilim ekmeğe dahi muhtaçtı; ama gururluydu; yardımları kabul etmedi:
‘Ben para dilenmiyorum. Ölmeden önce yüzüm bir defa gülsün istiyorum. Kaybettiğim iş yerimin geri verilmesini talep ediyorum. Borçlarımı da ödeyeceğim,’ diye dert yanacaktı.
Araya giren birkaç hatırlı tanıdığı sayesinde, Zeytinburnu’nda huzurevine yerleştirildi. Ama rahat edemedi. Başına buyruktu; yalnız yaşamaya alışkındı:
‘Çıldırmak üzereyim. Burada kalmaktansa; ölmeyi yeğlerim. Gerekirse; açlık grevi yapacağım. Huzurevi; benim için işkencehane oldu; kendimi tımarhanede sanıyorum.’
Bütün dert yanmalara karşın; sıcak, güvenilir kurumdaydı. Yiyecek içecek sıkıntısı çekmedi; ihtiyaçları, sağlığı ile yakından ilgilenildi.
Son 10 ayında akciğer kanseri tedavisi gördü.
2011’de öldüğünde; 66 yaşındaydı. Mücadele, koşuşturma, çile, acı içinde geçen ömrü; Yeşilköy Mezarlığı’nda son buldu. Yeşilçam’a kendince imzasını atan şöhretin mezar taşında adı bile yoktu.
Ali Hikmet İnce