Özdemir Asaf’ın ünlü dizelerindeki adı Lavinia idi Mevhibe (Meziyet) Beyat’ın… Mezun olduğu İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde çok takma ismi vardı: Gilda, Hisya, Violetta gibi …
1950 kuşağı genç şairlerin çoğuna ilham veren Mevhibe Beyat; baba tarafından Niğdeli idi. Babası, eski vali Tahsin Be;, biricik güzel kızının yüksek eğitim almasını istemişti. O da, önce Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirmişti. Sonra da Olgunlaşma Enstitüsü’ne gitmişti. Hem resim öğretmenliği, hem de stilistlik yapıyordu. Uzaktan akrabası Oktay Akbal’ın çevresindeki genç şairlerin ilham perisi haline gelivermişti. Akbal’ın da Beyat’a hayranlığı konuşulurdu. Bir hikâyesindeki Hisya karakteri Mevhibe Beyat olabilir miydi? Servet-i Fünun dergisini yöneten Oktay Akbal sayesinde, İlhan Berk, Özdemir Asaf, Cavit Yamaç, Naim Tirali… vb. gibi genç şairlerle tanıştı; en yeni şiirlerini okuma/dinleme fırsatı buldu.
İri dalgalı, parlak, kahverengi saçları, aşırı girişkenliği ve güzelliği ile kaç kalbe girdiğini, hangi mısralara ilham verdiğini kendisi de bil(e)miyordu. Hayatı hep hızlı yaşadı: Resim yaptı; sergiler açtı; edebiyat matinelerine katıldı; çevresinin cazibe/çekim merkeziydi. Kalbinde yalnız - Akademiden de hocası olan! - ünlü ressam Edip Hakkı Köseoğlu vardı. Ama ilk evliliğini gazeteci-yazar İlhan Selçuk ile yaptı. Lavinya; Selçuk’un başını döndürmüştü; tıpkı çevresindeki öteki sanatçılarınki gibi…
Özdemir Asaf; içine kapanık, hafif peltek konuşan; r harfini söylemekte zorlanan; ama şiirde ‘şah mısralar’ dökebilen şairdi. O’nun da kalbinin bir köşesinde Mevhibe Beyat vardı. Lavinia rüzgârı esince, bütün başlar o yöne dönerdi, bütün kalpler aynı doğrultuda atardı. Asaf; umutsuz aşkını dillendirdiği şiirini yarışmaya gönderdi. Şiir, birincilik kazandı ve ilk kez de şairi tarafından kalabalıklar önünde okundu. Salonda, ilham perisi de bulunuyordu; ama şiirin kendisi için söylendiğini bilmiyordu; - şiir bitmeden salonu terk ederken! - hayatının sonuna kadar da öğrenemeyecekti…
Asaf; içli, keyfine düşkün, marifetli, olağanüstü kabiliyetli adamdı. Sırf kendisi için, Bebek’te Şimdi adını verdiği meyhane açmıştı; istediği içkiyi, dilediği mezeyi ve aklındaki şiiri beraber etmişti. Müsveddeleri çöp kovasına atar, sonra sabah elden geçirir ve beğendiklerine son şeklini verirdi. Özdemir Asaf; Yeşilçam’da, Uçan Daireler İstanbul’da adlı bir filmde de oynamıştı.
Mevhibe Beyat’ın Selçuk ile evliliği uzun sürmedi. Gönüllerde dolaşmanın dayanılmaz cazibesinden mi, yoksa başka sebepten mi, yurt dışına çıkmayı planladı. Tek celsede boşandılar. Beyat; yurt dışında modayı izledi; sinema ve tiyatrolara gitti; kendisini yenilemeye çalıştı. Dönüşünde ise, Mücap Ofluoğlu’nun kurduğu İstanbul Oda Tiyatrosu’nda mesaiye başladı. Burada Türk sinemasının ünlü komiği Öztürk Serengil ile tanıştı; kısa süre sonra da evlendi. Ama yeni evliliği de önceki gibi kısa sürdü. Erkekleri peşinden sürekleye(bile)n cazibe, güzellik ve kelâma sahip Lavinia, şanslı değildi. Oysaki bütün gelişmeler boyunca Asaf hep çevresindeydi; ama ‘şiir, şairinden habersiz’di! Lavinia’nın ünü ülke sınırlarını dalga dalga aştı, bestelendi, dillere pelesenk oldu. Beyat; şiirin kendisine yazıldığını hiç öğrenemedi…
Ali Hikmet İnce